Türk sermaye devletinin dümeninde bulunan Erdoğan AKP’si ABD emperyalizminin yedeğinde Ortadoğu halklarına karşı bugüne kadar büyük suçlar işledi. Suriye’deki gelişmeler ve Rojava’daki fiili özerk yapının oluşmaya başlamasından itibaren Kürt halkına karşı kudurgan bir düşmanlık sergilendi. AKP-MHP iktidarının Ortadoğu’da izlediği dış politikasının merkezinde Kürt sorunu ve Kürtlerin kazanımlarının tasfiyesi yer aldı. Bu aynı hedef ve kirli hesaplar doğrultusunda ABD ve Rusya’yı bir arada idare etmeye, bu iki büyük güç arasındaki çelişkilerin yarattığı olanaklardan yararlanmak için çırpındı ve kimi sonuçlar da elde etti. Bunun sonucu olarak, bugün Suriye’de işgalci bir konumdadır ve dinci cihatçı katilleri koruyup kollamakta, onları kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya devam etmektedir.
Suriye’de 2011’de patlak veren gerici iç savaşı emperyalizmin ve Siyonizm’in çıkar ve ihtiyaçlarına göre bir sonuca bağlama görevini başlangıçta taşeron devletlerden biri olarak Türkiye üstlenmişti. Bölgede güç olmak ve “yeni Osmanlıcılık” rüyasına dalmıştı. Türkiye, bir taraftan Suriyeli Kürtlerin kendi yaşadıkları topraklarda elde ettikleri meşru kazanımlarını yok etmeyi hedeflerken öte taraftan da sınır boyunca Suriye topraklarının bir kısmını ilhak etmeye yöneldi. Cihatçı katillerin ele geçirilen bölgelere yerleştirilmesi ve Kürt nüfusu hedef alan etnik temizlik planları bu amacı taşımaktaydı.
Ancak gelinen yerde ABD emperyalizminin ve İsrail Siyonizm’in taşeronu olarak Esad iktidarını yıkmayı hedefleyen Türk sermaye devletinin izlediği politika, Rusya’nın bölgeye etkili bir müdahalesi ve İran’ın desteğiyle iflas etmiş, yaptığı planlar boşa çıkmış bulunuyor. Oluşan yeni durum karşısında yeni adımlar atmak, AKP’nin iç ve dış politikası açısından bir ihtiyaç haline gelmiş oldu. Suriye ile Türkiye arasında 11 yıldır devam eden gerilimin ve Türkiye’nin Suriye’ye karşı sergilediği düşmanlığın ve komşu bir ülkenin yıkımında oynadığı uğursuz rolün ve tüm çabalarına rağmen tasfiye edemediği Rojava gerçeğinin ardından Suriye ile normalleşme politikası, AKP iktidarı için zorunluluk oldu.
Hüsrana uğrayan AKP yönetimindeki Türk sermaye devleti 11 yıl aradan sonra Suriye ile resmi temasların kurulmasına heveslenen taraf oldu. Rusya’nın da yönlendirmesi ve baskısıyla Suriye, Türkiye ve Rusya savunma bakanları ve istihbarat örgütleri başkanları arasında Moskova’da bir görüşme gerçekleşti. Ardından görüşmelerin dışişleri bakanlığı düzeyinde yapılacağı duyuruldu. Son olarak Erdoğan ile Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad arasında görüşmenin planladığı ifade edildi. Görüşme trafiğinin ilk resmi temas olması, bölgedeki dengelerin yeniden şekillenmesi ve Suriye ile “barış” beklentilerine neden oldu. Türkiye ile Suriye arasında normalleşme sürecini ilerletmek için nereye varacağı henüz belirsiz olan görüşme ve pazarlıklar devam ediyor.
