Halkın öfkesini taşıran son damla
Lübnan’da “ikinci Arap baharı” veya intifada olarak ifade edilen halk isyanı 17 Ekim’de hükümetin, internet üzerinden WhatsApp vb. uygulamalarla yapılan telefon görüşmelerine aylık 6 dolar vergi alınması planlarını açıklaması üzerine başlamıştı. Gösteriler kısa sürede kitleselleşmişti ve hafta sonunda katılım 1,2 milyona ulaştı. 21 Ekim’de ülkenin en büyük işçi sendikası genel grev çağrısı yaptı, bankalar, işyerleri, okullar, üniversiteler, devlet daireleri 10 gün boyunca kapalı kaldılar.
İşçi ve emekçi halkın tepkisinin gücü ve yaygınlaşan gösteriler karşısında hükümet ülkeyi daha fazla istikrarsızlaştırabileceğinden korkarak hızla geri adım attı ve 21 Ekim’de reform değişikliğinden vazgeçtiğini ve 2020 bütçesinde yeni vergiler olmayacağını açıkladı. Hariri bütçe açığının bankalardan alınacak yeni vergilerle kapatılacağını, bakanların ve vekillerin maaşlarının yarıya azaltılacağını, iletişim bakanlığı ve bazı kamu kurumlarının kapatılacağını söyledi ve devletten çalınan paraların geri alınacağı sözünü verdi.
Ama kitlelerin birikmiş öfkesinin ve kökleşmiş sorunların ifadesi olan gösterilerin önünü kesemedi. Protestolar daha geniş ekonomik talepleri, eşitsizliği ve yolsuzluğu gündeme alarak büyüdü, yolsuzlukların ve ekonomik krizin protesto edildiği geniş çaplı eylemlere dönüştü.
Bakanlar Kurulu’nun 2020 bütçesini onaylaması da Lübnan halkını etkilemedi. Kitleler, hükümet istifa edene değin sokaklarda kalacaklarını söyleyerek, hükümetin istifasını istediler. Hem Trablusşam’da hem güneyde Şii kenti Nebatiye’deki protesto gösterilerinde Emel Hareketi’nin önderini hırsızlıkla suçladılar ve posterlerini yaktılar. Cumhurbaşkanı Mişel Aoun, damadı ve Dışişleri Bakanı da yolsuzluk nedeniyle protestocuların hedefindeydi. Protestoların devam etmesi Hariri’yi 29 Ekim’de istifa etmek zorunda bıraktı. Sokak hareketi Başbakanın istifasından sonra durulmuş gibi olsa da 3 Kasım’dan itibaren sokaklar yeniden protestolara sahne oldu, kaldırılan barikatlar yeniden kuruldu. Beyrut savaş alanına döndü -kırılan camlar, yakılan araba lastikleri, devrilen çöp kutuları, kapalı kalan bankalar… Lübnan halkı bu kez sadece yolsuzluğa karşı değil, hükümetin yıkılması talebini ve “devrim” şiarlarını yükselterek gösterilerini sürdürüyor.
Buraya nasıl gelindi?
Lübnan kronik ve derin bir ekonomik kriz içinde. Bu da halka işsizlik, artan fiyatlar, istikrarsızlık olarak yansıyor. İşçi ve emekçi halk tahammülsüzlük sınırında. Ekonomisi uçurumun kenarında olan Lübnan’ın 86 milyar dolar devlet borcu bulunuyor ve bu, GSYİH’nın %150’sine denk geliyor. Bu oran, ekonomik büyüklüğüne kıyasla Lübnan’ı en borçlu 3. ülke kılıyor. Bu borç, kredi derecelendirme kuruluşları tarafından çürük tahvil statüsüne indirildi. Bütçede gelirlerin yaklaşık yarısı faiz ödemelerine gidiyor. 2017 yılında kamu maaşlarında yapılan zam ve yüksek faiz oranları da bütçe açığını artırıyor.
Lübnan’da iç savaşın ardından alt yapının yeniden inşa edilmesi bugünkü finansal yükün temelini oluşturuyor. Ulaşım ve enerji gibi sektörlerin acilen elden geçirilmesi gerekli, özellikle de elektrik alt yapısının. Elektrik arzı talebe yetişemiyor ve tüm ülkede her gün birçok saat elektrik kesintisi yaşanıyor. Suriye’de süren savaş da Lübnan’ı etkiledi. 1,5 milyon sığınmacı (Lübnan nüfusunun çeyreğine denk) zorlanan eğitim, sağlık, elektrik altyapısının daha da yetersiz hale gelmesine neden oldu.
Dolar kıtlığı ve Lübnan Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinde düşüş, Lübnan diasporasından gelen dövizlerin azalmasının (Ekim 2018’de Körfez ülkelerinde yaşayan Lübnanlıların ülkeye gönderdiği para GSH’nın 5’te birine denkti), yabancı yatırımların gerilemesinin, ithalat ihracatı fazlası ile geçtiği için ödemeler dengesinde yaşanan yükselişin sonucuydu ve krizi derinleştiriyordu.
