Doğu Akdeniz’deki petrol ve enerji kaynakları üzerine süren emperyalist paylaşım ve hegemonya mücadelesi kızışıyor. Emperyalistlerin yanı sıra Türkiye ve Yunanistan’ın da aralarında olduğu kapitalist bölge devletleri arasındaki rekabet de keskinleşiyor. Türk sermaye devletinin kukla Libya hükümeti ile imzaladığı deniz yetki alanları anlaşması ve ardından Mısır ve Yunanistan’ın kendi aralarında benzer bir anlaşma imzalamış olmaları, gerilimi artıran faktörler oldu. Yunanistan ile Mısır arasındaki anlaşmayı “yok hükmünde” ilan eden Türkiye’nin, buna misilleme olarak Oruç Reis sismik arama gemisini Doğu Akdeniz’e göndermesi ve Navtex ilan etmesi, gelişmelere yeni bir boyut kazandırdı.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Oruç Reis gemisi ile hidrokarbon arama faaliyetlerine tepki gösterdi ve Türkiye’nin bu adımı karşısında Fransa’nın bölgedeki askeri varlığını geçici olarak artıracaklarını söyledi. Ardından iki savaş uçağı eşliğinde bir savaş gemisi Doğu Akdeniz’e gönderildi. Macron’un bu adımı Yunanistan Başbakanı Kyriakos Miçotakis tarafından “Emmanuel Macron Yunanistan’ın gerçek bir dostu ve Avrupa’nın değerleri ile uluslararası hukukun ateşli bir savunucusu” sözleriyle onurlandırıldı.
Yunanistan bu arada AB, ABD ve bölge ülkeleri ile ortak hareket etmeye özen göstererek, Türkiye’nin bölgedeki faaliyetlerini sonlandırma çabasını yoğunlaştırdı. Bu çerçevede Güvenlik Konseyi’ni acil toplantıya çağıran Yunanistan Başbakanı Miçotakis, orduyu yüksek düzeyli alarma geçirmiş, Türkiye’nin Navtex ilanına Navtex ilanıyla cevap vermişti. İsrail, “İsrail Yunanistan’a, deniz alanları ve münhasır ekonomik bölgesini sınırlandırma hakkı konusunda tam destek ve dayanışmasını ifade eder” açıklaması yaparak, Akdeniz’de Atina’nın yanında olduğunu duyurmuştu. Avrupa Komisyonu Dış ilişkiler sözcüsü Peter Stano ve Pentagon sözcüsü Jonathan Hoffman ise, “Doğu Akdeniz’deki gelişmelerden endişeli olduğumuz ortada” ifadesini kullandılar.
Dinci-faşist iktidarın başı Erdoğan, partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısındaki konuşmasında, “Ülkemizin, Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerini garantiye almaya yönelik adımları, hem iç politikada hem dış politikada adeta bir turnusol kağıdına dönüşmüştür. … Akdeniz’de gerginliği artıran Türkiye değil … Rum-Yunan zihniyetidir. Bizim kimsenin hakkında gözümüz yok, ancak hiçbir ülkeye de hakkımızı yedirtmeyiz” şeklinde yüksek perdeden tehditler savurdu. Sonradan, “Doğu Akdeniz’de çözümün yolu, diyalog ve müzakeredir. Sağduyu ve aklıselimle hareket edilirse herkesin hakkını koruyarak kazan-kazan temelli bir formül bulunabilir” açıklamasında bulunarak, yelkenleri indirdi. Bir süre sonra ise, iç politika ihtiyacının da bir ürünü olarak, 23 Ağustos’a kadar arama çalışmalarına devam edeceği “kararlılığı” sergiledi.
Bölgede uzun yılları bulan enerji savaşı
Özellikle son yıllarda Doğu Akdeniz’de sürekli olarak tırmanan gerilimin ve süren emperyalist-kapitalist rekabetin gerisinde, başka sorunların yanı sıra, petrol ve doğalgaz zenginliklerine el koymak vardır. Dolayısıyla Doğu Akdeniz’in zengin enerji kaynakları üzerinde yaşanan hegemonya ve paylaşım kavgası giderek sertleşmektedir. Bu, petrol ve doğalgaz rezervlerinin Doğu Akdeniz’de keşfedilmesiyle birlikte sistematik bir hale geldi. Artarak devam eden gerilim, sadece bölgede değil, uluslararası alanda da önemli bir kriz etkenine dönüşmüş durumda.