Çelişen ve çatışan çıkarlar
Görüşme ve pazarlık süreci başlatılmış ve devam ediyor olmasına rağmen somut sonuçlara ulaşılması, çeşitli kirli hesaplarla, çatışan çıkarları uzlaştırmak gibi zorluklarla ve bir dizi engellerle dolu karmaşık ve zorlu bir sürece işaret ediyor. Türkiye’nin desteklediği çeteler, Türk ordusunun Suriye topraklarından geri çekilmesi, Rojava özerk yönetiminin yanı sıra bölgedeki Amerikan askeri varlığı gibi bir dizi zorlu sorunlar var. Emperyalistlerin bölgede çatışan ve çelişen çıkarları, bunun da bir sonucu olarak ABD’nin Türkiye ile Suriye arasında “barış, istikrar ve uzlaşmanın” sağlanmasına karşı çıkıyor olması, zorlukların başka temel alanıdır. Yanı sıra Suriye krizinin başından itibaren ülkesindeki yıkımdan haklı olarak Türkiye’yi sorumlu tutan Suriye rejimi, Türkiye’nin “barışma” girişiminde kirli niyetler olduğu düşüncesindedir. Dolayısıyla Erdoğan’ın “barış” adımlarına kuşkuyla bakmakta, onun girişimlerini daha çok seçim hesaplarının bir sonucu olarak görmektedir.
Buna rağmen Esad, “Erdoğan ile el sıkışma konusunda çok istekli olmadığını ancak gerektiğinde bunu yapacağını” söylemişti. Fakat bunun için “Türkiye’nin kendi topraklarından şartsız bir şekilde çekilmesini ve terör örgütlerine verdiği desteği sonlandırmasını” ön şart olarak kesin bir dille ifade etmişti. Dolayısıyla Suriye, Türkiye’nin bu konularda garanti vermesini, bunu da somut adımlarla birleştirmesini istiyor. Türkiye’nin buna niyetli olmadığının görülmesi, dahası Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın “Suriye’ye operasyon hala bir seçenek” açıklamasıyla yeni bir askeri operasyonun gündeme getirilmesi, Şam’ın normalleşme adımlarına temkinli-kuşkulu yaklaşmasına neden oluyor.
Erdoğan’ın “katil, zalim, eli kanlı, diktatör” dediği Esad ile görüşme talebi ve Suriye-Türkiye ilişkilerinin normalleşme isteği, elbette ki Türkiye’nin kendi iç ve dış ihtiyacının bir sonucudur. Ama Erdoğan iktidarı da ilişkilerin gelişmesi ve somut adımlara konu olmasının koşulu olarak kimi dayatmalarda bulunmaktadır. Suriye’nin “muhaliflere” yönetimde yer vermesi, Suriyeli sığınmacıların dönüşünün kolaylaştırılması, ama en önemlisi SDG ve Rojava’daki fiili özerklik konusu, Suriye’ye dayatılan konuların başında gelmektedir. Fiili özerkliğin bitirilmesi, Türkiye-Suriye “barışının” önkoşulu olarak Esad’ın önüne konulması, Esad yönetimini bir çıkmazla karşı karşıya bırakıyor. Türkiye ile uzlaşmanın sonuç ve yararlarıyla Kürtleri karşıya almanın sonuçları ve zararları bu çıkmazın zeminidir.
Suriye rejimi özerk yapının çökertilmesini istemesine rağmen Rojava’daki fiili özerk yapıyı bir iç mesele olarak görmekte, Kürtlere de Türkiye ile aynı pencerede bakmamakta, Türkiye’nin SDG-YPG’yi terör örgütü muamelesi yapma teklifine yanaşmamaktadır. Yanı sıra yaşanan çok yönlü ağır bir yıkımın ardından Kürtlere karşı ülke içinde bir iç savaş olasılığını gündeme getirebilecek bir politika sürdürmek bir yana, onlarla müzakere yapmayı tercih etmektedir. Dolayısıyla iki ülke arasındaki normalleşmenin önündeki sorun ve zorluklar yerli yerinde duruyor. Erdoğan rejiminin bu normalleşmeden neyi amaçladığı, Şam’ın ön koşullarını yerine getirmede adım atıp atmayacağı, Suriyeli cihatçı çetelere desteği kesip kesmeyeceği, tersinde ise Suriye’nin hangi adımları atacağı sorusu, ilerletilmek istenen normalleşme sürecinin yanıtlayacağı sorulardır.
