Yaklaşık bir asırdır Kürt halkını sömürgeci zulüm altında tutan Türk sermaye devleti, Kürt halkının özgürlük talepleri ile kazanımlarına kan ve barutla yanıt vermeye devam ediyor.
Sömürgeci Türk sermaye devleti en son 1 Şubat gecesi, eş zamanlı olarak Maxmur, Şengal ve Derik’i savaş uçaklarıyla bombaladı. Irak ile Suriye’nin Rojava bölgesi sınırları içerisinde kalan bu alanlar yüzbinlerce sivilin yaşadığı yerleşim yerleridir. Saldırılarda birçok sivil hayatını kaybederken, onlarca kişi de yaralanmıştır. Saldırıların hedefi olan sivil yerleşim yerleri, elektrik santralleri ile birçok altyapı tesisi tahrip edilmiştir.
Bu saldırılardan önce, 20 Ocak’ta IŞİD Heseke’de binlerce cihatçı çete mensubunun tutulduğu Sinaa Cezaevi’ne yönelik bir saldırı gerçekleştirdi. Bütün veriler, bu saldırının Türk sermaye devleti ile IŞİD çetelerinin ortak organizasyonu olduğunu gösteriyor. Binlerce IŞİD çete elemanını kurtarmayı amaçlayan bu saldırı QSD güçlerinin direnişiyle boşa çıkarıldı. Bombardımanların Heseke hezimetinin hemen arkasından gelmesi hiç de tesadüf değildir. Yıllardır cihatçı çetelerin hamiliğini yapan Türkiye’deki dinci-faşist rejim, Heseke hezimetinin intikamını Kürt halkını bombalayarak almaya çalışıyor.
Bombaların hedefi olan Maxmur, Şengal ve Derik aynı zamanda barbar IŞİD çetelerinin yenilgiye uğratılmasında büyük emekleri olan, en kahramanca savaşmış yerlerin başında geliyor.
Bombalanan yerlerin hava sahası esas olarak ABD ve kısmen de Rusya gibi emperyalist güçlerin de denetiminde bulunuyor. Bu saldırı aynı zamanda onların onayı ile gerçekleşmiştir. Sözüm ona Kürtlerle beraber IŞİD’e karşı savaş koalisyonunun içinde yer alan bu güçler, bu saldırıya onay vererek, gerçekte IŞİD ile sömürgeci Türk devletinin yanında, Kürt halkının ise karşısında yer almışlardır. Buna rağmen Kürtlerin IŞİD’e karşı direnişlerini övmeleri, emperyalistlere has ikiyüzlülük ve sahtekarlığın yeni bir örneğinden başka bir şey değildir. Bu saldırı, emperyalistlerden ezilen halklara dost ve müttefik olunmayacağını bir kez daha acı bir şekilde kanıtlamıştır.
Daha bombaların dumanı bile dağılmadan, saldırıların hemen ertesi günü, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani, sarayda Türk bayrağı önünde Tayyip Erdoğan ile aynı karede poz vermekte hiçbir beis görmedi. O da safını belli ederek, saldırılara onay ve destek verdiğini göstermiş oldu. Böylece sadece emperyalistler değil, artık bölge gericiliğinin bir parçası haline gelen bu burjuva-feodal unsurlar da ezilen Kürt halkının düşmanıdırlar. Kendilerinin de Kürt olması bu gerçeği değiştirmiyor maalesef.
Yine BM, Maxmur kampından sorumlu olduğu halde olaya sessiz kalırken, topraklarının başka bir devlet tarafından bombalanmasına seyirci kalan Irak ve Suriye devletleri de sömürgeci saiklerle saldırılara onay vermişlerdir.
Dışarıda Kürtleri bombalayan sömürgeci zihniyet içeride de hiç de farklı davranmıyor. “Terör” demagojisi ile Kürt halkına ve onun meşru kurumlarına yönelik saldırıların dozu gittikçe arttırılıyor. HDP’ye kapatma davası açılıyor, binlerce Kürt yurtseveri tutuklanıyor, meşru kurumları her gün basılıyor, faşist-paramiliter güçler eliyle katliamlar tezgahlanıyor, seçilmiş belediye başkanları ve milletvekilleri tutuklanarak bir halkın iradesi hiçe sayılıyor. Kürt halkıyla bir sorunları olmadığını, esas sorunun “terör” olduğunu söyleyenler, sokakta Kürtçe müzik yapan gençleri bile tutuklayarak, bizzat kendilerini yalanlayıp, Kürt düşmanlığını gizleyemiyorlar.
Ezilen Kürt halkının özgürlük ve eşitlik taleplerini kirli savaşla ve faşist baskılarla yanıtlayan bu iktidardan işçi ve emekçilere dost olması beklenemez. Türkiye’yi 20 yıldır yağmalayan dinci-faşist AKP-MHP koalisyonu, gırtlağına kadar çeteleşmiş, mafyalaşmış ve çürümüş bir yapıdır. Kendi hukukunu bile hiçe sayan gerici-faşist iktidar milyonlarca işçi ve emekçiyi kölece çalışma koşullarına ve sefalete mahkum etmiştir. Başta Kürt halkı olmak üzere, her türlü muhalefeti “terör” demagojisi ile bastırmaya çalışan faşist iktidar, böylece Türkiye halkları ile emekçilerini milliyetçilik ile zehirleyerek, onlara karşı işlediği suçların üzerini örtmeye ve ömrünü uzatmaya çalışmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, Kürt halkına sömürgeci zulmü reva görenler ile emekçilere yoksulluğu, sefaleti ve kölece yaşamı reva görenler aynı güçlerdir. Bu da sermaye iktidarından başkası değildir. O yüzden de çeşitli uluslardan Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, Kürt halkının meşru ulusal haklarının “terör” demagojisi ile bastırılmasına seyirci kalmamalıdırlar. Sermaye devletinin vatan-millet veya ulusal çıkarlar yalanına prim vermemeli, mazlum Kürt halkıyla dayanışmayı yükseltmelidirler.
Kürt halkı ile milyonlarca emekçinin kurtuluşu ne ahıra dönmüş burjuva parlamentosunda ne aldatıcı seçim sandıklarında ve ne de düzen muhalefetinin yalan vaatlerindedir. Bugünlerde Türkiye’nin dört bir yanında sefalet ücretlerine, sömürüye ve sendika düşmanlığına karşı direnen işçiler izlenmesi gereken yolu gösteriyor.
Çözüm, dağlarda, zindanlarda, meydanlarda direnen mazlum Kürt halkı ile fabrikalarda kölece yaşamaya başkaldıran işçi sınıfının mücadelesinin birleştiği yerde; yani fiili, meşru ve militan mücadelenin ürünü olacak devrim ve sosyalizmdedir.
Yaşasın halkların kardeşliği!
Kürt halkına özgürlük, eşitlik, gönüllü birlik!
BİR-KAR
(İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu)
3 Şubat 2022