Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde başlattığı “Barış Pınarı Harekatı” ve bu operasyona bağlı olan gelişmeler Arap Dünyası’nın birinci gündem maddesi olmayı sürdürüyor.
Çoğu Arap devletinin karşı çıktığı harekatın muhtemel sonuçları, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve Şam yönetimi arasında varılan mutabakat ve son olarak da Ankara-Washington hattında yaşanan gelişmeler Arap medyasının hafta boyunca en önemli meselesi oldu.
Türkiye ve ABD arasında varılan ve SDG’nin Türkiye’nin istediği bölgelerden çekilmesini öngören anlaşması her ne kadar Türk basınında büyük bir zafer olarak görülse de, Arap medyasında ABD’nin -daha önce olduğu gibi- vaatlerini yerine getireceğine kuşkuyla bakılıyor.
Önümüzdeki hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya’ya yapacağı ziyaretle ilgili de şimdiden yorumlar yapılmaya başlandı. Bazı yorumlara göre bu ziyaret, Suriye’deki savaş için bir milat olabilir.
Lübnan’da baş gösteren protestolar ise bu hafta bir diğer önemli gündem başlığıydı. Gösterilerin başlamasına neden olan vergiler hükümet tarafından geri çekilse de protestolar devam ediyor. Başbakan Saad Hariri ise sorunun sadece hükümette olmadığını savunarak, diğer siyasi parti ve gruplara çözüm oluşturacak uzlaşma için 72 saat süre tanıdı.
Eski cumhurbaşkanı Baci Kaid El Sibsi’nin ölümünden sonra boşalan cumhurbaşkanlığı koltuğu için sandığa giden Tunus’ta seçimi anayasa hukukçusu bir üniversite hocası olan Kays Said kazandı.
Ülkedeki sermaye grupları, büyük partiler ve basının desteklediği adaylara karşı seçimi Kays Said’in kazanması, Tunus’ta ikinci bir devrim olarak yorumlanıyor.
‘Erdoğan-Putin görüşmesi Suriye’de sonun başlangıcı olabilir’
“Rusya’da Putin ve Erdoğan arasında birkaç gün içinde düzenlenmesi beklenen zirve, hem Türkiye-Suriye ilişkilerinin yeniden başlaması hem de Adana mutabakatı üzerinde bazı değişiklikler yaptıktan sonra Beşar Esad ve Erdoğan’ın katılacağı bir imza töreniyle tekrar canlandırmak için yeni bir çıkış kapısı olabilir.
Rusya yönetiminin çok dikkatli bir şekilde hazırladığı bu senaryo, Suriye’deki savaşın sona ermesi, bütün yabancı güçlerin ülkeyi terk etmesi ve Suriye’nin egemenliğinin büyün topraklarına ve sınır kapılarına geri dönmesi için son noktayı koyabilir.
Rusya lideri Putin bu senaryoyu oldukça zeki ve dikkatli bir şekilde hazırladı. Suriye yönetimi ve kuzeydeki özerk yönetim ile gizli toplantılar düzenleyerek ve bu isyankâr kesimi (SDG) anavatanın kucağına tekrar döndürüp Türkiye’nin operasyonuna karşı aynı yerde durmalarını sağlayarak yaptı. Türkiye’nin beklemediği bu durum, manevra alanını daraltarak askeri ve siyasi seçeneklerini sınırladı.” (Abdülbari Atvan / Rai Al Youm gazetesi)
‘Kürtler olup biteni hak ediyor mu?’
“Kürtler’in Suriyeli ve diğer Arap hasımları, Kürtler‘in ayrılıkçı olduğunu iddia ediyor. Bazı Kürtler öyle ama hepsi değil. Ancak bu şekilde düşünenlerin bu şekilde ağır ithamlarda bulunmadan önce kendi kendine düşünmesi gerekmektedir: Şovenist Arap Milliyetçiliği, Kürtler ve bölgedeki diğer azınlıklara neler yaptı? Acaba Kürtler bir gün bile hak ve sorumluluklar konusunda eşit vatandaş olduğunu hissetti mi?
