Erdoğan iktidarı, iç tartışma ve gerilimlerle çalkalanıyor. Yandaş basında sözü geçen kalemşorlar günah çıkarırcasına eleştiriler, irdelemeler, uyarılar yağdırıyorlar. 31 Mart yerel seçimlerinin politik ve moral şamarı bunun bir miktar önünü açmıştı zaten. 23 Haziran hezimeti söz konusu çalkantıyı iyiden iyiye şiddetlendirdi. AKP platformlarında Tayyip Erdoğan’ın “hakaret” saydığı eleştiriler dahi yapıldığı söyleniyor.
Kaybedilen mevziler
Yaşanan tartışmalarda sandıktaki zayıflamadan ya da büyük rant alanlarının elden gitmesinden çok, kaybedilen politik ve moral mevziler öne çıkıyor haliyle. Din istismarcısı cephe yakın döneme kadar üç faktörü tepe tepe kullandı ve hep de hayrını gördü. İlki 2002 öncesi ekonomik tabloydu. Özellikle de ‘99-2001 ekonomik krizinin hafızalarda diri tutulan yıkımı işçi ve emekçilerin tepesinde “Demokles’in kılıcı” misali sallandırıldı. Geçtiğimiz yazdan itibaren bu silah tümüyle boşa çıktı. Enflasyon %15-25 bandında seyrediyor, gerçek işsizlik %20’lerde. İşçi ve emekçiler en temel besin maddeleri için kuyruklara girdiler. Et ve süt ürünlerinin yanına yaklaşılamıyor vs.
AKP iktidarının elindeki silahlardan ikincisi, iç politikada, emperyalistlerle ilişkilerde, Haziran Direnişi gibi süreçlerde, kısacası neredeyse sıkıştığı her yerde mütemadiyen kullandığı “mağdur” edebiyatıydı. Dinsel gericilik tarafından vicdanları ve bilinçleri köreltilmiş yığınlar içinde dahi bu edebiyatın hükmü çözülmeye başladı. 31 Mart-23 Haziran seçimlerinde ise herhalde en ölümcül darbeyi aldı.
Son olarak Tayyip Erdoğan ve avenesinin tüm kozlarını sahaya sürdüğü 23 Haziran İstanbul seçimi, sandıklara dayandırılan meşruiyet argümanını hükümsüz kıldı.
Esasında yaşanan sarsıntı tüm dinsel gericilik cenahını, daha somut haliyle gerici-faşist blokun açık ya da örtülü destekçisi tüm kesimleri kapsıyor. AKP-Erdoğan diktasının kurulmasında, zamanında büyük emekler harcamış, fakat iç ve dış politikanın çeşitli kulvarlarında yaşanan fiyaskoların sorumlusu ilan edilmiş, kimisi yaşanan yolsuzluk-rüşvet skandallarına kurban edilmiş eskinin günah keçileri, beklendiği üzere özgüvenle sahneye çıkmış bulunuyorlar. Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan gibi Erdoğan mağduru mimli gericiler, AKP’deki huzursuzluğu yeni bir çıkışa tahvil edebileceklerini umuyorlar.
Bu umut dinsel gericiliğin etki alanındaki işçi ve emekçi kitlelerin, zaman içinde AKP-Erdoğan diktasına sırtlarını dönseler bile etki alanını terk etmeyecekleri varsayımına dayanıyor belli ki. Diğer türlü, yine dinsel gerici cenah içinden atılabilecek yeni parti vb. adımların, büyük sermaye ve emperyalist güçlerin ihtiyacını karşılaması pek olası değildir. Bunun hayali içinde olan eski AKP’lilerin hesabında, AKP-Erdoğan iktidarının, işçi ve emekçi dinamiğine dayalı bir sosyal hareketlilik olmadan mevzilerini kolay kolay terk etmeyeceği gerçeği görmezden geliniyor anlaşılan. Oysa onların, dinsel gericiliğin etkisindeki kitleler konusundaki beklentilerini boşa çıkaracak olan, tam da öylesi bir hareketliliktir.
Gericilik cephesinde işlerin nasıl seyredeceğine dair kesin hükümlerde bulunmak için henüz erken. Şimdilik AKP-Erdoğan rejiminin kritik koltuk değneği, gerici-faşist iktidar ittifakının belirleyici ortağı Bahçeli kendi pozisyonunu korumakta ısrarlı görünüyor. Erdoğan diktasının resmi adı olan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” konusunda da 2023 seçimlerine dair de Erdoğan’la aynı çizgide duruyor. Elbette bu, koşulları oluştuğunda, ortaya yağlı fırsatlar çıktığında, bir başka deyişle ihtiyaç hasıl olduğunda değişmeyecek bir tanrı buyruğu değil. Tüm düzen partileri için tek geçer akçe düzenin selametidir, öteki bir partinin değil.