Doğu Akdeniz’de küresel emperyalist güçlerin ve dev petrol tekellerinin iştahını kabartan zenginlikler üzerinden emperyalist dünya güçleri karşı karşıya gelmekte, Akdeniz’in kapitalist devletleri arasındaki rekabette doğrudan taraf olmaktadırlar. Bölgede yeni saflaşmalar, bloklaşmalar ve ittifaklar oluşmakta, aralarında önemli siyasal sorunlar bulunan ülkeler bile iş birliği geliştirmektedirler. Fakat bu, bölgede gerilimin kızışarak devam edeceği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Zira tüm bölge ülkeleri enerji kaynakları üzerinde hak iddia etmekte ve her biri ilan ettiği ve aralarında anlaştıkları kendi Münhasır Ekonomik Bölge’lerinde (MEB) sondaj çalışması yürütmektedir. Bu da şu günlerde Türkiye ve Yunanistan, Mısır ve Türkiye arasında yaşanan anlaşmazlıklar üzerinden kendini gösterdiği gibi, bölgede krizi derinleştiren bir rol oynamaktadır.
Zengin enerji kaynaklarına sahip olan bölge ülkeleri, aynı zamanda Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacını karşılayacak potansiyeli barındırmaktadırlar. Bu durum, bölgedeki güç dengelerini şekillendirdiği gibi küresel emperyalist güçleri de taraf haline getirmektedir. Bölgedeki doğalgaz arama ve çıkarma çalışmalarında ABD, AB ve Rus emperyalistleri dolaysız olarak taraftırlar. Bölgede bulunan enerji devleri arasında ExxonMobil ile Eni’nin yanı sıra BP ve Total’in olması bunu açıklayan önemli veriler arasındadır. Tüm bunlardan da anlaşılacağı üzere, sorun Doğu Akdeniz’le sınırlı olmayıp Ortadoğu’daki gelişmelerle de doğrudan ilgilidir.
Rezervlerin nasıl paylaşılacağının yanı sıra, çıkartılacak kaynakların nasıl ve hangi yolla Avrupa’ya taşınacağı da rekabet ve çatışmanın konularından biridir. Batılı emperyalist devletler ve dev küresel enerji şirketleri için iştah kabartan Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları, aynı zamanda Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığına son vermenin de imkanı olarak görülüyor. Zira dünyada doğalgaz tüketiminin artışına da bağlı olarak doğalgaza olan ihtiyaç büyümekte ve dolayısıyla Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının küresel düzeydeki önemi de artmaktadır. AB ülkelerinin ham petrolde yüzde 90, doğalgazda yüzde 66 dışa bağımlı olduğu gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde, bunun ne anlama geldiği ortadadır.
AB ve ABD’nin enerji devleri, Doğu Akdeniz’e üşüşmüş ve bölgedeki kaynakları özellikle de Avrupa Birliği pazarına taşıma çabasını hızlandırmış durumdadırlar. Alternatiflerin somutlandığı ve kimi anlaşmaların yapıldığı söylenmekle birlikte, bölgede çıkarılacak olan enerji kaynaklarının başta Avrupa olmak üzere uluslararası pazarlara nasıl taşınacağı bir sorun alanı olmaya devam ediyor. Tercih edilebilecek seçenekler için yapılması gereken toplam yatırım ise on milyarlarca dolar değerindedir.
Doğu Akdeniz’de sıkışan ve bölgede yalnızlaşan Türkiye
Son birkaç yıldır bölgede yaşananlara bakıldığında Türkiye, izlediği dış politika nedeniyle Doğu Akdeniz’de de giderek yalnızlaşıyor. Türkiye’nin karşısında Mısır, İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan ittifakından oluşan ve Avrupa Birliği’nin yanı sıra ABD’nin de desteğini almış olan bir koalisyon bulunuyor. Bölgedeki kaynakların nasıl paylaşılacağı sorunu, Türkiye’nin yalnızca bölge ülkeleriyle değil, aynı zamanda AB ve ABD ile ilişkilerinde de yeni bir sorun alanı yaratmış durumdadır. Türkiye, bölgeyle ilgili tüm projelerde kendi onayının da alınmasını isterken, Avrupa Komisyonu, Türkiye’ye Kıbrıs sahasındaki kaynaklardan uzak durması konusunda uyarılarda bulunuyor.
