Türkiye’nin AB serüveni ve AB’nin hesapları

Emperyalist AB ile bütünleşmenin refah ve demokrasi getireceğine ilişkin dayanıksız hayallere karşı olduğu kadar, işbirlikçi burjuvazinin ve AKP-MHP blokunun Türkiye’nin emekçilerini AB’nin ve Avrupalı emperyalistlerin çıkar ve hesapları doğrultusunda maceralara sürükleyen dış politikasına karşı da mücadele etmek ve emekçilerin anti-emperyalist bilinç ve eylemini geliştirmek, temel önemde bir devrimci sorumluluk alanıdır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 31 Ocak 2021
  • 18:46

Türkiye’nin on yılları bulan AB serüveni, Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne girişi, Helsinki Zirvesi’nde adaylığının onaylanması ve katılım müzakerelerinin başlanmasına karar verilmesiyle yeni bir aşamaya ulaşmıştı. Bu gelişmeler, Türk burjuvazisi tarafından “çağdaş uygarlık yolunda bir dönüm noktası, refahın ve demokratik bir dönemin başlangıcı” olarak sunuldu. Bu gerici ve temelsiz propaganda liberal solda da büyük yankılar yarattı. Başta “Kopenhag Kriterleri” olmak üzere, AB’nin kimi belgelerinde yer alan biçimsel demokratikleşme ve refah söylemleri buna zemin oluşturuyordu. AB ise kapısında beklettiği Türkiye’yi umutlandırıyor, onun AB aşkını, kendi egemenliğini pekiştirmenin vesilesi olarak kullanıyordu. Halen de yapılmakta olan budur. 

Tarafların karşılıklı ihtiyaç ve çıkarları temelinde sorunsuz olarak “ilerliyor” görünen AB-Türkiye ilişkileri, 2016 yılı ve sonraki dönemlerde gerilmeye başladı. Avrupa Parlamentosu’nun “Türkiye ile müzakerelerin geçici olarak dondurulması” kararı ise gerilime yeni boyutlar kazandırdı. Bunu, tarafların karşılıklı olarak şantaj, tehdit ve meydan okumaları ve 2018’de AB’nin gümrük birliğini güncellemeyip müzakereleri başlatmaması tamamladı. Ardında da yaptırım kararları geldi. 

2020 yılında gerilimler daha da arttı. Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları konusu, Kıbrıs açıklarındaki doğalgaz arama faaliyetleri, Ege’deki gelişmeler, Libya ve Suriye konuları vb. sorunlar AB, Fransa, Yunanistan, Güney Kıbrıs ile Türkiye arasında tansiyonu yükseltti. 10-11 Aralık AB liderler zirvesi öncesinde, Almanya da dahil olmak üzere AB’nin Türkiye’ye karşı ağır yaptırımlar uygulama düşüncesi, Merkel tarafından “Yaptırımları devreye sokmak zorunda kalacağız” şeklinde açıklandı. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo da Türkiye’nin hamlelerini “agresif” olarak tanımladı ve “Avrupa ve ABD, Erdoğan’ı ... ikna etmek için birlikte çalışmak zorunda” açıklamasını yaptı.

Bu gelişmeler üzerine Erdoğan kuyruğunu kısarak bir anda çark etti. Aralık ayı liderler zirvesi öncesi, Avrupa Birliği’ne işi hakarete vardıracak düzeylerde kükreyen, ABD’ye “meydan okuyan” Erdoğan ve iktidarı, Avrupa Birliği’ne yaltaklanmaya başladı. Bu dalkavukluk, aralık ayı zirvesine de olumlu biçimde yansıdı. Yaptırımlar AB liderler zirvesinde Merkel tarafından frenledi. Böylece, Türkiye ile siyasi, ekonomik ve ticari ilişkiler konusu 25-26 Mart’ta yapılması planlanan AB Konseyi’ne ertelendi. “Türkiye’ye ilişkin meseleler ve Doğu Akdeniz’deki durum hakkında” ABD ile koordineli davranılacağı duyuruldu.