Emperyalist hesap ve çıkarlar
Suriye krizine ABD önderliğindeki emperyalist müdahalenin amacı, ülkeyi mezhepsel ve etnik bakımdan bölmekti. Dolayısıyla 2011 Bahar’ında patlak veren kriz, söz konusu politikaya uygulama gücü kazandırmak için emperyalistler ve Siyonistler için bir fırsat olarak değerlendirilmişti. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar başta olmak üzere bölgedeki işbirlikçi devletlerle dinci-cihatçı akımlar bu amaç doğrultusunda kullanıldı. Suriye kentlerini yakıp yıktılar, yüzbinlerce insanı katlettiler ve milyonlarcasını da yerinden yurdundan ettiler. Ancak Rusya’nın 2015 yılında Suriye rejiminin yanında doğrudan savaşa katılması hemen tüm dengeleri değiştirdi ve hesapları boşa çıkardı.
Ortadoğu’daki güç dengeleri ve nüfuz mücadeleleri üzerinden bakıldığında sorun hem Rusya hem de ABD için tek başına Suriye değildi. Sorun, emperyalist dünyadaki hegemonya bunalımının keskinleşmesi ve nüfuz mücadelesi sorunuydu. ABD emperyalizmi tarafından Rusya’yı bir de Suriye üzerinde bölgede kuşatma girişimiydi söz konusu olan. Suriye, Rusya’nın kendi çıkarları doğrultusunda kendisine yönelik kuşatmaya karşı direndiği bir alan oldu. Onun derdi Suriye’nin birliği, bütünlüğü ve halkların hakları değil, tersine Suriye ve Suriye üzerinden de Ortadoğu’daki çıkarlarını ve nüfuzunu korumaktı. Dolayısıyla Suriye’ye ilişkin batılı emperyalist planlar tutmadığı ve Rusya Ortadoğu’dan dışlanamadığı içindir ki bugün Suriye’de etkin bir taraftır ve planları tutarsa Ortadoğu’daki etkisi artacaktır.
Emperyalist güçler Suriye’deki gelişmeleri ve iki ülke arasındaki normalleşme politikasını kendi çıkarları doğrultusunda kullanma ve yönlendirmenin gerekçesi olarak kullanıyorlar. Rusya, Suriye sorununun bir çözüme bağlamak istiyor ve dolayısıyla normalleşmeyi kabul etmesi için Suriye’nin yanı sıra Türkiye’ye de baskı yapıyor. Özellikle de Astana platformu kurulduğundan beri Şam’la barışması için Erdoğan’ı hazırlıyor. Esad’ı da buna teşvik ediyor, onun da Putin’in izlediği politikayı boşa çıkarma şansı bulunmuyor. ABD ise bu gelişmeler karşısında rahatsız. ABD emperyalizmi halen Suriye’deki Kürt hareketleriyle pozitif ilişkiler içindedir ve onların bölgedeki destekçisi olarak davranmaktadır. Gelişmeler Kürt hareketi için de gerçek bir açmazdır.
Kürtlerin kazanımlarını tasfiye etme girişimi
Kürt halkının Rojava inisiyatifi ve özerklik adımı en baştan beri Türk sermaye devletinin en büyük kabusu oldu. O yüzdendir ki yıllardır ne yapıp edip Kürt halkının Rojava kazanımını boğmaya çalışmaktadır. Suriye’deki kanlı savaşın piyonları konumundaki dinci-gerici çeteleri bu uğurda defalarca Kürt halkının üzerine saldırtan, sayısız kez sınır ötesi kara ve hava operasyonları yapan da Türk sermaye devletidir. Rojava’nın düşmesi ve dolayısıyla Kürt halkının kazanımlarının kaybedilmesi, PKK eksenli Kürt hareketinin ağır bir yara alması en başta Türk devletinin amacıdır. O, bu amacına ulaşmak için kudurganlıkta ölçü ve sınır tanımamakta, katliamlara varan vahşi politikalarda ısrar etmektedir.
