Geçtiğimiz haftanın en önemli gündemlerinden biri iki genç kadının vahşice katledilmesi oldu. Büyük bir sarsıntı yaratan bu vahşi cinayetin ardından başta kadınlar, üniversiteli ve liseli gençler olmak üzere on binlerce insan, ürkütücü boyutlara gelen kadın cinayetlerini protesto etmek için meydanlara çıktı. Eylemler halen sürüyor.
Öte yandan ülkenin dört bir yanında işçiler, krizin faturasının sırtlarına bindirilmesine karşı, insanca çalışma ve yaşama koşulları için grev ve direnişler gerçekleştiriyorlar. Kölelik koşullarını kabul etmeyen Fernas maden işçileri örneğinde olduğu gibi kilometrelerce yolu yürüyerek direnişlerini Ankara sokaklarına taşıyorlar.
Doğamıza, suyumuza, toprağımıza göz koyan ve bunun için insan canına kastedecek kadar gözü dönmüş olan yerli ve yabancı maden şirketlerine karşı pek çok yerde köylüler ve çevreciler direniyorlar.
İnsana olduğu kadar doğadaki tüm canlılara da düşman olan siyasi iktidarın çıkardığı yasalardan vazife çıkararak hayvan katliamı yapanlara karşı yaşam savunucuları mücadeleyi büyütüyorlar.
İşçiler, gençler, kadınlar ve köylüler, baskı, zorbalık ve sömürüyle karşı karşıya kalan değişik toplumsal kesimler mücadelenin yolunu tutuyorlar.
Ülkenin her açıdan yangın yerine döndüğü bugün sokaklara çıkan ve direnen işçilerin, “yaşamak istiyoruz” diyen kadınların ve gençlerin, doğasına, toprağına sahip çıkan köylülerin hepsinin sorunlarının temelinde adına kapitalizm denilen bu baskı ve sömürü düzeni yatıyor. Bu düzenin sahibi olan sermaye sınıfı milyonlarca işçi ve emekçinin emeklerinin sömürüsü ile ayakta duruyor, yağma ve talandan besleniyor. Sorumlusu oldukları krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmeye çalışıyor. Sömürü düzenleri sürsün, bu politikalar kararlılıkla uygulansın diye baskı ve şiddeti bizlerin üzerinden eksik etmiyorlar. Demokratik hak ve özgürlüklerimizi gasbediyorlar.
İşçiler, emekçiler, kadınlar ve gençler olarak bu düzene mahkûm değiliz!
Sermaye iktidarının tüm ezilen kesimlere dönük bu topyekûn saldırılarını ancak topyekûn bir mücadele ile püskürtebiliriz. Bugün parçalı, dağınık ve birbirinden ayrı kulvarlarda yürüyen tüm mücadeleler ise ancak işçi sınıfının merkezinde yer aldığı bir zeminde birleştirebilir. Yaşamı üreten emekçiler daha güçlü, daha örgütlü, daha kararlı bir biçimde ayağa kalktığında, birleşik, kitlesel ve devrimci bir sınıf hareketi yaratıldığında, diğer toplumsal mücadeleler de sağlam bir zemine oturabilir.
Bugün Türkiye kapitalizmi tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşıyor. Ekonomik krizin faturası işçi sınıfına ve emekçilere çıkartılırken, sermaye sınıfına ise bizim sırtımızdan kaynak aktarılıyor. Servet ve sefalet arasındaki uçurum gün geçtikçe derinleşirken, bizlere yoksulluk, ağır çalışma ve yaşam koşulları dayatılıyor. Biriken öfke ve tepkiye rağmen işçi sınıfı henüz gerçek gücünü gösterebilmiş değil. Sermaye sınıfının yılları bulan çok yönlü kuşatması, işçi sınıfının öz örgütlülüğü olan sendikaların bizzat sermayenin ajanları olan sendika bürokratları tarafından ele geçirilmesi ve siyasi iktidarın uyguladığı baskı politikaları işçi hareketinin güçlenip diğer toplumsal kesimleri mücadele içinde birleştirmesini engelliyor.
İnsanca bir yaşam ve gelecek için işçi sınıfı bu ablukayı dağıtmak zorundadır! Bunu da ancak kendi gücümüze güvenerek, tabanda örgütlenerek, mücadelemizi diğer toplumsal kesimlerle ortaklaştırarak yapabiliriz. Ekonomik krizin faturasına ve bu faturayı ödetmek için uygulanan faşist baskı politikalarına karşı seferberlik zamanı!
Emeğin Kurtuluşu’nun 42. sayısından alınmıştır…