AKP-MHP iktidarının içinde debelendiği krizin ve çıkışsızlığın faturası döne döne işçi ve emekçilere kesiliyor. Temel tüketim maddelerine art arda gelen zamlar, düşük ücretler, işsizlik ve çalışma koşullarının günden güne ağırlaşması gibi olgular emekçilerin yaşamını cehenneme çeviriyor. Toplumun büyük bir kesiminde sürekli bir öfke mayalanıyor. Çok sayıda kentte ve işyerinde, farklı sektörlerde çalışan işçiler eylemli tepkilerini ortaya koymaya devam ediyorlar. Hak mücadelesini büyüten işçi ve emekçilerin bir kesimini de sağlık emekçileri oluşturuyor. Hastane ve aile sağlığı merkezlerinde farklı görevlerde çalışan sağlık emekçileri, ağırlaşan çalışma ve yaşam koşullarına karşı bir süredir tepkilerini eylemlerle sergiliyorlar.
Ekonomik krizin etkileri derinleşirken patlak veren koronavirüs pandemisi ile birlikte sağlık emekçilerinin yıllardır biriken sorunları bir kez daha gün yüzüne çıktı. Salgının yönetim sürecinin hiçbir aşamasında söz hakkı tanınmayan sağlık emekçilerinin var olan hakları da gasp edildi. İki yılı aşkın süredir pandemiyi yönetemeyenlere karşı seslerini duyurmaya çalışan sağlık emekçileri mücadeleyi büyütmeye devam ediyor. Gasp edilen haklarını “Beyaz Nöbet”, “Beyaz Forum”, “Beyaz Buluşma”, “Beyaz Yürüyüş”, iş bırakma eylemleri gibi farklı yol ve yöntemlerle korumaya çalışan sağlık emekçileri son olarak 2 günlük Büyük G(ö)rev gerçekleştirdi.
Sağlıkta sermaye için düzenleme
Kamu kaynaklarının özelleştirilmesi ve işçi sınıfının kazanılmış haklarına dönük saldırı planı 24 Ocak 1980 yılında açıklandı. Bu kararların hayata geçirilebilmesi için de 12 Eylül askeri faşist darbesi gerçekleştirildi. Sermaye sınıfı için dikensiz gül bahçesi yaratmayı hedefleyen 24 Ocak kararları birbiri ardına gelen sermaye hükümetleri tarafından uygulanmaya çalışıldı. AKP de bu geleneğin son halkası oldu. Darbecilerden devraldığı saldırı programlarını hayata geçirmek için, iş başına geldiği ilk yıllardan itibaren yapmadığını bırakmadı.
Örneğin sağlık alanındaki özelleştirme faaliyetleri özellikle AKP döneminde hızlandırıldı. 2003 yılında AKP tarafından ortaya atılan Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık hizmetleri sermayeye peşkeş çekildi. Sağlık kaynaklarının kamudan özel sektöre aktarılmasına hız verildi. Sağlık hizmetleri bir devlet politikası olarak adım adım çökertilirken, özel sağlık sektörü de bizzat devlet tarafından seçenek haline getirildi. Bu süreç sağlık emekçilerini özel sektörün “ucuz emeği”, hastaları da “müşteri” haline getirdi.
Toplumun sağlık hakkına ve sağlık çalışanlarına karşı sermayenin ihtiyaçları için gündeme getirilen Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın sonuçları, pandemi döneminde sağlığın çöktüğünü ve işlemez hale geldiğini gözler önüne serdi. Bu politikaların sonucu olarak halkın sağlığa erişimi daha da zorlaştı. Yanı sıra sağlık emekçilerinin üzerindeki çalışma yükü arttı ve sağlık sistemi işlemez hale geldi.
Sağlıkta şiddetin önü alınamıyor
Gerçekleri söyleyenlere büyük bir saldırganlık sergileyen sermaye iktidarının sözcüleri, pandemiyi yönetememenin getirdiği çıkışsızlığın da etkisiyle sağlık emekçilerine yönelik saldırgan söylemlerini artırdılar.
