Maden ocakları, kapitalizmde ücretli emek sömürüsünün en vahşi gerçekleştiği alanlardan biridir. Bundan dolayı işçi sınıfının mücadele tarihinde maden işçilerinin belirgin bir yeri olmuştur. İşin fiziki açıdan zorluğu, işçilerin yaşamının önemli bir bölümünün yeraltında geçmesi, iş cinayetlerine kurban gitme ihtimalinin yüksek olması gibi etkenler madenleri sınıf çatışmalarının sert yaşandığı alanlardan biri haline getirmiştir. Kuşaklar boyu süren mücadeleler sonucunda işçiler, kimi zaman yenilgiye uğrasalar da pek kazanım da sağlamış, kapitalist şirketleri ve devletleri belli önlemler almaya zorlamıştır. Bilim-teknoloji alanında gerçekleşen büyük gelişmeler önlemler alınmasını kolaylaştırmış, Türkiye gibi kapitalizmin en vahşi türünün egemen olduğu ülkeler dışında, madenlerde ölümlü kazalar asgariye düşürülmüştür.
Dünyada azalırken Türkiye’de çoğalıyor…
Dünyada ölümlü “iş kazaları” oranı düşerken, madenlerse bazı ülkede sıfıra yakınken, AKP’nin iktidar olduğu son 20 yılda ölümlü “kazalarda” %100’e yakın bir artış olmuştur. Soma katliamını savunmak için vaaz veren Tayyip Erdoğan, 100-150 yıl önce gerçekleşen katliamları örnek vermişti. Zira dünyada artık AKP-MHP tarzı rejimler işçileri bu kadar gaddarca ölüme mahkum ediyor. İş Sağlığı ve İşçi Güvenliği Meclisi'nin (İSİG) raporuna göre, AKP’li yıllarda en az 1989 maden işçisi iş cinayetinde yaşamını yitirdi. Yani her yıl sadece maden ocaklarında önlem alınmadığı için 100 işçi hayatını kaybetmiş. Önlem almak mümkün, ölümlü “kazaları” ortadan kaldırma olanağı varken bunun yapılmaması, kapitalistler ve onların hizmetindeki Saray rejiminin binlerce işçinin ölümünden sorumlu oluklarını gösteriyor.
İşçilerin seri şekilde ölüme mahkum edilmeleri bir sektörle sınırlı değil. Madenlerin daha çok öne çıkması, ölümlerin kitlesel bir şekilde gerçekleşmesinden kaynaklanıyor. Toplu ölümlerde, yani katliamlarda rejimin ağababaları dahil, düzen partileri “ilgi” gösteriyor. Tabii suçlarını örtmek için bunu yapıyorlar. Katliamı unutturunca yine bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Oysa madenlerdeki gibi toplu olmasa da iş cinayetleri ‘sıradan bir olay’ haline gelmiştir Saray rejiminde. İSİG raporu, bu yılın sadece ilk 9 ayında en az 1359 işçinin iş cinayetlerine kurban gittiğini ortaya koyuyor.
Bu tablo ortada korkunç bir işçi katliamı olduğunu gözler önüne seriyor. İş cinayetleri AKP rejimi ile başlamadı elbet, kapitalizm her zaman vahşidir ve alınmayan önlemler, aşırı çalıştırma, çalışma güvenliği konusunda yeterli eğitimin verilmemesi, meslek hastalıkları gibi sebepler işçileri ölüme sürüklemektedir. AKP-MHP rejiminin farkı, iş cinayetlerinin her alanda katlanmasına neden olan politikalar izlemesinde belirginleşiyor. Maden ocaklarının yanı sıra inşaatlarda, tarım işlerinde, fabrikalarda, işletmelerde her gün işçiler hayatını kaybediyor. Ancak bu kadar çok işçinin ölmesi, Saray’da sefahat süren zevatı ilgilendirmiyor. Toplu ölümler olduğunda sahtekarca tasarlanmış bir seremoni düzenleyip cinayeti geçiştirirler. Soma gibi örneği 19. yüzyılda bile pek görülmeyen bir katliamı bile geçiştirdiler. Katilleri değil, işçilerin davasına bakan avukatları zindana attılar. Öte yandan Soma’da madenci tekmeleyen, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın eski Özel Kalem Müdür Yardımcısı Yusuf Yerkel ise 2022’de Frankfurt Başkonsolosluğu'na Ticari Ataşe olarak atandı.
Failler hem pişkin hem küstah!