AKP şefi ve iktidarı, o günden bu yana, “AB stratejik önceliktir”, “Geleceğimizi AB’de görüyoruz” ve “Kendimizi Avrupa’nın bir parçası sayıyoruz” biçiminde olumlu mesajlar veriyor. AB’ye “Türkiye’nin elini havada bırakmayın ve ilişkilerimizde yeni bir sayfa açalım” diye yaltaklanıyor. Bu yönlü diplomasi trafiğini sıklaştırıyor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun 20 Ocak’ta başlayan Brüksel temasları bunun başlangıcı görülüyor. Bu trafiğin 25-26 Mart’ta yapılacak olan AB Zirvesi’ne kadar yoğunlaşarak devam edeceği, Türkiye’nin o zamana kadar AB’nin yaklaşımını etkileyecek çabalarını sürdüreceği anlaşılıyor. AB ise “Aynı zamanda uygulamada inandırıcı ve güvenilir jestler” bekliyor.

Tüm bu gelişmeler, emperyalist bir güç odağı olan AB’ye Türkiye’yi daha sıkı denetleme, onu kendi çıkarları ve hesapları doğrultusunda daha etkili bir biçimde yönlendirme olanağı sağlamış görünüyor.

AB’nin emperyalist plan ve hedefleri

Avrupa Birliği, emperyalizme bağımlı olan Türkiye’nin işbirlikçi burjuvazisini ve onun bugünkü temsilcisi olan AKP-MHP iktidarını kendi emperyalist plan ve çıkarları temelinde yönlendirmek istiyor. Gerici ve emperyalist bir oluşum olan AB, dünya ölçüsünde kızışan emperyalist rekabet ve nüfuz mücadelesinde etkin bir rol oynamak hedefiyle davranıyor. Emperyalist yayılmacı hesapları, saldırganlığı ve savaşı, tekellerin sınırsız sömürü ve egemenliğini temsil ediyor. Emperyalist rekabet koşullarında, Avrupa tekellerinin çıkarlarını güvence altına almayı amaçlıyor.

Türkiye’yi çevreleyen Ortadoğu, Kafkasya ve İç Asya gibi bölgeler, halihazırda emperyalist küresel güçlerin dünya egemenliği uğruna sürdürdükleri kıyasıya mücadelenin de kritik sahnesidir. Bu bölgeler üzerinde süren emperyalist paylaşım ve nüfuz mücadelelerinde başını Alman emperyalizminin çektiği AB de kendi hesap ve çıkarları doğrultusunda etkin bir biçimde yer almak çabasındadır. O yüzdendir ki üyeliğe hazırlamak adı altında ve zamanla kapısında içeri alacağı umudu yaratılarak bölgede önemli bir güç olan Türkiye’yi denetlemek ve yönlendirmek, bölgedeki hedef ve çıkarları gereği AB için özel önem taşımaktadır.

Tüm bunlar, AB’nin Türkiye’ye uyguladığı veya hizaya gelmemesi durumunda uygulayacağı öngörülen baskı ve yaptırımların, Türk sermaye devletinin demokrasi, temel insan hak ve özgürlüklerinden uzaklaşıp, faşizmi tahkim etmesiyle bir alakası olmadığını da tüm açıklığıyla göstermektedir. Ki zaten AB, uygarlığı, refahı ve demokrasiyi değil, kapitalist barbarlığın Avrupa’sını temsil etmektedir. Bunun içindir ki o, işçi sınıfına, emekçilere ve halklara karşı tüm alanlarda saldırganlığın başını çeken emperyalist güç odaklarından biridir. Sosyal yıkım saldırısının, köleliği hedefleyen kuralsız bir sömürünün, “teröre karşı mücadele” adı altında hak ve özgürlükleri budamanın ve emperyalist saldırganlığın mimarıdır.

