7 Ağustos’ta Wuppertal-Oberbarmen’de polis saldırısı ve keyfi yasağıyla yarım kalan Engels anmasında BİR-KAR adına yapılan Almanca konuşmanın Türkçe metnidir…
Değerli dostlar, yoldaşlar,
Engels ve Marx’ın tarihsel materyalist yöntemi, bize toplumları, toplumların tarihsel gelişmesini açıklayan temel yasaları sunmaktadır. Ortak eserleri Komünist Manifesto’da vurguladıkları gibi, sınıfların ortaya çıkışından itibaren, "Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir."
Bu, yaşamın her alanında açık ya da örtülü, şiddetli ya da barışçıl sayısız araç, yol ve yöntemle süren bir savaşımdır. Kapitalizmin tarih sahnesine çıkmasıyla ivmelenen bu savaşta, işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen halkların, gençliğin ve kadınların mücadeleleri ve devrimler sayesinde hala da kullandığımız hak ve özgürlüklere sahibiz. Dünya burjuvazisi bunları gasp etmek amacıyla uzun on yıllardır hamle üstüne hamle yapıyor. Özellikle emperyalist burjuvazi tarafından “tarihin sonunun, kapitalizmin ebediliğinin” ilan edildiği 90’lı yıllardan itibaren, ekonomik-sosyal kazanımlarımız, siyasal hak ve özgürlüklerimiz parça parça yok ediliyor. Kapitalist devletler, sınıf mücadelesinin düzeyine göre, bu dizginsiz gasp hareketinde kimi zaman başarılı oluyor, kimi zaman geri adım atıyorlar.
Son yıllarda yine siyasal hak ve özgürlüklere, özel yaşama, toplantı, gösteri ve ifade özgürlüğüne, esasen tüm evrensel insan haklarına yönelik kapsamlı bir saldırı dalgasıyla karşı karşıyayız. Dünün sözde “refah toplumları”, “sosyal devletleri”, güya “demokrasi, özgürlük ve insan hakları”nın merkezleri olarak lanse edilen Avrupa ülkeleri bu saldırının başını çekiyorlar. Kapitalizmin kaleleri sayılan İsviçre, Fransa, Almanya gibi ülkelerde peş peşe polis devletini tahkim etme adımları atılıyor. Faşist baskı ve devlet terörünün önünü sonuna dek açan polis yasaları çıkarılıyor veya çıkarılmaya çalışılıyor. Bu yeni yasalara göre, polis ve istihbarat teşkilatları herhangi bir somut gerekçe olmaksızın dahi istedikleri herkesi kapsamlı bir şekilde izleyebilecek, her türlü dijital ve elektronik cihazı casus programlarla tamamen ele geçirebilecek, istedikleri kişiye suçlu muamelesi yapabilecekler. Örneğin İsviçre gibi ülkelerde insanlar etnik köken, politik düşünce vb. nedeniyle potansiyel suçlu veya “tehlikeli şahıs” olarak damgalanabilecek. Polisin gerekli görmesi halinde ve mahkeme kararına gerek duyulmaksızın bu insanlar uzun aylar boyunca gözaltında tutulabilecekler. Hatta 12 yaşındaki çocuklar dahi uzun süreli ev hapsine alınabilecek. Yine sisteme, devlete, hükümete tepki ve eleştiri içeren şiarlar gösteri ve eylemlere saldırının, eylem yasaklamalarının gerekçesi olabilecek. Tersinden, polis şiddetini ve devlet terörünü ifşa ya da teşhir etmek suç sayılacak. Bu akıl almaz gasp ve polis devleti listesi böylece uzayıp gidiyor. İşte Avrupa burjuvazisinin topluma dayattığı faşist zorbalık ve karanlık gelecek!
