Kârlarını güvencelemek ve büyütmek için “istikrar” arayan sermaye örgütü TÜSİAD, son yıllarda iktidara karşı daha sık konuşmaya başladı. AKP iktidarında kârlarını katlayan sermayedarlar örgütü, ekonomi-mali alanlar başta olmak üzere çeşitli konularda kaygı ve uyarılarını dile getiriyor. Erdoğan’ın sert tepkisine de neden olan bunun son örneği, TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Kurulu toplantısı oldu. 15 Haziran günü gerçekleşen toplantıda sermayedarların şefleri, ekonomiden dış politikaya, enflasyonun kontrolden çıkmasından gelir adeletsizliğine, gıda krizinden yeni bir tarım politikasına duyulan ihtiyaca, halkın satın alma gücünün eriyor olmasından ücretlerin toplam gelir içindeki payının gerilemesine kadar hemen her konuda düşünce belirtti.
Belirsizliklerle dolu bir sürece doğru…
"Hem Türkiye’nin ikinci yüzyılına hem de seçim ortamına hazırlanıyoruz. Zor bir dönem geçiriyoruz" diyen sermayedarlar, "Dünyada bir dönem sona erdi. Ama yerine geçenin ne olduğu netleşmedi. Bizden kaynaklanan belirsizlikler ile yeni dünya düzenine ilişkin belirsizlikler"e de işaret ederek sorunları "geniş" çerçevede ele aldılar. Sermayedarların da dediği gibi dünya ve Türkiye belirsizliklerle dolu bir sürece doğru ilerliyor. Gelişmelerin nereye varacağını kestirmek Türkiye için de kolay görünmüyor. Olayların gelişim seyrini belirleyecek olan çok boyutlu iç ve dış etkenler var. Tüm bunlardan ve iktidarın izlediği politikalardan hareketle TÜSİAD sermayedarları, çıkarları gereği dinci-faşist iktidara bir kez daha eleştiri, öneri ve uyarılarda bulundu.
"Hukuk sisteminin adil ve etkin çalışması da gerekir. Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı konusunda şüphe olursa yatırımlar için risk primi gereksiz biçimde yükselir" uyarısında bulundular. "Ekonomiyi istikrarlı ve sürdürülebilir bir raya oturtacak politikalar için" uzmanların-akademisyenlerin önerilerine kulak verilmesi gerektiğini önerdiler. Hukukun üstünlüğü, uluslararası taahhütlere sadakat, düşünce ve ifade özgürlüğünün, "toplum ve ekonomi açısından lüks değil gereklilik olduğu"nu vurguladılar. Yargı bağımsızlığının ağır bir erozyona uğramasının, vatandaşların adalete güvensizliğinin başlıca nedeni haline geldiğini vurguladılar. "Bugün, özgürlükleri, eşitliği, adaleti, dayanışmayı, bilimi, çevre bilincini yeniden inşa etme, güveni yeniden yaratma… daha güzel yarınlar için, hep birlikte geleceği inşa etme zamanı" dediler. "En iyi eğitimli, yabancı dil bilen, dijital çağa uygun becerilere sahip gençler"in ülkeyi terk etmesinden yakındılar. İktidara ve muhalefete, gençlerimizin geleceğe güvenle bakmalarının nasıl sağlayacakları sorusunu yönelttiler.
AKP şefi Erdoğan, TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ve YİK Başkanı Tuncay Özilhan’ın açıklamalarına meşrebine uygun bir tepkiyle yanıt verdi. "Haddini bil! Bunlar ne zavallı yahu", "Bunlar akıllarını başlarına almadıkları sürece iktidarın kapısından içeri giremezler" sözleriyle tepki gösterdi. "Dış politikada sen bize ders veremezsin" diyen Erdoğan, "Biz şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız… bu kapı, yerli ve milli duruş sergileyene açıktır, yerli ve milli duruş sergilemeyene kapalıdır" söylemleriyle her zamanki gibi şoven politikaya sarılarak milliyetçi duygulara oynadı, ırkçı hezeyanı körükledi. Erdoğan, YİK Başkanı Özilhan’ın ‘bilimsel destek alın’ sözlerine de büyük öfke gösterdi
Ağır toplumsal kriz koşullarında dinci-faşist iktidar kaçınılmaz olarak yıpranmaktadır. Meşruiyet sağlamakta önemli bir imkan olarak kullandığı seçmen desteği giderek erimektedir. Erdoğan ve iktidarının en zayıf ve çıkışsız olduğu bugünkü koşullarda TÜSİAD’ın bu çıkışı, iktidarda bir moral sarsıntı yaratmış görünüyor. Ülkedeki ekonomik ve politik krizin giderek derinleştiği bir dönemde, ülkenin büyük sermaye örgütünün iktidara yönelttiği eleştiri, öneri ve uyarılar, aynı zamanda muhalefete bir destek mahiyetindedir.
