Türkiye’nin ekonomisi her geçen gün daha fazla alarm veriyor. Yıllardır yaşanmakta olan ekonomik ve siyasal kriz, pandemi ile dünya genelinde daralan ekonomi ve son süreçte Türkiye’nin yaşadığı siyasal gerilimlerle her geçen gün daha fazla derinleşiyor.
Tüm ekonomik veriler krizin boyutlarını ortaya koyuyor. Geçtiğimiz yıla göre 7 aylık bütçe açığı 68 milyar 682 milyon TL’den 139 milyar 147 milyon TL’ye yükseldi. Yani geçen yılın iki katı bir bütçe açığı oluşmuş durumda. Aynı dönemde faiz dışı açık ise 10 milyar 219 milyon TL’den 59 milyar 433 milyon TL’ye fırladı. Ekonomideki kötüye gidişi doların önlenemeyen yükselişi de gösteriyor. Dinci-faşist rejim kur artışı bizi etkilemiyor safsatalarıyla emekçileri aldatmaya çalışsa da, rakamlar ve günlük yaşamdaki yansımaları tam tersini gösteriyor. Türkiye’nin dış borcu her geçen gün katlanarak büyüyor. Sadece merkezi yönetimin 30 Haziran itibari ile toplam borcu 1 trilyon 631 milyar TL’ye dayanmış durumda. Borçların bu boyuta ulaşmasının temel etkenlerinden biri de döviz üzerinden borçlanmadır. Kurun bir kuruş bile artmasının hazineye etkisi milyarlar olabilmektedir.
Hal böyle iken, AKP-MHP iktidarının icraatları krizi daha da derinleştirmektedir. Merkez Bankası döviz rezervlerinin piyasaya sürülmesi, devlet bankalarının elindeki döviz cinsi sermayenin zorla alınması gibi yöntemlerle kuru sabitlemeye çalışan saray rejimi artık yolun sonuna gelmiş görünüyor. Döviz üzerinden borçlar artarken, TL üzerinden borçlanma da faiz değişkenli olduğu için, yakında beklenen faiz artışı borcu daha da katlayacaktır.
Ekonomistler, Türkiye’nin mevcut tablosunda, IMF ve Dünya Bankası gibi sermaye örgütleri ya da ABD gibi haydutlarla swap anlaşmaları yoluyla para transferi yapmak dışında bir çözüm yolunun olmadığını söylüyorlar. Bunun sonucu ise, emperyalistlerin ekonomik ve siyasal müdahalelerin daha da artması ile işçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarının daha da ağırlaşması olacaktır.
Saray rejimi iktidara geldiğinden beri özelleştirmelerle, yağma ve talan politikalarıyla, kara para aklamalarıyla ve elbette azgın bir sömürüyle krizlerini ötelemeye çalıştı. Buna rağmen patlak veren krizlerin faturası sosyal yıkım saldırılarıyla işçi ve emekçilerin sırtına yükledi.
Gelinen yerde ise krizi biraz olsun hafifletmek bir yana tam bir iflas tablosuyla yüz yüzedir. Bu durumda yapabileceği tek şey kölelik koşullarını daha da ağırlaştırmaktır. Bir kez daha fatura işçi ve emekçilere kesilecektir. Nitekim pandeminin ardından ücretsiz izin, kısa çalışma ödeneği, esnek ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaştırılması vb. adımlarla giderek büyümekte olan fatura işçi ve emekçilere ödetilmektedir.
Nitekim işçi ve emekçiler bu yıkıcı süreci etinde-kemiğinde hissediyor. Türkiye’de açlık ve yoksulluk çeken, işsizlik kervanına katılan on milyonlarca insandan bahsediliyor. Saray rejiminin ekonomide “şahlanıyoruz”, “uçuşa geçiyoruz” söylemleri artık toplumda etki yaratmıyor. Din istismarı ve şoven milliyetçilik üzerinden yürütülen politikalarla yol alınamıyor. AKP-MHP gericiliğinin kitle desteği her geçen gün erimeye devam ediyor.
Ancak kapitalist sistem bugüne kadar işçi ve emekçilere ödettirilen ağır faturalarla kriz koşullarından çıkmayı başarabilmiştir. İşçi ve emekçiler örgütlü mücadeleyi yükseltemedikleri koşullarda, sonuç farklı olmayacaktır.
Salgınla beraber dünyada ve Türkiye’de kapitalistlerin ihtiyaçları doğrultusunda hayata geçen uygulamalar, toplum sağılığı yerine üretimin çarklarının dönmesi ve bir avuç kapitalistin zenginliğinin artması için atılan adımlar, sarayın şatafatlı yaşamından hiçbir ödün vermemesi vb., işçi ve emekçilerin gerçekleri görmesini kolaylaştırmakta, öfke ve tepki birikimine yol açmaktadır.
Ancak bu çarkın tersine çevrilebilmesi için öfke ve tepkinin birikmesi yeterli değildir. Krizin emekçilere yansımalarını, baskı ve saldırganlık politikalarını değiştirecek olan işçilerin eylemli mücadelesidir. “Krizin faturasını kapitalistler ve saraylarda sefahat sürenler ödesin!” talebiyle harekete geçmesidir. İşçi sınıfı fabrika fabrika, havza havza yaratacağı örgütlenmeler ile taleplerini yükselttiği ve toplumun diğer ezilen kesimlerini bu mücadele ekseninde sürükleyebildiğinde ancak ekonomik, sosyal ve siyasal saldırıları püskürtmeyi başarabilecektir.