Düzen muhalefetinin hesapları
Bu aynı gerçek CHP-İYİ Parti etrafında kümelenmiş düzen muhalefeti için de geçerlidir ve CHP bunu son 17 yıldır tekrar tekrar ispatlamıştır. Düzen muhalefeti saflarında, her seçim sonrasında olduğu gibi 23 Haziran İstanbul seçimlerinin ardından yine “normalleşme, uyum, kutuplaşmayı giderme, mutabakat”, daha özcesi “restorasyon” teraneleri kol geziyor. Keza yandaş yazarlardan Abdülkadir Selvi’nin yazdığına göre, CHP cephesinde “sistem” (bu tek adam rejimini, erken seçimi vb. diye de okunabilir) tartışmaları değil, belediyelerde başarılı olmak amacı ön planda. Çünkü iktidara giden yol (bir başka deyişle 4 yıl sonraki seçimlerde kazanmanın yolu) bundan geçiyormuş. Bu tam da emperyalist güçlerin ve yerli dayanaklarının İmamoğlu şahsında buldukları alternatifin hazırlanması anlayışına uygun bir yaklaşımdır.
Açıkça görüleceği gibi iktidarı ve muhalefetiyle düzen güçlerinin tek gayesi kurulu düzenin, şüphesiz tekelci burjuvazinin ihtiyaçları ve emperyalistlerle ilişkiler alanında sıkıntıya sokan dengesizliklerinin törpülenmesiyle sürdürülmesidir. Dolayısıyla gerici-faşist iktidarın son hezimetinde belirleyici olan toplumsal mücadele dinamiklerinin, 23 Haziran sonrasında umutlarını düzen güçlerine endekslemeleri halihazırdaki en büyük tehlikedir.
İşçi ve emekçilerin gündemi
Tek adam zorbalığının darbelenmesinin sağladığı politik ve moral üstünlük, uzun yıllardır sınıf mücadelesinin engeli olarak işlev gören düzen içi kutuplaşmada heba edilmek yerine sınıf ve emekçi kitle mücadelesini geliştirmenin manivelasına dönüştürülebilir. Ve bu, çok yönlü krizin günden güne derinleştiği bir aşamada bir zorunluluktur aynı zamanda.
Seçimlerin hemen ertesinde elektriğe, çaya, şekere, mazota-benzine yapılan fahiş zamlara karşılık, işçi ve emekçilere reva görülen Temmuz sadakası, sınıf ve emekçi kitleleri daha beter günlerin beklediğinin apaçık işaretidir. İşçi ve emekçilerin önünde metal, tekstil ve kamu TİS’leri var ve sermaye sınıfı ile gerici-faşist iktidarın ekonomik kriz bahanesini bir öcü olarak kullanacakları kesindir. Sendikal bürokrasi denetimini aşamayan tepkilerin nasıl zapturapt altına alınacağını ise geçmişten bugüne olağanlaşan grev yasakları, örneğin en son YHK ile sözleşmesi bağıtlanan TÜPRAŞ örneği göstermektedir. Öte yandan gerici-faşist iktidarın elinde baskı, zorbalık ve keyfiyet dışında bir kontrol mekanizması veya aracı kalmadığını da unutmamak gerek.
Önümüzdeki dönemin kazanılması, önümüzdeki aylarda görüşmeleri başlayacak TİS’ler başta olmak üzere sınıfın nasıl hareket edeceğine bağlıdır. İşçi sınıfı ve emekçilerin, kadınların, gençliğin ve Kürt halkının düzen güçlerine dair her türlü hayalden, dahası bu hayalleri körükleyen reformist akımların etkisinden bir an önce kurtulmaları yakıcı bir önem taşıyor. Başta işçi sınıfı olmak üzere toplumsal mücadele dinamiklerinin vakit kaybetmeksizin yüzlerini asli gündemlere dönmeleri, karşı karşıya kaldıkları ekonomik, sosyal, siyasal saldırılanın hesabını sormaya girişmeleri gerekmektedir. Sınıf eksenli mücadelenin önünü açacak, dolayısıyla kazandıracak olan budur.