Siyasal kriz ve “normalleşme” aldatmacası

İşçi sınıfı ve emekçiler düzenin siyasal krizinden, orada oluşan yeni çatlak ve kırılmalardan medet ummamalı, yüzünü siyasal sınıf mücadelesinin gündemlerine dönmelidir. Yoğunlaşan sefalet koşullarına, artan faşist baskı ve zorbalığa karşı sosyal-iktisadi talepleri ve demokratik hak ve özgürlükleri için harekete geçmelidir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 19 Haziran 2024
  • 21:30

Sermaye düzeninin “normali” de “yeni normali” de emekçi düşmanıdır!

Düzen cephesine rengini veren siyasal kriz, yeni biçimler kazanarak varlığını sürdürüyor. 31 Mart yerel seçimlerinin ardından gündeme getirilen “yumuşama” ya da “normalleşme” tartışmaları ise siyasal krizin güncel görünümünü oluşturuyor.

2015 yılından beri toplumsal desteğini korumakta güçlük çeken AKP merkezli gerici koalisyon; kirli savaş politikalarıyla, faşist zorbalıkla, siyasi pazarlıklarla, türlü hile ve ayak oyunları ile iktidar gücünü bugüne kadar elinde tutmayı başardı. Bunda elbette çapsız düzen muhalefetinin de büyük katkıları oldu. Kritik süreçlerde gerici-faşist rejimin yedeğine düşen, özellikle Kürt halkına düşmanlık çizgisinde Erdoğan yönetimi ile uyum içerisinde hareket eden düzen muhalefeti, burjuva siyaset arenasında alternatif olmaktan çok iktidarın basit bir muadili konumunda kaldı.

31 Mart yerel seçim sonuçları, burjuva siyaset alanındaki bu denklemin değişebileceğine ilişkin tartışmaları gündeme getirdi. CHP’nin yerel seçimlerde kendisinin de beklemediği oranda oy desteği alması, tersinden AKP’nin ikinci parti konumuna gerilemesi bu tartışmaların hareket noktasını oluşturuyor. Burjuva medyada bu tablo üzerinden bir dizi senaryo üretiliyor, hesaplar yapılıyor, siyasal krizin akıbetine ilişkin farklı yorumlar topluma servis ediliyor. Tam da bu toz duman içerisinde iktidar cephesinden gelen “normalleşme” hamlesi, tüm bu tartışmaların bağlandığı ana eksen haline gelmiş durumda.

İktidarın “normalleşme” manevrası adeta “Meksika Açmazı”nı anımsatan siyasal krizi yeniden alevlendirdi. MHP şefi faşist Bahçeli’den gelen art arda çıkışlar, Erdoğan’ın ikircikli “bir öyle bir böyle” açıklamaları, düzen muhalefetinin ne içerdiği belli olmayan söylemleri günlerdir toplumsal gündemi meşgul eder hale geldi. Görünen o ki Erdoğan yönetimi “suyu bulandırıp” bir kez daha kaostan-krizden beslenmenin hesabını yapıyor. Öte yandan, buna belirgin bir şekilde ihtiyaç da duyuyor. Zira, yerel seçimlerden istediğini alarak çıkmış olsa idi tüm bunlara gerek duymayacaktı. Sandıktan tahvil edeceği toplumsal destek sayesinde hem ekonomik-sosyal saldırıları uygulama konusunda hem faşist tek adam rejimini tahkim etme alanında hem de gerici-faşist dayatmaları anayasal zemine kavuşturma bağlamında çok daha pervasız şekilde hareket edecekti. Şimdi ise, bir yandan bu aynı kapsamdaki saldırıları adım adım hayata geçiriyor, öte yandan “yumuşama” vb. söylemler ile hem toplumu hem düzen muhalefetini oyalamanın ve ajandasındaki siyasal manevraları hayata geçirmek için zaman kazanmanın hesabını yapıyor.