Paris’te CEDRE konferansında Lübnan’a 11 milyar dolar kredi verilmesi kabul edildi ama bu kredinin verilmesi Lübnan’ın yerine getirmesi gereken ağır ekonomik ve mali koşullara bağlandı. Hükümet 2 Eylül’de acil durum ilan etti ve mali reformları hızlandıracağını duyurdu. Buna göre memur alımı durdurulacak, zarar eden kamu kuruluşları kapatılacak, geriye kalan kamu hizmetleri sonlandırılarak, elektriğe ödenen 2 milyar dolar devlet yardımı kesilecek, Telekom dahil daha fazla özelleştirmeler gerçekleşecekti.
Kemer sıkma politikalarının maddeleri arasında emekli maaşlarının azaltılması, devletin ülkedeki karmaşık bankacılık sektörüne müdahalesini hafifletme gibi maddeler bulunuyordu. Uluslararası bankaların talepleri ve bunun ağırlığını işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin sırtına yükleme girişimi nüfusun dörtte birinden fazlasının yoksulluk sınırının altında yaşadığı ülkede işçi ve emekçileri isyan ettirdi.
Nisan ayının sonunda Hariri’nin devlet harcamalarını ve bütçe açığını azaltmak amacı ile hazırladığı kemer sıkma programına karşı protestolar yaşandı. Emekli askerlerin maaşlarında planlanan kesintiye karşı Nisan ayında ilk büyük protesto eylemleri gerçekleşti. Lübnan İşçi Genel Konfederasyonu kemer sıkma politikalarına karşı 3 günlük greve gitti. Öğretmenler ve Merkez Bankası çalışanları defalarca sokağa çıktılar, birkaç günlük greve gittiler. Cumhurbaşkanı protestolar karşısında kesintileri ertelediğini duyurdu.
Tarikatların pozisyon paylaştığı, kayırmacılığın iş bulma kriteri olduğu, siyasi vesayetin yaygın olduğu ülkede 17 Ekim’den sonra başlayan hareket bir bölgeyi veya mezhebi dıştalamayacak şekilde başladı. Zira ortak sosyal sorunlar temeline oturuyor. Örneğin Lübnan’da genç kitleler arasında işsizlik %37 oranında seyrediyor. İşsizliğin yanında düşük ücretler, artan hayat pahalılığı ve dolar kıtlığı öfkeyi büyütüyor. Hükümetin vergi zamları ve işlevsiz elektrik-su hizmetleri, ekonomik siyasal alanda yaygın yolsuzluğa yönelik öfkeye eşlik ediyor.
Ekonomik kriz içinde debelenen ülkede hükümet makamları siyasi hanedanlıklar, milyarderler ve mezheplerin önde gelenleri arasında paylaşılmış durumda. Yandaşçılık ve himayecilik yaygın. Hükümetin ihale ve rüşvetle kendi ceplerini doldurması öfkeyi ayrıca körüklüyor. Bu nedenle protestoların temel talepleri arasında yolsuzluğun sonlandırılması yer alıyor.
Öte yandan zenginlikleri kontrol eden bir azınlık ile yoksulluk sınırının altında yaşayan çoğunluk arasındaki sınıf eşitsizliği hiç bugünkü kadar net olmamıştı. Zengin 7 Lübnanlının Lübnan halkının yarısının sahip olduğunun 10 katı olan toplam 13,3 milyar dolar kişisel servete sahip olduğu biliniyor. Egemen sınıf zenginliğini artırırken, Lübnan hazinesinin açığını doldurmak için yük işçi ve emekçilerin omuzlarına yıkılıyor. Yeni kemer sıkma politikalarını reddeden işçi ve emekçiler yağmalanan fonların geri alınması sloganını yükseltiyorlar.
Halen süren protestolar ülkenin yıllardır birikmiş siyasi, ekonomik ve sosyal yapısal sorunlarına işaret ediyor. Bugün Lübnan’da sadece yönetimi hedef almayan, var olan siyasal sistemi de sorgulayan bu hareketin bir toplumsal değişim talebine yöneldiği gözleniyor. İnsanca bir yaşam ve temel kamu hizmetlerinin verilmesi için sokağa inen Lübnan işçi ve emekçi halkı bu kez düzenin değişmesi için sokağa daha geniş taleplerle ve daha kitlesel çıkıyor.
Lübnan’da bu eylemliliklerle 1990’ların başından bu yana ülkeyi yöneten siyasal sistemin yıkılması konusunda kararlı olan ve basınç uygulayan daha önce benzeri görülmemiş bir halk hareketine tanık olundu. 1943’ten bu yana Lübnan’ın bağımsızlığı ve ulusal şartın ilanından bu yana mevki ve kamu ayrıcalıklarının paylaşıldığı mezhepçi kota sistemi gösterilerin hedefi oldu.
Gösterilerde tüm siyası ve ideolojik tabuların ötesine geçildi. Başkanlık eleştirildi, dini otoritelerin eleştirisini önleyen korku duvarı aşıldı. Ayaklanmanın en önemli noktalarından biri de tüm mezhep ve bölgelerde 1975-1990 yılları arasında yaşanan iç savaşta birbirine karşı kurşun sıkan Lübnanlılardan farklı olarak, aralarındaki farklılıklara rağmen ortak bir mücadele ekseninde buluşan, sokaklarda yan yana mücadele eden Lübnan Arap halkının birliği kanıtlandı.