AKP’nin iktidarda olmanın imkanlarıyla dinsel gericiliğe uygun bir toplumsal dönüşüm yaratmaya çalıştığı ortadadır. Sembolik çıkışlarla nabızlar ölçülürken toplumun ilerici ve devrimci değerlerine yeni ayarlar verilmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu aynı zamanda derinleşen ekonomik krizin, artan döviz kurlarının, fahiş fiyatların, büyüyen enflasyon ve yoksulluğun, bitmeyen işsizliğin, ödenemeyen faturaların yeterince gündeme gelmesini de engelliyor. Bu nedenle sistem krizi çok yönlü derinleştikçe gericiliğin sesi daha çok çıkıyor. Bir program dâhilinde gündem oluşturuluyor. İşçi ve emekçilerin sırtından elde edilen zenginlikler sermayedarların kasalarını doldurmakla kalmıyor, dinsel gericiliğin finansmanında ülke içinde ve dışında kullanılıyor.
Kuşkusuz ki bu gerici uygulamalar kendini en çok kadın hak ve özgürlükler alanında gösteriyor. Aile vurgusu üzerinden kadın hak ve özgürlükleri yok sayılırken, AKP Türkiye’sinde “makbul kadın” anlayışıyla hareket ediliyor. Bunun dışındaki kadınlar her türden hakarete, zorbalığa ve şiddete maruz kalıyor. Zaten toplumsal yaşamda ikincil görülen kadınların maruz kaldığı sorunlar daha da katmerleniyor.
En tepesinden başlayarak devlet söylemi artık bunun üzerinde kuruludur. Kadının aile kavramı dışında bir varlığı yoktur. Gündelik yaşamda bunun karşılığı kadına şiddetin artmasıdır. Evde, işte, sokakta kadınlar her türden şiddete açıktır. Gerici zihniyetin söylemiyle şiddet hak edilmiştir; “kadınsa kadınlığını bilsin”, “ne işi var yalnız başına”, “o da öyle giymeseydi” vb…
Gericiliğin bu zehri kadın ya da erkek fark etmeksizin toplumun belli bir kesiminde karşılığını bulmaktadır. Gündelik yaşamın her anında kadınlar buna uygun davranmaya zorlanmaktadır. Fabrikalar da bu gericiliğin kendini çok açık gösterdiği alanlardandır.
Gericiliğin fabrikalarda kadınlar üzerindeki bazı yansımaları
Gericiliğin kadınları otokontrol sistemiyle nasıl bir cendere altında tuttuğunu fabrikalarda da çok rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. En basitinden giyim-kuşam fabrikalarda da kadınlar için bir baskı konusuna dönüşebilmektedir. Erkeklerin kadınlara tacizkar davranışları değil de kadınların giyimleri tartışma konusu olmaktadır. Örneğin, kadınlar bir fabrika toplantısında “tahrik edici giyinmemeleri” konusunda uyarılabilmektedir. Gerici-dinci kültür kadının yaşadığı tacizin sorumlusu yine kendi davranışı, giyimi olduğu söylemi ile gerekçelendirmektedir. Somut örneklerde olduğu gibi taciz şikâyeti ile patrona giden kadınlar işten çıkarılmaktadır. Öte yandan işçiler arasında da “açık kadın”, “kapalı kadın” kavramları da çok rutin bir şekilde gündelik dilde kullanılarak ayrımcılık alttan alta beslenmektedir.
Dayatılan geleneksel kadın rolleri fabrikalarda net görülmektedir. Temizlik, yemek yapma gibi işler hep kadınlarla özdeşleştirilmektedir. Kadınlar işle ilgili görevleri dışında bu geleneksel işlerle de görevlendirilmektedir. Örneğin temizlik işi için ayrı bir işçi istihdamı yerine çoğu fabrikada patron, usta, müdür vb. ofislerini temizleme işinin kadın işçilere yaptırılması sık gözlenen bir durumdur. Ya da daha küçük atölyelerde yemek ve çay işi için ayrı bir istihdam yerine, bu işler yine kadın işçilerin iş zamanı dışında bu işleri yapmasıyla çözülmektedir.
Yapılan işin hızını, sayısını artırmak için ustabaşıları, şefler “kadınlar bile daha hızlı” vb. söylemlerle erkek işçileri sözde motive etmektedirler.
Kadın işçiler, ataerkil gericiliğin etkisini asalak patron-usta hiyerarşisi dışında iş arkadaşı olan erkek işçilerden de görebilmektedir. Kadınların erkek işçinin komutlarına uymasının beklendiği bir çalışma ortamı yaratılmaktadır. Kadın işçilerin işle ilgili olası itirazları, önerileri ya da kararları erkek işçilerin kararlarına göre şekillendiği durumlar sıklıkla yaşanabilmektedir.
Çoğu erkek işçinin aynı fabrikadaki kadın işçilere, fırsatını bulduğunda “ben eşimi çalıştırmam”, “ne işin var otur evinde”, “kadınların yeri evdir” vb. söylemleri ile yaklaştığı örnekler de az değildir. Sınıf bilinci olmadığı koşullarda, kadınları işlerine ortak olan rakipler olarak görebilmektedir. Kadın işçilerin işte tutunabilmek için hem çok çalışıp hem de daha az kazanmayı göze almaları ile bu durum fabrikalarda kadın ve erkek işçileri karşı karşıya getirmektedir.
Regl konusu ise ayrıca üzerinde durulmalıdır. Regl izninin tartışılıp talep haline getirilmesi gerekirken gerici kültürün etkisiyle regl konusu başlı başına bir “utanma” olgusu olmaya devam etmektedir. Biyolojik bir süreç olarak regl dönemi, kadınlar için gizli tutulması “gereken” bir konudur. Bu durum ayrıca “hasta olmak” deyimiyle kötü anlam atfedilerek dile de yansımaktadır. Örneğin dini yasaklar gereği Ramazan ayı döneminde çoğu kadın regl nedeniyle oruç tutamadıkları günlerde, anlaşılmasın diye yemekhaneye bile gitmemektedirler. Yeme-içme durumlarını erkeklerden gizlemek için gereksiz bir çabaya girmektedir.
Örgütlü mücadele dışında çıkış yok!
Evde, işte, sokakta, yaşamın her alanında hak ve özgürlükleri gericiliğin özel hedefi haline getirilen kadınların örgütlü bir şekilde tepkilerini ortaya koymaları gerekiyor. Karşımızda kapitalist düzenin temel taşlarından biri olarak örgütlü bir gerici güç vardır. Bu nedenle kapitalist sistemi hedef alarak daha çok örgütlenmek; ekonomik, sosyal ve kültürel sorunları bir bütün halinde mücadele konusu etmek gerekmektedir. Bu da ancak devrimci bir sınıf perspektifiyle yürütülebilecek mücadeledir.