Öte yandan, sermayenin genel çıkarlarını temsil eden düzen muhalefetinin iktidarın devreye soktuğu “Şimşek programına”, OVP ve “kemer sıkma” politikasına esasa ilişkin bir itirazının olmadığı biliniyor. Zira, dünden bugüne iktidarı ve muhalefetiyle tüm düzen partilerinin ekonomi programları krizin emekçilere fatura edilmesi konusunda birleşiyor. Dolayısıyla, iktidarın ortaya attığı “yumuşama” tartışmalarının asıl hedefinde topluma dayatılacak ekonomik-mali politikalardan ziyade düzen siyasetinin dizayn edilmesi yer alıyor. CHP başta olmak üzere, düzen muhalefetini oluşturan güçlerin iktidarın devreye soktuğu kapsamlı ekonomik yıkım programına demagojik açıklamaların ötesinde söz söylememesi de bu gerçeği anlatıyor. Bu aynı tutum iktidarın dozunu arttırdığı faşist baskı ve zorbalık karşısında da devam ediyor.

“Yumuşama” tartışmalarının toplumu daha ne kadar meşgul edeceğini, AKP-MHP iktidarının bu argüman üzerinden düzen muhalefetini daha ne kadar oyalayacağını kestirmek zor. Zira söz konusu olan dün dediğini bugün yok sayan, “U dönüşleri” ile ün salmış bir rejim. Fakat şurası açık ki, Erdoğan yönetimi hem “yeni Anayasa” konusunda, hem masasında duran siyasal hesap ve hedefler alanında “normalleşme” vb. söylemler üzerinden toplumu ve düzen muhalefetini hedef alan manevralarına devam edecektir. Bu sayede elde edeceği zamanı ve kazanımlarını ise siyasi hedeflerini uygulamak için sonuna kadar değerlendirecektir. Özellikle de gerici-faşist rejimin tahkim edilmesi ve “yeni Anayasa” ile güvencelenmesi bakımından...

Emekçiler yüzünü sınıf mücadelesine dönmelidir

Geride kalan iki-iki buçuk yıl boyunca toplumun gündemini merkezi ve yerel seçimler meşgul etti. Büyük oranda örgütsüz ve dağınık bir tabloya sahip olan işçi sınıfı adına da tablo farksızdı. Düzen siyasetinin köpürttüğü, reformist solun ise kendi konumu üzerinden körüklediği seçim atmosferinden en çok etkilenen, sahte vaat ve umutlarla oyalanan, bu sırada krizin en ağır yükünü de sırtlanmış bulunan işçi sınıfı ve emekçilerin sefaleti bu dönem boyunca alabildiğine derinleşti.

Şimdi ise aynı yoğunlukta ve biçimde olmasa da “yumuşama” ya da “normalleşme” söylemleri üzerinden benzeri bir oyun sergileniyor, emekçiler bu yolla düzen siyasetine yedeklenmek isteniyor. İşçi sınıfı ve emekçiler bir kez daha bu türden oyunlara bel bağlamamalıdır. Zira, sermaye düzeninin “normali” de “yeni normali” de emekçi düşmanlığı konusunda bir ve aynıdır. Krizin ağır faturasını yeni bir düzeyde emekçilerin sırtına yüklemek isteyen sermaye düzeni, “yumuşama” ya da “normalleşme” tartışmaları ile kendi siyasal krizine denge aramakta, iktidarı ve muhalefetiyle düzen güçleri kendi konum ve sefil çıkarlarını esas alan bir süreç işletmektedir. Buradan emekçiler lehine ve çıkarına bir sonuç beklemek, bir kez daha edilgenliğe mahkum olmak, kendisine dayatılan sefaleti, baskıyı ve köleliği kabullenmek anlamına gelecektir.

Dolayısıyla, işçi sınıfı ve emekçiler düzenin siyasal krizinden, orada oluşan yeni çatlak ve kırılmalardan medet ummamalı, yüzünü siyasal sınıf mücadelesinin gündemlerine dönmelidir. Yoğunlaşan sefalet koşullarına, artan faşist baskı ve zorbalığa karşı sosyal-iktisadi talepleri ve demokratik hak ve özgürlükleri için harekete geçmelidir. Bu bağlamda sermaye düzeninin politik, ideolojik-kültürel kuşatmasını kırmak, sınıflar mücadelesinin fiili-meşru yasalarını esas almak ise kritik bir önem taşımaktadır. Zira, işçi sınıfının yakıcı iktisadi-sosyal taleplerini kazanabilmesi de faşist zorbalığı geri püskürtebilmesi de, son tahlilde çok boyutlu kölelik zincirlerini parçalayıp atabilmesi de sermaye düzeninden bağımsız, devrimci, politik bir güç olarak mücadeleye atılması ile mümkün olabilir.