Sınıf ve kitle hareketinin hala da zaaf ve zayıflıklarla malul olduğu bir dönemde, Avrupa’nın emperyalist devletlerinin bile böylesine diş göstermesinin tesadüf olmadığını biliyoruz. Emperyalist kapitalizm uzun yıllardır çok yönlü bir tıkanma, bunalım ve çözümsüzlük içinde debeleniyor. Dünya burjuvazisinin kitlelere ekonomik-sosyal yıkımdan, kitlesel yoksulluk ve sefaletten, emperyalist rekabetin ürünü savaşlardan, bölgesel boğazlaşmalardan, ekosistemi ve iklim dengesi bozulmuş bir dünyadan başka verebileceği hiçbir şey yok. Son iki yıla damga vuran korona pandemisi ve giderek daha sık yaşanan güya doğal felaketler, en gelişmiş kapitalist ülkelerin dahi ne denli zavallı halde olduklarına yeniden ve yeniden ayna tutmaktadır. Dünya burjuvazisi, emperyalist-kapitalist barbarlığa karşı özellikle son on yılda tüm dünyada yaygınlaşan sosyal mücadeleleri bastırmanın yolunu faşist baskı ve devlet terörünü tırmandırmakta; ırkçılık, şovenizm, dinsel gericilik gibi zehirleri empoze etmekte; polis devleti uygulamalarını dayatmakta görüyor. Tüm bunlar egemenlerin halihazırda bunalımlar, savaşlar, sosyal çalkantılarla karakterize olan ve kaçınılmaz olarak devrimlere varacak bir sürece hazırlığından başka bir şey değildir. Hayli deneyimli olan burjuvazi de biliyor ki dalgalar halinde ilerleyip çekilen sosyal patlamalar ve toplumsal çalkantıların eksenine eninde sonunda işçi sınıfı yerleşecek, sosyalizm seçeneği “başka bir dünya” arayışındaki tüm toplumsal dinamikler için yeniden biricik kurtuluş umudu olacaktır.
Mevcut yasalarda insanlık onuruna ve evrensel haklara aykırı yeterince faşizan dayatma yokmuş gibi, yenilerini eklemeleri de söz konusu hazırlığın bir parçasıdır. Dünyanın sömürücü egemenleri şimdi bizden eski ve yeni faşist yasalara uymamızı, demek oluyor ki onurumuzdan, dişe diş mücadelelerle burjuvaziye kabul ettirilmiş hak ve özgürlüklerimizden uysalca vazgeçmemizi bekliyorlar. Tek görevi, insanlığı ve doğayı uçuruma sürükleyen bu asalak ve barbarca düzeni korumak olan kolluk güçlerinin terörüne, yargı ve hapis sistemine boyun eğmemizi istiyorlar. Yasalar böyle buyuruyor diyorlar. Kimin yasaları? Marx ve Engels’in izleyicileri olarak biliyoruz ki, onların yasa dedikleri bu faşist dayatmalar silsilesi, sınıf savaşımındaki mevcut statünün veya karşıt sınıflar arasındaki dengelerin yazılı hukuksal ifadesinden başka bir şey değil.
Bugün burada 126. ölüm yıldönümünde saygıyla andığımız, işçi sınıfının devrimci öğretmenine, büyük ustamız Friedrich Engels’e bir kez daha söz veriyoruz ki, işçi ve emekçi kitlelerin sosyal mücadelelerle, devrimlerle, milyonlarca yaşam pahasına insanlığın evrensel kazanımları hanesine yazdırdığı hak ve özgürlüklerimizden vazgeçmeyeceğiz! İşçi sınıfının, emekçi ve ezilen kitlelerin kurtuluş davasının savunucuları olarak, sonuna kadar haklı ve meşru mücadelemizden bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da geri adım atmayacağız. Haklı ve meşru olmanın getirdiği, insanlık onurunun emrettiği hak ve özgürlüklerimizi fiilen kullanmaya devam edeceğiz; bunlar ister burjuvazinin kitapçıklarında yazılı olsun ister olmasın!
Selam olsun proletaryanın ölümsüz önderi Friedrich Engels’e!
Yaşasın proletarya enternasyonalizmi ve sosyalizm!
BİR-KAR
7 Ağustos 2021