Ukrayna krizinin ekonomik, siyasal, toplumsal ve sosyal sonuçları dünya ölçeğinde her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Ukrayna'nın Neonazi işbirlikçi yönetimi ile Rusya arasındaki krizin gerisinde on yılları bulan emperyalist bir rekabet ve çelişkiler yatmaktadır. Bu çelişki ve rekabet Rusya ile Batılı emperyalist devletler arasında bir sıcak savaşa dönüştü. Rusya'nın başta ABD olmak üzere batılı emperyalist devletler ile Ukrayna üzerinden, sıcak çatışma ve savaş halinde olması, savaşın bir parçası olmayan ülkelerde dahi ciddi ekonomik ve sosyal sorunlara yol açmış durumda.
Sürekli olarak derinleşen kapitalist krizler, kapitalist üretimin karakteristik bir özelliğidir. Başta petrol ürünleri ve diğer enerji kaynakları olmak üzere, gıda krizi, ilaç krizi vb. sorunların yarattığı yıkım, kapitalist sistemin bir parçası olan hemen her ülkede ciddi bir şekilde yankı buldu. Dünyanın tahıl ambarı olan Ukrayna'nın savaş alanı dönüşmesi ile birlikte tarım ve hububat ürünlerin tedarikinde de ciddi bir kriz ortaya çıktı.
Kriz dönemlerinde sınıflar arası çelişki ve çatışmalar en sert ve en görünür biçimde ortaya çıkmaktadır. Böylesi dönemlerinde kapitalistler, savaşın ve krizin faturasını emekçi halklara ödettirmeye çalışırlar. Emperyalist burjuvazi aynı zamanda savaşın yarattığı yıkımı fırsata çevirerek yeni rant ve talan alanları yaratır. Başta silah tekelleri olmak üzere, enerji, gıda ve ilaç tekelleri ile savaşın yol açtığı her türlü krizden yararlanan büyük tekeller, sermayelerini, savaşın faturasını en ağır şekilde ödemek zorunda kalan yoksul emekçi halklar sömürerek palazlandılar.
Ukrayna krizinin başından itibaren Rusya'ya karşı savaş kışkırtıcılığı yapan ABD-AB burjuvazisi, başta silah ve askeri ekipman yardımı olmak üzere milyarlarca dolarlık fon oluşturarak Ukrayna’yı maddi olarak destekledi ve askeri olarak eğitip donattı. Böylece Amerikan Lockheed Martin ve Raytheon, Fransız Dassault, Alman RheinMetall ve İngiliz BAE Systems vb. gibi silah tekelleri savaşı daha da kışkırtarak sermayelerini katladılar. Savaşın yarattığı kriz ve emperyalist devletler arasındaki rekabet ortamından yararlanan bu eli kanlı silah tekelleri, bir taraftan savaşları kışkırtarak silahlanma yarışını tırmandırıken öte taraftan yeni kriz ve savaş alanlarının zeminini döşeyerek yeni pazarlar elde ettiler.
ABD eski başkanı Donald Trump, Suriye’ye emperyalist müdahale sırasında, Pentagon tarafından kullanılan Tomahawk füzelerini tanıtırken, "Rusya hazır ol. Hızlı ve akıllı füzeler geliyor" diyerek, aslında dünya pazarına yeni bir füze teknolojisini de tanıtmış oldu. Bu küstah tutumun gerisinde, bir taraftan Rusya ve ABD'nin potansiyel düşmanlarına gözdağı vermek öte taraftan da Amerikan emperyalizmiyle iş birliği içindeki bağımlı ülkelere daha fazla silah satmak amacı vardı.