Deniliyor ki, Kürtler ırkçılar ve gerek Araplara gerekse de bölgedeki diğer azınlık ve topluluklara yönelik ayırımcılık yapmaktan çekinmiyorlar. Ve deniliyor ki, kontrol altına aldıkları bazı bölgelerde etnik temizlik yaptılar. Bazı Kürt grupların kontrol altına aldığı bölgelerde Kürtleştirme politikası izlediğini ve buna benzer hadiselerin yaşandığını inkâr etmiyoruz.
Ancak bazı diktatörlük yönetim ve hükümetlerin izlediği zorla Araplaştırma politikalarının da devam ettiğini ve bunların tek hedefinin bölgedeki Kürt izlerini silmek olduğunu hatırlamamız gerekiyor.” (Oraib el Rintavi / Ürdün El Destur gazetesi)
‘Şam-SDG anlaşması kimin zaferi?’
“Trump, Obama’nın yaptığını yaptı. Suriye’nin kuzeyindeki Kürtler’in bulundukları bölgeleri Rus mevkidaşı Putin’e altın tepsi içinde takdim ediyor. Putin’e olan beğenisini saklamayan Trump, Suriyeli Kürt meselesinin başını Putin’e teslim ediyor. Daha önce Obama’nın Suriye muhalefetinin kellesini teslim ettiği gibi. Bunun yanında yeni olan hiç bir şey yok. Her ne kadar Kürtler, şu an kendilerine karşı kullanılan muhalefet gibi aynı kâbusun tekrarlanmamasını istese de.
Kürtler’in Şam’la yaptığı anlaşma, Suriye dosyasını Rusya’ya teslim ediyor. Hem de karşısında hiç bir rakip olmadan. Türkiye’den zafer naraları duyacak olsak da, Türkiye’yle beraber yürüyen Suriyeli muhalifler, sekiz sene önce bunun için sokağa çıkmışcasına zaferlerini ilan etseler de söz konusu anlaşma Rusya için bir zaferdir.” (Muhammed Kavvas / El Arab gazetesi)
‘ABD istediğini aldı, ya Türkiye?’
“Amerikalılar, istediklerini aldı. Bu da, ateşkesin derhal sağlanması. Bu, ABD başkan yardımcısının Ankara’ya varmadan birkaç saat önce Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın reddettiği bir durumdu. Buna karşılık Türkler, Amerikalılar’dan sadece bazı vaatler aldı. Bu vaatler de, Türkiye’nin ortaya koyduğu plan doğrultusunda SDG Kamışlı’dan Kobani’ye kadar uzanan güvenli bölgeden çekilmesi şeklinde.
Öyle görünüyor ki, bu vaatler de, Amerikalılar’ın Kürtler konusunda Türklerle her görüşmelerinde izledikleri yol olan yeni bir geçiştirmedir. Zira aynı talep (SDG’nin çekilmesi ve ağır silahların geri alınması), Türklerle Amerikalılar arasında varılan ve ‘barış koridoru’ adı verilen son anlaşmada da vardı. Başarısız olan bu uzlaşma bizzat Türkler tarafından bir ‘aldatmaca’ olarak nitelendirilmişti.
Yine aynı şekilde Ankara ve Washington arasındaki daha önce varılan mutabakat ve yapılan anlaşmalar da uygulanmadı. Ki bu anlaşmalar da ABD’nin orada askeri varlığı devam ederken, yani elleri daha güçlüyken yapılmıştı. Varlıkları devam ederken yapmadıklarını ordan çekildikten sonra neden uygulamaya koysunlar ki?” (Vail İsam / Kuds El Arabi)
Lübnan neden ayaklandı?