Kendi işçi ve emekçilerini günden güne daha çok işsizliğe, yoksulluğa, sosyal haklardan yoksunluğa ve özgürlüklerini adım adım sınırlamaya mahkum eden emperyalist AB ülkeleri, Türkiye’nin emekçisi için neye göre refah ve demokrasi isteyecekmiş ki? Onun Türk sermaye devletinden ve şimdiki temsilcisi AKP’den istediği, işçiler, Kürtler, kadınlar, ezilen mezhep ve inançlar için refah ve özgürlük değildir. Zira bunları adım adım kendisi yok etmekte, ırkçı-faşist akımların yolunu kendisi düzlemektedir. Dolayısıyla o, zaten güçlü iktisadi bağlarla ve ticari ilişkilerle etkisi altına aldığı Türkiye’yi, üyelik adı altında kendine tabi ve mecbur kılmak, kendi emperyalist çıkarlarını dayatmak derdindedir. Bu yolla Türkiye ve bölge üzerinde egemenliğini koruyup güçlendirmek peşindedir. 

Erdoğan AKP’si ise, Batı eksenine güvenmemekle birlikte bu eksenden kopamamaktadır. Kapitalist bölge gücü olarak emperyalist pastadan pay kapmaya çalışmaktadır. Emperyalistler arası çelişki ve çatlaklardan yararlanarak kendi gerici ve yayılmacı emellerinin peşinde koşmaktadır. Bir yandan AB’ye karşı mülteci şantajını kullanmakta, Avrasyacı olacağı palavrasını atmakta, öte taraftan da Türkiye’yi Avrupalı kapitalist tekellerin daha sınırsız yağmasına açacak rüşvetler sunmaktadır. Kendi çapında AB’li emperyalistlere çıkar ve ihtiyaçlarını dayatma girişimlerinde bulunmaktadır. Fakat her defasında sonunda AB’nin ama özellikle de ABD’nin eteklerine sığınmak zorunda kalmaktadır.

Emperyalist egemenliğe karşı mücadele

Emperyalist AB ile bütünleşmenin refah ve demokrasi getireceğine ilişkin dayanıksız hayallere karşı olduğu kadar, işbirlikçi burjuvazinin ve AKP-MHP blokunun Türkiye’nin emekçilerini AB’nin ve Avrupalı emperyalistlerin çıkar ve hesapları doğrultusunda maceralara sürükleyen dış politikasına karşı da mücadele etmek ve emekçilerin anti-emperyalist bilinç ve eylemini geliştirmek, temel önemde bir devrimci sorumluluk alanıdır. İşbirlikçi tekelci burjuvazinin ABD başta olmak üzere emperyalist merkezlere bağlanmış bulunan politikası, içerde işçi sınıfına ve emekçi kitlelere sosyal yıkım ve faşist devlet terörü, Kürt halkına karşı imha saldırısı demektir. Bu politikanın dışarıya dönük yüzü ise bölge halklarına karşı saldırı ve savaş anlamına gelmektedir.

Emperyalizme kölece bağımlılığın ürünü olan bu gerici politikanın karşısına “Bağımsız sosyalist Türkiye” stratejik sloganıyla çıkmak, devrimci kimlik ve konumun gereğidir. İşçi ve emekçilerin yüz yüze kaldığı temel sorunların çözümünün önündeki engelin, işbirlikçi burjuvazinin sınıf iktidarı ve gerisindeki emperyalizm olduğu gerçeği siyasal çalışma ve propagandanın temel konusu yapılabilmelidir. Türk sermaye devletinin bölge halklarına karşı saldırgan ve savaşçı dış politikasına, bunun iç yaşamda ırkçılığın ve şovenizmin aracı olarak kullanılmasına olduğu kadar, emperyalizmin Türkiye üzerindeki köleci egemenliğine karşı da mücadele büyük önem taşımaktadır.