Saray rejiminin pervasızlığını emekçilerin örgütlü mücadelesi durdurabilir!

Sermaye iktidarının zorbaca politikalarına karşı emekçiler her alanda mücadeleyi yükseltmedikçe üstlerine çöken karabasanı dağıtamazlar. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin gerçek çözüme erişebilmesi için birleşik, kitlesel meşru-militan bir mücadele hattının örülmesi şarttır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 25 Mart 2022
  • 19:10

Türkiye’de yaşanan ekonomik, siyasal, sosyal krizler işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin yaşam koşullarını artık katlanılamaz hale getirdi. AKP-MHP iktidarının peş peşe yaptığı zamlar emekçileri boğan bir noktaya ulaştı. Gelinen aşamada yoksulluk toplumun geneline sirayet etti. Yarınını göremeyen işçi ve emekçiler ellerine geçen ücretle en temel ihtiyaçlarını karşılayamamakta, fazla mesailere kalarak veya ek işler yaparak, insan onuruna yaraşmayan koşullarda hayatta kalmaya çabalamaktadırlar.

Sonbahar aylarında saray rejimi tarafından tetiklenen kur krizinin ardından çöküş yaşayan Türkiye ekonomisi, emekçilere cehennem azabı çektirmeye başladı. Bu suçu işleyen AKP-MHP rejimi ise tam bir pervasızlıkla uğursuz icraatlarına devam ediyor. Tayyip Erdoğan sarayında sefahat sürerken, yağmadan pay verdiği müritleri ile dalkavukları etrafında el pençe divan durmakta, sarayın yarattığı ‘oligarklar’ ülkeyi yağmalamaya devam etmektedir. Etrafındaki yiyici takımıyla birlikte ülkeyi yağmalayan AKP şefi Erdoğan, çökerttiği ekonominin çarklarını emekçilere yeni vergiler yükleyerek çevirmeye çalışıyor. Rejimi ayakta tutma çabasının ürünü olan bu icraatlar toplumu sefaletin dip kuyusuna doğru itmektedir.

Toplumsal meşruiyetini ve kitle desteğini yitiren dinci-faşist iktidar ve onun şefi Erdoğan, şirazesi kaymış bir şekilde, dengesiz davranışlar sergilemektedir. Dini istismar ederek, ırkçı-şoven zehir yayarak toplumu kutuplaştıran iktidar, buna dayanarak ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Yarattığı yıkımlar yetmezmiş gibi, geçinemediği için hak arayan emekçileri azarlamayı ve hakaret etmeyi tarz haline getirdi. Sarayın ‘first leydisi’ koluna 50 bin dolarlık çanta takıp “Öğünlerinizi küçültün” diye nasihat verirken, rejimin başındaki zat ise din istismarı ve şoven ırkçılıkla zehirlediği kesimleri, hakları ve onurları için direnen emekçilere karşı kışkırtmayı ‘güncel siyasal faaliyet’ haline getirmiştir.

Sömürü, soygun, talan çarklarını pervasızca döndüren iktidar, on milyonlarca kişiyi sefalete sürüklerken kaba riyakarlık ve palavra kabilinden vaazlar vermek dışında bir şey yapmıyor. Ekonomiyi, yağmadan aldığı pay büyüdükçe “gözleri ışıldayan” Nureddin Nebati gibilere teslim ediyor. Bunlar ise bir yandan derinleşen sorunları çözmekten aciz olduklarını itiraf ediyor ama öte yandan tam bir pişkinlikle emekçilerle küstahça alay edebiliyorlar.  Rejimin sözcülerinin işi gücü, toplumun yumak haline gelen sorunlarını izlemek, ellerine yüzlerine dolanan yalanlarla günü kurtarmaya çalışmak, talan çarklarını çevirmek ve yağmadan paylarına düşeni almaya devam etmekten ibarettir.

Kurtuluş yok, emekçiler isyan etmedikçe!

Onların bu kadar pervasızca davranmalarının en önemli nedeni işçi sınıfı ile emekçi kitlelerinin tepkilerinin hep bireysel kalması ve örgütlü bir şekilde henüz sokaklara taşmamış olmasıdır. Kendi içinde birçok handikabı barındıran bu sorun çözüme kavuşmadıkça emekçiler için bu yıkımın daha da derinleşmesi kaçınılmazdır. Gerici-faşist rejimin, emekçileri mücadeleden uzak tutmak amacıyla gerilim-şiddet-korku atmosferi yaratması ve zorbalığı bir yönetme biçimi olarak kullanması halen aşılamayan sorunlardır.

Sermaye düzeninin bekasını düşünen düzen muhalefeti de isyanın sokağa taşmasını engellemek için ellinden geleni yapmaktadır. Derinleşip kronik bir hal alan sorunların çözümünü seçime havale etmesi, emekçilere sakin olmalarını ve çözüm için kendilerini beklemelerini telkin etmeleri düzen partilerinin oynadığı uğursuz rollerden biridir. Tüm bu engellere ek olarak işçi sınıfının gündelik hak alma mücadelesinde bile ayak bağına dönüşen, denetim mekanizması görevi gören sendika bürokratlarının varlığı da sınıf mücadelesinin önünde engel teşkil etmektedir.

Saray rejimi, dayattığı dinsel gericilik ile biat etmeyi ve aza razı olmayı işçi ve emekçilerin bir kesimine yazık ki kabul ettirmiş görünüyor. Böylelikle hakkını aramaktan alıkonulan emekçiler çürüme ve yozlaşmanın pençesine itilmektedir. Ayçiçek yağına gelen zammı duyan emekçiler ucuza yağ bulmak için birbirlerini ezmek yerine, birleşip zamları protesto ettiğinde sonuç bambaşka olacaktır. Aynı şey akaryakıt başta olmak üzere diğer ihtiyaç maddelerine gelen zamlar için de geçerlidir.   

Haziran direnişinden bu yana ciddi bir kitle hareketiyle karşılaşmayan saray rejimi bu sayede pervasızlığına devam edebilmektedir. Bu gidişatı tersine çevirebilmek için deprem etkisi yaratacak ve rejimin yıkımına sebep olacak ciddi bir toplumsal mücadelenin gelişmesi gerekmektedir. İşçi ve emekçilerin elini kollunu bağlayan gerici burjuva ideolojisinin tüm argümanlarına karşı sosyalizmi bir alternatif olarak koymak, işçi sınıfının devrimci potansiyelini açığa çıkartmak ve emekçileri mücadeleye seferber etmek bugün sol, sosyalist, devrimcilik iddiası taşıyan tüm güçlerin temel sorumluluğudur.

Ocak ayında bazı illerde sefalet ücreti dayatmasını kabul etmeyen işçilerin fiili grev ve eylemleri gerçekleşti. İşçi sınıfının bir an için silkinmesine ve emekçi kitlelere moral taşımasına katkı sağlayan bu eylemler, kurtuluş yolunu da göstermektedir. Sermaye iktidarının zorbaca politikalarına karşı emekçiler her alanda mücadeleyi yükseltmedikçe üstlerine çöken karabasanı dağıtamazlar. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin gerçek çözüme erişebilmesi için birleşik, kitlesel meşru-militan bir mücadele hattının örülmesi şarttır.