TÜSİAD’ın geleceği inşa edilmek isteniyor
Batılı emperyalistlerle uyum içinde büyük burjuvazinin tüm kesimleri AKP’nin önünü bizzat kendileri açmış ve uzun yıllar boyunca onu blok halinde desteklemişlerdi. Sonraki süreçlerde de tüm kesimleriyle büyük burjuvazi, dinci-faşist iktidarı desteklemeyi sürdürdüler. Zira ekonomik ve sosyal krizin ağırlaştığı koşullarında krizin etki ve sonuçlarına karşı işçi sınıfını ve emekçileri dizginlemekte ve sermayaderlara her türlü sömürü imkanı sunmakta, mevcut iktidardan daha uygun ve işlevli bir alternatif yoktu. 20 yıllık iktidarı boyunca AKP, sermaye sınıfı için üzerine düşeni yaptı. Burjuvazinin irili-ufaklı bütün kesimlerini hoşnut edecek, onların daha çok semirmesine yol açacak politika ve uygulamaları adım adım hayata geçirdi. Sınıfa yönelik saldırılar sermaye lehine (grev yasakları, ücretlerin düşük tutulması, esnek çalışma, sendikasızlaştırma, güvencesizleştirme) derinleştirildi. Sermaye hareketlerinin önündeki tüm engeller ortadan kaldırıldı.
Kâr elde etmek, sermaye birikimi sağlamak için ekonomik ve siyasi istikrarın sağlanması, sermaye sınıfı için ön koşuldur. TÜSİAD, gelinen yerde AKP-MHP iktidarı altında ekonomik-siyasi istikrarın sağlanabileceğine artık inanmıyor. TÜSİAD gibi sermaye örgütleri güven istiyor ve ülkeye istikrarlı bir biçimde yabancı sermayenin gelmesinin sağlanmasını arzuluyor. Dolayısıyla, sadece yerli sermayeye değil, birçoğunun ortağı olduğu yabancı sermayeye, güven vermek gerektiğine inanıyor. "Uluslararası taahhütlere sadakat" gösterilmesini, yanı sıra batılı emperyalistlerle tam bir uyum istiyor. Mevcut iktidar bloku, özellikle de son yıllarda içeride ve dışarıda sürdürdüğü saldırgan ve savaşçı politikalarla, giderek artan despotlaşmayla ve dinci gericiliği bir yaşam tarzı olarak topluma dayatma ısrarıyla, birçok alanda istikrarın sağlanmasının önünde bir engele dönüşüyor.
TÜSİAD’ın çıkışının gerisinde bu ve benzeri faktörler var. Yanı sıra, AKP döneminin sonuna gelindiğinin işaretlerinin çoğaldığı, AKP’nin karşısında nihayet iktidara gelme potansiyeli olan bir siyasi seçeneğin oluşmuş göründüğü ve emekçilerin burnunda soluduğu bugünkü koşullarda, TÜSİAD durumdan vazife çıkarıyor. Dinci-faşist iktidarın gidici olduğu inancından hareketle, iktidara aday olan muhalefete kendi gelecek projesi üzerinden destek vermekte ve dahası onlara uygulamak üzere bir "program" sunmaktadır. 12 Mart, 12 Eylül gibi kanlı askeri faşist darbeleri destekleyen, ülkenin işçi ve emekçiler için cehenneme çevrilmesinde rol oynayan ve 20 yıllık AKP iktidarının destekçisi olan bir örgütün, bugün, öteki şeylerin yanı sıra "hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı"ndan, "özgürlükleri, eşitliği, adaleti, dayanışmayı, bilimi, çevre bilincini yeniden inşa etme"den, "düşünce ve ifade özgürlüğü"nden söz etmesi rastlantı değildir. Ama TÜSİAD’ın dilinde bunlar boş sözlerdir.
TÜSİAD çıkışıyla geleceğin Türkiyesi’nde daha fazla söz sahibi olmak, kendi geleceğini inşa etmek istemektedir. Öte taraftan TÜSİAD kodamanlarını kaygılandıran ve onlara bu "güzel sözleri" söyleten bir diğer olgu ise, ekonomik-mali krizin toplum yaşamında yarattığı derin yıkımın tetikleyeceği muhtemel “beklenmedik” gelişmelerdir. Zira, krizin faturasını döne döne ödeyen işçi sınıfı ve emekçiler, bugün, açlık sınırında bir yaşam sürüyor. Sömürü ve çalışma koşulları cehennemi aratmaz duruma gelmiş bulunuyor. Dolayısıyla "proleter kitle hareketi ve halk isyanı" kodamanları korkutan bir tehdit ve tehlike olarak önlerinde duruyor.
Sözü edilen bu türden bir sosyal demokrat reform istemleri bile ancak işçi sınıfı ve diğer emekçilerin örgütlü mücadeleleriyle gerçekleşebilir:
“Kapitalist ekonomiye ve dolayısıyla burjuva sınıf düzeninin sorunlarına kendi sınırları içinde çözümler bulmak, devrimci partinin sorunu değildir. Tersine devrimci partinin görevi, devrimci sınıf mücadelesini geliştirerek, bu ekonomiyi ve düzeni karakterize eden üretim ilişkilerini, bu ilişkilere dayanan sınıf egemenliği sistemini aşmaktır. Dolayısıyla, devrimci sınıf mücadelesini geliştirmek ve devrimci sınıf mevzilerini çoğaltmak yoluyla, bunu başaracak koşullara zaman içerisinde ulaşmaktır. Devrimci sınıf partisi, düzenin krizleri ve dolayısıyla mevcut kriz karşısında ileri süreceği temel ve taktik istemlere de bu bakış açısıyla yaklaşır." (TKİP VI. Kongre Bildirisi’nden…)