Türkiye-Suriye “barışı”nda fiili özerk yapının dağıtılması “paylaşılan” ortak bir hedef olarak görünüyor. Türkiye, YPG, SDG ve asayiş dahil bütün güvenlik gücünü ve özerk yapıyı çökertmek, Suriye ise Amerikan-Kürt ortaklığını çözüp Kürtleri kendi hesabına kazanmak istiyor. Amerikan güçleriyle ortaklığın Kürtlere koruma sağladığından ve başka bir dizi nedenden hareketle Suriye Kürt hareketi için ABD ile ilişkiler önem kazanıyor. Öte yandan Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerini normalleştirmesine karşı çıkan ABD’nin Kürtlerin Esad yönetimiyle müzakerelerine engel oluşturacağı kabul ediliyor. Zira Şam’la müzakerelerin temel koşulunun SDG’nin ABD ile iş birliğini bitirmesi olduğu biliniyor. ABD bölgede kalmak için SDG’nin bu yola girmesini engellemek istiyor.
ABD emperyalizminin Suriye’deki varlığı, Suriye Kürtleri üzerinden olanaklı olmuştu. Bu olanağı ona Rojava Kürt direnişinin sembolü haline gelen Kobani Direnişi sağlamıştı. “Kobani’deki savaşın en kritik anında, ABD emperyalizmi yapacağı yardımı Suriye Kürtlerinin sonraki dönemde kendileriyle birlikte savaşmaları şartına bağladı. O güne kadar kendi topraklarında inisiyatifini ele almak ve kendi topraklarını savunmak, bunu yaparken de emperyalizmin ve bölge gericiliğinin Suriye’yi yıkıma uğratan kirli koalisyonundan tüm baskılara rağmen uzak durmak” temelindeki politikada değişikliğe gitmek zorunda kaldı. PYD önderliğindeki Rojava Kürtleri Suriye’deki olayların söz konusu seyrinden sonra ABD ile ortaklığı temel aldı.
Şimdiki gelişmeler ışığında Kürtler büyük bir açmazla karşı karşıya bulunuyor. Fehim Taştekin “Kürtler çıkışı hangi kapıda arayabilir?” sorusunu “Yerel, bölgesel ve uluslararası gerçekliğin dayattığı üç adres var: Şam, Moskova ve Washington” biçiminde yanıtlarken nesnel bir gerçeğe işaret ediyor. Bu da Kürtlerin büyük zorluklarla ve fiili özerk yapının tasfiye edilmesi tehlikesiyle yüz yüze olduğu gerçeğini anlatıyor.
Bu temel gerçeğe ve tehlikeye işaret eden TKİP IV. Kongresi Bildirisi tabloyu şöyle tanımlıyordu:
“Bütün kazanımlarına ve çoğalan avantajlarına rağmen bölgenin toplamında Kürt sorununun akıbeti henüz belirsizliğini korumaktadır. Bunun gerisinde bölgenin yeni altüst oluşlara gebe olması gerçeği ile birlikte bölge gericiliğinin halihazırdaki gücü vardır. Belirsizliklerle dolu bu istikrarsızlık ortamında Kürt halkı kendi gücüne dayandığı ve bölge halklarıyla devrimci kader birliği çizgisinden kopmadığı ölçüde süreçten en iyi kazanımlarla çıkmayı başarabilecektir. Emperyalizmin bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirme çabalarından yarar umduğu ve daha da kötüsü buna alet olduğu ölçüde ise bölge halklarıyla birlikte bunun acısını çekmek akıbetiyle yüz yüze kalacaktır.”
Mazlum Kürt halkının tümüyle meşru ulusal özgürlük ve eşitlik istemlerini, Kürdistan’ın tüm parçalarında elde ettiği ulusal demokratik kazanımları savunmak, bu kazanımları gasp etmeye ya da sınırlamaya yönelik tüm gerici girişimlere karşı Kürt halkının yanında yer almak, temel önemde güncel bir görevdir.