İçeride kapitalistlerin dışarıda emperyalist/Siyonist güçlerin tercihiyle iktidara taşınan dinci-faşist rejimin ülkeyi içine ittiği durum, “çöküş” olarak tanımlanıyor. Çöküş sadece ekonomik, siyasal, hukuksal, sosyal alanlarla sınırlı değil, artık insani ve ahlaki çöküşten de söz ediliyor. Dincilik, tarikatçılık, sapkınlık, ırkçılık, Nazi özentileri, mafyacılık, çetecilik, adam kayırmacılık yayılırken, vahşi cinayetlere sokaklara taşan taciz ve istismar saldırıları eşlik ediyor. Gelinen yerde kadın cinayetlerine çocukların katledilmesi de eklenmiş bulunuyor.
Ülkeyi bu karanlık dehlize sürükleyen AKP-MHP rejimi “yerli, milli, değerlerimiz, vatan, millet, Sakarya” türünden bir yığın söylemi bıktırırcasına kullanıyor. Bir yandan şeriatçı uygulamaları topluma dayatan bu rejim, öte yandan dünyanın mafya babalarını topluyor, kara paralarını aklama imkanı sağlıyor, onlara vatandaşlık satıyor, pasaport veriyor, ülkeyi uyuşturucu imalatı, ticareti ve tüketimi için bir üs haline getiriyor. Uyuşturucu kullanma yaşanın 9’a kadar inmesi, bu “yerli-milli” rejimin ülkeyi içine ittiği durum hakkında fikir veriyor.
Kara paraya muhtaç olan rejimin kendisi de adım adım mafyatik bir niteliğe büründü. Kendi hukukunu ayaklar altına alan rejimde “tepeden tırnağa mafyacılık” geçer akçedir. Katiller, tecavüzcüler, mafya babaları, çete başları sokaklarda dolaşırken, Saraya biat etmeyenler ise akla ziyan “suçlar” imal edilerek zindanlara atılabiliyor. Uzun yıllar rejim tarafından İçişleri Bakanı koltuğuna oturtulan kişinin mafya babalarıyla, çete başlarıyla, katillerle, dolandırıcılarla, tecavüzcülerle fotoğraf çektirme merakı yıllar boyunca medyada manşetleri meşgul etti. Zira ne zaman bu kriminal tiplerden biri yakalansa mutlaka “bakan beyle” çektirdiği bir fotoğrafı yayınlanıyordu.
Bu rejimde saraylarda sefahat sürenler, sefalete mahkum ettikleri emekçilere “halinize şükredin” diye vaaz veriyor, azla yetinmenin ne kadar “kutsal” olduğunu anlatabiliyor. 50 bin dolarlık kol çantası ile dolaşan “Sarayın leydisi” emekçilere “öğünlerinizi küçültün” diye nasihat verebiliyor. Bunları yaparken ne yüzleri kızarıyor ne hicap duyuyorlar.
Mafyacılık bataklığına battıkça din istismarına daha sıkı sarılan Saray rejimi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı (DİB) kullanarak din sosuna bulanmış propaganda ile emekçilerin zihinlerini zehirlemeye çalışıyor. DİB’in başındaki kişi ve müritleri ise mafyatik rejime sundukları hizmetler karşılığında kara paradan paylarına düşeni alıyor, bununla lüks ve şatafat içinde yaşıyorlar. Hal böyleyken minberlere çıkan bu yozlaşmış kast, “Bu dünyada azla yetinirseniz, öbür dünyada ödüllendirileceksiniz” diye emekçilere vaaz vererek pişkinlikte sınır tanımıyor. Tüm bu kepazelikler yetmiyormuş gibi, Saray-Şimşek programı uygulayan AKP-MHP rejimi, tabloyu her gün biraz daha karartarak yol almaya devam ediyor.