Bu tutumun Türkiye'de yaşanan örneklerine değinecek olursak eğer, en güncel olanı Türkiye'nin ABD'den 30 adet F-16 savaş uçağı almak için yaptığı siyasi manevralardır. Geçmiş dönemlerde İsveç Türkiye'ye SAAB JAS-39 tipi savaş uçaklarını satmak için girişimlerde bulunmuştu. Rusya ise S-400 füzelerinden sonra ABD tarafından iptal edilen müşterek savaş uçağı F-35’in yerine, Sukhoi SU-57 tipi çok yönlü avcı hayalet uçağını Türkiye'ye satabileceklerini gayrı resmi olarak gündeme getirmişti. Fakat alternatif teknoloji satın alma kaynakları ne kadar çok olursa olsun, ABD ve NATO’nun askeri standardına ve teknolojik altyapısına her açıdan entegre olmuş, emperyalizme göbekten bağlı bir ülkenin siyasi ve ekonomik bağımsızlığından söz etmek hiç mümkün değildir.
ABD ordusu envanter dışına çıkardığı çoğu eski teknoloji ürünleri, Türkiye gibi askeri teknoloji bakımından yetersiz ve dışa bağımlı olan ülkelere ya bir lütufmuş gibi satıyor ya da başka tavizler karşılığında hibe ediyor. Amerikan emperyalizmine göbekten bağlı olan işbirlikçi Türk sermayesi ve onun temsilcilerinin ara ara esip gürlemelerinin ise hiçbir inandırıcı tarafı yoktur. Türkiye'nin Rusya'dan S-400 almasına karşı ABD'nin ilk hamlelerinden biri Lockheed Martin F-35 tipi çok yönlü savaş uçağı projesinden Türkiye'yi çıkarmak olmuştu. Üstelik Türkiye sadece alıcı bir ülke değil uçağın çeşitli parçalarını üreten ülkelerden biri olduğu halde, bu yapılmıştı. Türkiye, F-16'lardan çok daha üstün niteliklere sahip olan ve birden çok ülkenin üreticisi olduğu müşterek savaş uçağı F-35 projesinden çıkarıldığında "biz kendi uçağımızı yapacağız" diyerek böbürlenenler, bugün F-35'lerden çok daha eski teknolojiye sahip olan F-16'ları almak için yaptıkları manevraları kitlelere “tarihi başarı” olarak sunabiliyorlar.
Gerici-faşist iktidarın yığınların zihnini bulandırmak için sık sık başvurduğu “yerli” ve “milli” demagojik söylemlerin altının ne kadar boş olduğu artık daha net görülmektedir. Zira teknolojinin kullanılmasında bilimsel ve teknik birikimin önemi bir kez daha görülmektedir. Açık ki Türkiye’nin teknolojik-teknik alt yapısı tümüyle emperyalizme bağımlıdır. Yerli hayalet uçağı yani TF-X projesi, İngiliz BAE Systems şirketi ile ortak geliştiriliyor. Bir dönem gündemden düşmeyen Altay Tankı projesi törenlerle Koç sermayesine teslim edilmişti. Fakat o proje de Güney Kore üretimi olan K2 Black Panther tankından türetilmişti. T-129 ATAK helikopterleri ise İtalyan silah tekeli Agusta Westland üretimi Magnusta’nın tasarımı baz alınarak yapılmıştı vb...
Emperyalist-kapitalist sistemin içinde debelendiği krizler, sürekli olarak yeni savaşlar, çevre felaketleri, açlık, yoksulluk vb. sorunları döne döne yeniden üretmektedir. Her yıl sadece silah teknolojisine ayrılan bütçe yüzlerce milyar dolarlarla ifade ediliyor. Savaş durumunda ise bunu katbekat aşmaktadır.
Savaşın ve krizin yarattığı yıkım işçi ve emekçilerin sırtına yüklenmek isteniyor. Bugün açlık sınırının dahi altında bir ücretle yaşayan milyonlarca işçi ve emekçinin yarattığı zenginliğe çöken bir avuç asalak ve onların siyasi temsilcileri, bunu yaparken işçi ve emekçilerin örgütsüz ve dağınık olmalarından güç almaktadırlar. Buna son verecek olansa bütün ülkelerin işçilerinin örgütlü birliği ve mücadelesi olacaktır.