İşçilerin çalışırken ölmesini ‘sıradanlaştıran’ rejim 20 yıldır işbaşında. Özelde beşli çeteyle “yandaş sermaye”, genelde tüm kapitalistler bu ‘ölüm çarkı’nın dönmesinden çok memnun görünüyorlar. Kokuşmuş Saray rejiminin sergilediği acımasızlık da bu kapitalist sınıf karakterinden kaynaklanıyor. AKP’nin din istismarcılığı ve ırkçılık üzerinden siyaset yapması, Tayyip Erdoğan’la müritlerinin pişkinlikte sınır tanımamalarına zemin hazırlıyor. Zira din istismarı, işledikleri suçları -en azından söylemde- Allah’ın sırtına yıkma imkanı sağlıyor. Adamlar “fıtrat/kader” diyerek işin içinden sıyrılıyorlar. Bu demagojiyle hem vahşi sömürüyü hem işledikleri suçları örtmeye çalışıyorlar.
Soma’daki vahşi kıyımdan sonra, o zaman başbakan olan AKP şefi şöyle demişti:
“…Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok…”
Erdoğan, Bartın Amasra’da katledilen işçi yakınlarına şöyle hitap etti:
“…Bizim kader planına inanmış insanlarız, kader planına inandığımız için de bunun ne dünü ne bugünü ne de yarını hiçbir zaman olmayacaktır. Bunlar her zaman olacaktır, bunu da bilmemiz lazım.”
Son açıklamasında yaralı işçilere değinen Tayyip Erdoğan şu ifadeleri kullandı:
“Ancak bu 41 şehidimizin dışında bütün oradaki yaralılarımıza anında müdahale ile onları sağlıklarına kavuşturmak; 6 tane de ağır olan ki bir tanesinin şuuru açıktı; hastanede ziyaret ettim. Diğer 5 tanesinin durumu biraz sıkıntılı.”
Kullandığı dil, kurduğu cümleler bozuk olsa da bu sözler görülmemiş bir pişkinlikle zihniyetini açık ediyor ve yüzü kızarmadan şu mesajları veriyor:
“Maden işçileri öldü, ölüyor, ölmeye devam edecekler. Bunu bilin. Grizu patlar, yangın çıkar madende bulunan ‘tanelerin’ bazıları ölür bazıları sakat kalır, bu böyle sürer gider…”
Ölen işçilerin yakınlarını hiçleştiren bu ifadeler, diğer maden işçileriyle yakınlarına da şu mesajı veriyor: “Masraf yapıp önlem almamızı beklemeyin. Kaderiniz böyle. Sıra size de gelecek, şimdiden ölüme hazır olun!”
İşçi sınıfının örgütlü gücü bu çarkları parçalayabilir
Ölen genç bir işçinin ablası Amasra’da AKP şefine şu soruyu sordu: “Kardeşim 10-15 gün önce ‘burada gaz kaçağı var demiş. Bizi yakında patlatacaklar’ demiş. Nasıl ihmal oldu?”
Erdoğan somurtarak bakmakla yetiniyor. Oysa ortada bile bile işlenmiş bir toplu cinayet var. Önlem aldırmayan Saray rejiminin başı, “kader” diyerek suçu örtbas etmeye çalışıyor. Ama bu tutumuyla verdiği diğer mesaj ise şu oluyor: “Bu suçu işledim, işliyorum, işlemeye devam edeceğim.”
Milyonlarca işçiyi sefalete mahkum eden rejimin başı, toplu bir katliamdan sonra işçi sınıfına bu sözlerle meydan okuyor. Ne pişkinlikte ne küstahlıkta ne acımasızlıkta sınır tanıyor. Onuruyla insanca çalışıp yaşamak isteyen her işçinin artık şu soruyu sorması gerekiyor: Erdoğan, bu cüreti nereden alıyor?
Bu soruya cesurca yanıt arayan her işçinin şu gerçeği görmesi zor değil: İşçi sınıfının bilinç, örgütlenme, meşru-fiili mücadele alanındaki zayıflığı, sermaye sınıfı ile Tayyip Erdoğan gibi temsilcilerini bu kadar küstahlaştırıyor.
Oysa ölüm çarklarına teslim olmak ne kaderdir ne de fıtrat. Tam tersine, işçi sınıfının örgütlü gücü harekete geçirildiğinde bu ölüm çarkları da bu çarkları çeviren kokuşmuş rejimi de paramparça eder, sömürü ve kölelikten arınmış sosyalist bir dünya kurmanın kapılarını açabilir. Her onurlu işçinin bu gücü örgütleyip harekete geçirmek için çalışmasının zamanı geldi geçiyor bile…