***
Saray rejiminin ülkeyi bu hale getirmesi tesadüf değil. Sermayeye ve emperyalistlere hizmet etmek için uyguladığı politikalar bunu kaçınılmaz kılıyor. Ücretli işçi ve emekçilerin bu rejim döneminde milli gelirden aldıkları payın %35’lerden %25’lere gerilemesi sorunun kaynağını gözler önüne seriyor. Bunun kendisi, vahşi sömürü koşullarının on milyonlarca emekçiye dayatılması anlamına geliyor. Rejimin efendilerinin lükse, şatafata düşkün olmaları, sömürü ve yağmadan büyük pay almaları ise işçilerin, emekçilerin ve emeklilerin sefaletini daha da derinleştirmiştir.
Tepeden tırnağa yozlaşmış bu zorba rejimin dayatmalarına karşı bir sınıf hareketi veya toplumsal muhalefetin gelişmemesi, çürümenin topluma sirayet etmesine de alan açtı. Rejime tepkili olan toplumun önemli bir kesimi düzen muhalefetine umut bağlamış, ancak 31 Mart yerel seçimlerinden galip çıkan düzen muhalefetinin lideri CHP, kısa sürede kendisine umut bağlayanları hayal kırıklığına uğratmıştır. Zira, hezimete uğrayan kokuşmuş rejimin üzerindeki basıncı arttıracağına, onunla “normalleşme” arayışına girmeyi tercih etmiştir. Saray rejimine duyulan tepkinin kitle hareketine dönüşemediği yerde sermaye partisi CHP’ye umut bağlamak hüsrandan başka bir şey getirmemiştir.
***
“Normalleşme” seremonilerini başlatan CHP lideri Özgür Özel, Saray rejiminin yarattığı ucubeliklerin “normal” olduğunu kabul ettiğini, kendisine oy verenlerin de bunu böyle kabul etmesi gerektiğini vaaz etmeye başladı. Seçim hezimetinin ardından serseme dönen, bir süre 1100 odalı sarayına kapanan AKP şefine “hayat öpücüyü” veren Özel, kendisinden önce bu uğursuz rolü oynayan Deniz Baykal, Kemal Kılıçdaroğlu ikilisinin izinden gideceğinin işaretini verdi. Bir ara “Denizlerin yolundan gitmek” gibi sol söylemler kullanan Özel, gelinen yerde mafyatik Saray rejiminin uydusu olduğunu düşündüren tutumlar alıyor. Kendisine “çürük” diyen, CHP’yi o bilinen faşist üslubuyla tehdit eden Devlet Bahçeli ile yakınlaşmayı mahsur görmeyen Özel, Tayyip Erdoğan TBMM’ye girdiğinde ayağa kalkarak, mafyatik Saray rejimini “normal” kabul eden tutumunu sürdürdü. Bundan dolayı eleştirildiğinde ise, “makama saygı” gerekçesinin arkasına sığındı. Hatta Erdoğan’ın “AKP’li değil, toplumu kucaklayan bir Cumhurbaşkanı gibi konuşma yapmasını beklediğini” söyledi. Erdoğan AKP şefi olarak konuşunca buna “sitem” eden Özel ve ekibi, çıkışta ayağa kalkmayarak sözde “tepkilerini” ortaya koydular.
Bu uğursuz rolü oynayan Özel ve ekibi, arada bir bazı toplumsal sorunlardan söz ediyor. İşçinin, emekçinin, emeklinin sorunları üzerine konuşuyor. Ancak bu açıklamaları “normal” rejimle “normal” ilişkiler içinde olmasına engel olmuyor. Lakin işler “normal” şekilde seyrederken, Saray rejimi yine yapacağını yaptı: CHP’nin önceki şefi ve Özel’in utası olan Kemal Kılıçdaroğlu için mahkeme zorla getirtme kararı aldığını ilan etti. Yönetimdeyken Saray’ın işlerini kolaylaştıran Kılıçdaroğlu, şimdi ofisinde çektirdiği video ile “dik duruşunu” sürdürdüğünü ilan ederek güya Saraya “meydan okudu”. Özel ise ezberi bozulmuş gibi, rejime “tepki” gösterdi. Haksız da sayılmaz, zira işler “normal” şekilde giderken Saray rejiminin Kılıçdaroğlu hamlesi ortalığı biraz bulandırdı.