Faşist darbeci Kenan Evren, miting kürsülerinden halka, “Köyünüzde durmak istemeyen doktorları ağaca bağlayın” diyordu. AKP’nin sözcüleri de darbecilerden devraldıkları saldırganlığı sürdürmeye devam ediyorlar. Bu söylemlerle mesleği daha da itibarsızlaştırılan emekçiler fiziki saldırıların doğrudan hedefi oluyorlar. Toplumun büyük bir kesimi tarafından sağlık hakkına erişememenin ve nitelikli sağlık hizmeti alamamanın sorumlusu olarak görülen sağlık emekçilerine yönelik fiziki ve sözlü saldırılar artıyor ve sağlıkçılar hasta yakınları tarafından katlediliyor. Buna karşı önlem alınmadığı gibi süregiden cezasızlık politikası da saldırganlara güç veriyor.
“Büyük G(ö)rev”e adım adım
Sağlığın özelleştirmesi ve şiddet başta olmak üzere sağlık emekçileri yıllardır biriken sorunlarına karşı birlikte ses yükselttiler. Bu sorunlar arasında performans dayatması, 5 dakikada muayene kuralı, ekonomik ve özlük hakların gaspı, nöbet sonrası ücretli izin hakkının kaldırılması, 36 saate varan nöbet saatleri, niteliksiz eğitim, angarya yükler, verilen sözlerin tutulmaması, Covid-19’un meslek hastalığı sayılmaması, emekli hekimlerin düşük ücretlere mahkûm edilmesi yer alıyor.
Gerici-faşist iktidarın, sağlık emekçilerini bölmeye çalışan politikalarına geçit vermeyen emekçiler, hemşire, teknisyen, hekim, tekniker, uzman, hasta bakıcı, cerrah birlikte hareket ederek taleplerini duyurmaya çalıştılar. Özellikle son 2 yıl boyunca talepleri ve sağlık hakkına sahip çıkmak için mücadele eden sağlık emekçileri, işyeri eylemlerinin yanı sıra aile sağlığı merkezleri ve sağlık kurumlarına ziyaretler gerçekleştirerek, sosyal medya ve TV programları gibi farklı mecraları kullanarak seslerini yükselttiler ve kendi içinde birlikteliği güçlendirdiler. Bu mücadele 14-15 Mart’ta gerçekleştirilen Büyük G(ö)rev’le doruğuna ulaştı. Grev, onlarca kentte binlerce sağlık emekçisinin katılımı ile hayata geçirildi. Sağlık meslek örgütlerinin daha önceki iş bırakma eylemlerine göre katılımın belirgin şekilde yüksek olduğu kayıtlara geçti. Genç sağlık emekçilerin ve asistan hekimlerin öfkesi ve coşkusu eylemlere yansıdı.
Grevin hemen öncesinde çalışma ve yaşam koşullarının ağırlığı nedeniyle yurtdışına gitmeye çalışan ve özel hastanelere yönelen hekimlere Erdoğan’ın “Giderlerse gitsinler” sözlerine bir cevap niteliği taşıyan grev, hastalar tarafından da dayanışma ve destekle karşılandı. Hekimlerin sadece ekonomik talepleri olduğunu iddia eden Erdoğan’a, keza gönderdiği mektupla grev konusunda hekimlere aba altında sopa gösteren Sağlık Bakanı Koca’ya grev alanlarından cevap veren binlerce sağlık emekçisi, “Farz edin ki gittik” diyerek, üretimden gelen güçlerini gösterdiler.
Sağlık emekçilerinin verdiği beyaz mücadele, kapitalizmin yapısal krizlerinin faturasının kendilerine kesildiği işçilerin harekete geçmeleri ve “İnsanca yaşam” talebini yükseltmeleri bahar dönemine güç katıyor.