Türkiye’yi bölgedeki kaynaklardan uzak tutma girişiminin bir sonucu olarak geçen yılın başlarında Türkiye’yi dışlayarak Kıbrıs, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve Mısır bir araya gelip, ABD ile AB’nin de desteklerini alarak, Doğu Akdeniz Gaz Forumu kurdular. Aynı yıl içinde İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs, Türkiye üzerinden taşınacak Rus gazına rakip olarak, Doğu Akdeniz gazını Kıbrıs ve Girit üzerinden Avrupa’ya taşıyacak 1900 kilometrelik boru hattı anlaşması (EastMed) imzaladılar.
Böylece Türkiye ile Yunanistan arasında yıllardan beridir Ege bağlamında süren anlaşmazlıklar, Doğu Akdeniz’deki gelişmelerle birlikte daha karmaşık boyutlar kazanmış oldu.
Doğu Akdeniz’deki gerilimde Türkiye ile birlikte Kıbrıs üzerinden Yunanistan öne çıkıyor. AB’ye üye olduğu için başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkeleri, elbette ki daha çok da kendi emperyalist çıkarları doğrultusunda Kıbrıs’ın yanında saf tutuyorlar. Dolayısıyla emperyalistlerin ve bölgesel güçlerin de doğrudan taraf olduğu sorunlar, çetrefil bir biçim almış durumda. Bölge ülkelerinin enerji ve savunma gibi alanlarda ilişkilerini daha da geliştirmeleri vb. ise Erdoğan rejimini askeri gücünü caydırıcı bir araç olarak daha fazla kullanma politikası izlemeye itiyor. Bu tutum onun açmazlarını derinleştirmekten başka işe yaramıyor. Zira tüm efelenmelerine karşın efendilerinin onayını aşacak bir çatışmayı göze alması mümkün görünmüyor.
Türkiye’de dinci-faşist iktidar, Doğu Akdeniz ve Libya’daki yayılmacı emellerini “mavi vatan” savunması olarak sunuyor ve donanmasıyla Türkiye’nin pazarlık gücünü arttırmaya çalışıyor. Oysa bu politikanın “mavi vatan”ın savunulmasıyla, egemenlik hakkıyla, milli davayla bir alakası bulunmuyor. Sorun, emperyalist paylaşımdan pay kapma mücadelesi ve yeni Osmancılık hevesleridir. Erdoğan rejimi bu şovenist söylemle, içerde milliyetçi duyguları kışkırtarak tabandaki erimeyi durdurmayı, milliyetçi-ulusalcı ittifakı ayakta tutmayı ve muhalefetin bir kısmını vatan millet sahtekarlığıyla kendi peşine takmayı amaçlamaktadır.
Köpürtülen şoven milliyetçi histeriler bir yana bırakılırsa, Doğu Akdeniz Türkiye’nin izlediği dış politikanın kendi ayaklarına dolandığı ve onu yalnızlaştıran bir sorun alanı haline geldi. Aynı şey Libya, Suriye ve Irak’a dair izlenen politika için de geçerlidir. “NATO’nun Libya’da ne işi var” dedikten sonra Libya’da NATO operasyonuna katılmak, “ABD’nin 10 bin kilometre uzaktaki Suriye’de ne işi var” deyip, Suriye’nin yerle bir edilmesinin tetikçiliğini yapmak, Batı emperyalizmine ama özellikle de ABD emperyalizmine taşeronluk konumunun getirdiği çelişki, açmaz ve çıkmazların bir sonucudur. Varılan yer ise iflastır.
Sadece dünya ticaretindeki önemi bakımında değil, aynı zamanda yeni ve zengin bir hidrokarbon yatağı olarak da öne çıkan Doğu Akdeniz, emperyalistlerin ve dev enerji şirketlerinin üşüştüğü bir bölgedir. Bu bölgedeki zengin petrol ve doğalgaz kaynakları, bölge halklarının refahını yükseltme aracı olması gerekirken, bugünün emperyalist-kapitalist dünyasında halkların yaşayacağı yeni acıların ve yıkımların ve halklar arası düşmanlıkların nedeni olmaktadır. Bunu önleyecek tek şey, bölge işçi sınıfının birliği ve halkların devrimci kardeşliğidir.