***
“Normalleşme” adımının daha iddialı olanını ise faşist partinin şefi Devlet Bahçeli attı. Düne kadar HDP ve DEM partililere selam vereni terörist ilan eden, onlarca kez “HDP kapatılmalıdır”, “hazine yardımı kesilmelidir” diye höyküren, “bunlar terörist”, “bunlar haşarat” türünden iğrenç söylemler kullanan faşist partinin şefi birden “barış” lafları eşliğinde sahneye çıktı. DEM Parti milletvekilleriyle tokalaşarak “yeni çözüm süreci” tartışmalarını tetikleyen Bahçeli de “normalleşme” lafları etmeye başladı. Dilinden küfrü, hakareti, tehdidi, şantajı düşürmeyen Erdoğan ise stepnesi Bahçeli’nin “çok değerli bir iş yaptığını” söyledi. Yakın zaman önce halay çeken Kürt gençlerini polis zorbalığıyla göz altına aldıran Saray rejiminin başı, “Bu ülkede anadilini konuştuğu için zulüm görenler oldu” diye vaaz verecek kadar pişkinleşti…
Mafyatik dinci-faşist rejim, bir yerlerden “vahiy” almış gibi birden “normalleşti”. Dinci-faşist rejimin şeflerinin “barıştan, birlikten, yeni bir dönem başlatmaktan” söz etmeye başlamaları, DEM Parti’nin bazı yöneticilerini de “normalleşme” kervanına katılmaya heveslendirmiş görünüyor. Birkez daha “demokratik Anayasa” söylemleri duyulmaya başlandı. Dinci-faşist zihniyetten “demokratik Anayasa” beklentisi daha önce de dile getirilmiş, ancak yazık ki sonuçları trajik olmuştu.
Şimdi hiç olmadığı kadar mafyalaşmış/çeteleşmiş, seçimlerde hezimete uğramış, zorbalık dışında elinde yönetim aracı kalmamış, işçi sınıfı ve emekçileri daha derin bir sefalete razı etmek için azgın dişlerini daha sık göstermeye başlamış olan bir rejim var. Bu rejim her nasılsa bir yerlerden “vahiy” alıyor ve “demokratik Anayasa” tartışmalarının muhatabı kabul ediliyor. Görünen o ki, politik arenada yeni bir “siyasi akıl tutulması” döneminin kapıları açılmak üzere.
***
Saray-Şimşek programı ile “kemer sıkmadan” boğaz sıkma dönemine geçiş yapan rejim, şu ana kadar yaptıklarıyla yetinmeyecek, emekçilerin boğazını sıkmaya devam edecektir. Ama bu arada “İsrail Filistin, Lübnan ve Suriye’den sonra Türkiye’ye saldıracak”, “ülkeyi demir kubbe ile korumak için eller cebe”, “yeni bir çözüm süreci başlıyor” tartışmalarının tozu-dumanı ile ortalığı bulandırabileceğini var sayıyor.
Saray rejiminin propaganda aygıtları bu toz-duman içinde mealen emekçilere şunları söylüyor: “Boğazınızı sıkmaya devam edeceğiz. Sakın sesinizi çıkarmayın. Oturun oturduğunuz yerde. Bu koşullarda rejime karşı çıkar, hak aramak gibi şeyler yaparsanız Türkiye Gazze gibi olur…”
Mesele şurada düğümleniyor: işçi sınıfı ve emekçiler bu sahtekarlıklara kanıp boğazlarının daha da sıkılmasına izin mi verecek, sermayenin çürümüş mafyatik rejiminden hesap sormak için harekete mi geçecek?