“Lübnan aniden ayaklandı. Belki bu durum, 2016’dan bu yana sokaklarda çöplerin birikmesine karşı yapılan gösterilerden sonra en önemli haber niteliğinde. Geçtiğimiz Perşembe ve Cuma geceleri Lübnanlılar için olağan geceler değildi. Fitil, aylık maliyeti 6 dolar olan ve internet üzerinden yapılan görüşmeleri kapsayan vergiler yüzünden de alev almadı. Belki bu vergi bardağı taşıran son damla ancak her şey bu vergiyle alakalı değil. Aksine birikmiş birçok sorunla alakalı. Özellikle de devletin vatandaşa hiçbir şey vermeden sürekli alması gibi.
Her saygıdeğer devletin vatandaşından ve orada yaşayanlardan vergi alması hakkıdır. Ancak bu vergileri yöneticilerin ceplerine aktarması hakkı değildir. Lübnan’da devlet vatandaştan bir sürü vergi alıyor. Ancak vatandaş bu vergilerin karşılığında hiçbir şey alamıyor. Vatandaş elektrik ve su faturasını iki kere ödüyor, devletin toplu taşıma hizmeti yok, düzgün yollar yapılmıyor. Devlet okullarındaki eğitim, hem eğitim müfredatı hem de alt yapı açısından özel okullarla kıyaslanamayacak durumda.
Yani gösteri için gerekçe çok. Ancak en önemlisi korkunun aşılması oldu. Lübnan şehirlerinin şahit olduğu gösteriler –her ne kadar bunu kendi çıkarına kullanmaya çalışanlar olsa da- partiler ve mezhepler üstüydü. Ve tarih ve sosyoloji bilimlerinde bir şey vardır: Halk isyan ederse, ne asil yöneticiye ne de piyonlara merhamet eder. Ne de, bunu kendi çıkarı için kullanmaya çalışanlara.” (Pierre Akiki / El Arabi el Cedid gazetesi)
Lübnan’daki sloganlar neyi ifade ediyor?
“Lübnanlılar’ın WhatsApp için sokağa çıktığını düşünenler yanılıyor. Bu sadece bardağı taşıran damla oldu.
Beyrut’taki gösterilerde protestocular, Arap Baharı ayaklanmalarının sloganı olan ‘halk rejimin yıkılmasını istiyor’ sloganını attı. Bu da, gösterilerin vergilerin neden olduğu öfke dolayısıyla değil, kronik rahatsızlıklardan dolayı başladığını göstermektedir.
Lübnan protestoları sadece bugünün sonucu değil ve bu gösterilerin müsebbibi şimdiki hükümet değildir. Hükümet de çaresiz çünkü bu hükümet, bazı grupların ve partilerin bakanlarının toplandığı bir yerdir ve bu bakanları başbakan da seçmiyor. Hepsi parti kotasından bu göreve geldi.” (Cibril El Abidi / Suudi Şark’ül Evsat)
‘Karşı devrim Tunus’ta yenildi’
“Kays Said’in Tunus cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki başarısı ve ardından yaptığı açıklamalar tek bir mesaj vermektedir. Bu mesaj da, Tunus’ta karşı devrimin tamamen başarısız olduğu ve hatta artık bittiğidir.
Büyük çoğunluğu Fransızca konuşan ülkede Arapça’ya verdiği önemle bilinen bu üniversite hocası, seçimleri kazanıp Tunus Cumhurbaşkanı olarak Tunus’un değiştiğini ve değişmeye devam ettiğini ve devrimler boşa çıkarmaya çalışan katlı devrim girişimlerinin bittiğini yahut en azından Tunus’ta bittiğini göstermiştir.
Tunus’ta başlayan bu değişimi diğer Araplar da hissetmeye başlayacak. Zira Arapça’nın kurallarını iyi bilen bu üniversite hocası, Arap Birliği’nim ilk oturumunda cahil ve sunacak girmeleri durumunda 6. sınıfı bile geçemeyip sınıfta kalacak olan diğer Arap yöneticileriyle yan yana oturacak.
Bundan sonra hiçe bir Arap vatandaş Tunus’un hakkını inkâr edemez. Çünkü Tunus’un Arap ümmeti için önemi, alimin cahil açısından önemi gibidir.” (Muhammed Ayeş / Kuds el Arabi gazetesi)
Gazete Duvar / 20.10.19