Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO), 10 Haziran’da yapılan Uluslararası Çalışma Konferansı’nda “Çalışma hayatında şiddet ve taciz” konusu da gündeme geldi. Konferans kapsamında oluşturulan Çalışma Hayatında Şiddet ve Tacize İlişkin Standart Belirleme Komitesi tarafından hazırlanan sözleşme taslağı ise 21 Haziran’da üye devletlerin onayına sunuldu. Bir ilk olan bu sözleşmede çalışma hayatında kadına karşı şiddet ve tacizin, “bir insan hakkı ihlali veya istismarı teşkil edebileceği, eşit fırsatlara karşı bir tehdit oluşturduğu, kabul edilemez ve iyi işle uyumsuz olduğu” kabul edildi.
Sözleşmede, şiddet ve taciz ise “fiziksel, psikolojik, cinsel veya ekonomik zararla sonuçlanacak ya da sonuçlanması muhtemel tehditler ve davranışlar” şeklinde tanımlanıyor. Ayrıca hükümetlere, çalışma hayatında şiddet ve tacizin önüne geçilebilmesi için “sıfır tolerans” uygulaması hatırlatılıyor. Sözleşmeye göre çalışanlar, işyeri ve ev arasındaki yolculukları sırasında da yine sözleşme uyarınca koruma altında olacaklar.
Yapılan oylamada, Çalışma Hayatında Şiddet ve Tacizin Önlenmesi Sözleşmesi’ne delegelerden 439’u “evet”, 7’si “hayır” oyu verip 30’u “çekimser” kalırken, sözleşmeye yönelik tavsiye kararına ise 397’si “evet”, 12’si “hayır” oyu verdi, 44’ü ise “çekimser” kaldı. Oylama öncesi ABD lehte oy kullanacağını açıklarken, Rusya çekimser kalacağını duyurdu. Türkiye her ikisinde de “evet” oyu kullandı. Sözleşmeyi onaylayan ILO üyesi devletlerin, bunu kendi ulusal yasalarına uyarlaması gerekiyor.
ILO Genel Direktörü Guy Ryder, kadınların çalışma hayatında şiddet ve tacizden korunmasında “işverenlere” büyük görev düştüğünü hatırlatarak, “Sözleşmedeki standartlar, herkesin şiddet ve tacizden arındırılmış bir çalışma hayatı hakkı olduğunu kabul ediyor” dedi.
Sözleşmenin kabul edilmesinde kadınların günlük yaşamda maruz kaldığı cinsel tacize dikkat çekmeye çalışan sosyal medyadaki #MeToo (Ben de) kampanyasının önemli rol oynadığı belirtiliyor.
Kadına yönelik şiddet ve taciz oranları ürkütücü boyutta!
Konferansa konuyla ilgili veriler sunan Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) “İşyerinde şiddete ve tacize son vermek için kaybedecek bir dakikamız bile yok” diye uyarı yapmaktadır. ITUC belgelerine göre, dünya genelinde 800 milyon kadın her gün şiddetin farklı biçimlerini yaşıyor. Fiziksel saldırıdan sözlü şiddete, kabadayılık ve tehditten cinsel tacize kadar her türlü şiddet işyerinde yaşanıyor.
Güney Afrika’da yapılan bir çalışmaya göre ise, kadınların yüzde 77’si hayatlarının bir döneminde cinsel taciz yaşadıklarını söylüyor. Doğu Afrika çiftliklerinde çalışan kadınların yüzde 89’u, Kenya’da yüzde 90’ı cinsel istismar mağduru. En büyük mağduriyet çiçek kesme sektöründe Afrika’da görülüyor. 2002’de Japonya’da işçilerin yüzde 45,2’si psikolojik tacize maruz kalırken, 2018’de ABD’de 36 milyondan fazla kişinin hayatları boyunca işyerinde istismar edici davranışa maruz kaldığı belirtiliyor. Daha çok taşımacılık, sağlık, sosyal hizmetler, turizm, medya, eğlence, tarım ve ev işleri gibi sektörlerde çalışanların şiddet ve tacizden etkilendiği vurgulanıyor. İşyerlerinde şiddetten ve tacizden esas olarak kadınlar etkilense de erkek işçilerin de mağdur olduğu, ayrımcı ve ırkçı politikaların şiddeti körüklediği belirtiliyor.
İngiltere’de sendika konfederasyonu TUC (Trade Union Congress) tarafından yapılan “İşyerinde Cinsel Taciz-2016” başlıklı bir araştırma da konuya dair başka önemli veriler sunuyor. İngiltere genelinde 1.500 kadın çalışanla yapılan araştırmaya göre, kadın çalışanların yarıdan fazlasının işyerlerinde cinsel tacize uğradığı, en çok 18-24 yaş arası kadın işçilerin tacize maruz kaldığı belirtiliyor. Araştırmaya katılan 1.500 kadının üçte biri istenmeyen şakalara, dörtte biri ise bedenleri veya kıyafetleri hakkında cinsiyetçi yorumlara maruz kalırken, her beş kadından dördü de yaşadıkları cinsel saldırıyı saklıyor.
Veriler bunlarla bitmiyor. Batı Hindistan’da şeker kamışı tarlalarında çalışan kadınlar, arazi sahiplerinin ve komisyoncuların taciz ve tecavüzüyle karşı karşıya kalıyorlar.
Kadın Dayanışma Örgütü’nün (WAO) Malezya’da yaptığı bir araştırmada, ülkedeki kadınların yüzde 44’ünün hamile kaldıklarında işten atıldığı belirtiliyor. 222 çalışan kadınla yürütülen araştırmada, kadınların yaklaşık yarısı işten çıkarılmaktan korkuyor. Kadınların yüzde 31’i işlerini kaybetme korkusuyla hamilelik planlarını erteliyor. Malezyalı kadınların yüzde 87’si uğradığı ayrımcılık karşısında sessiz kalıyor.
Türkiye’de ise şiddet ve tacizin işyerlerine nasıl ve ne şekilde yansıdığına dair çalışmalar oldukça az yapılmaktadır. Buna ek olarak kadın işçi ve emekçiler bu yönlü şikâyetlerini toplumsal baskı nedeniyle çok kolay ifşa edememektedir. 2017 verilerine göre Türkiye’de yaşayan kadınların yüzde 41’inin hayatlarında en az bir kez cinsel saldırıya, yüzde 93’ünün de cinsel tacize uğradığı düşünülürse, bu oranların büyük bir bölümünün işyerinde yaşananları kapsadığı varsayılabilir. Avrupa Birliği’ne bağlı Avrupa Yaşam ve Çalışma Koşullarını İyileştirme Kurumu tarafından hazırlanan ve 2005 yılında gerçekleştirilen bir anket sonucuna göre Türkiye işyerinde kadına tacizde 3. sıradadır.
Örgütlü mücadele şart!
Kapitalizmin kadın üzerinde çifte sömürü uygulamalarının bir parçası olarak işyerlerinde de şiddet ve taciz, rakamlara yansıdığı üzere oldukça sık yaşanıyor. Kuşkusuz konuyla ilgili farkındalık yaşanması ve uluslararası sözleşmelere konu olmasının bir anlamı vardır. Ancak bunların kağıt üzerinde kalmaması, gerçek yaşamda karşılığının olabilmesi için örgütlü mücadele şarttır. Özellikle Türkiye gibi vitrine oynayarak çeşitli sözleşmelere imza atan ama uygulamada bunlara uymayan ülkelerde, kadınlar yaşamın her alanında karşılaştıkları şiddete ve tacize ancak örgütlü güçleriyle karşı koyabilirler.