Emperyalist işgalcilerin Afganistan’dan çekilmeye başlaması ile yeni bir göç dalgası başladı. 20 yıl süren vahşi işgalin yarattığı yıkımın ardında Taliban güçlerinin yeniden kentleri kuşatmaya başlaması, göç dalgasını tetiklemiş görünüyor. Son günlerde çoğunluğu genç erkeklerden oluşan binlerce kişi İran sınırından Türkiye’ye giriş yaptı. Bu dalganın belli bir süre devam edeceği tahmin ediliyor.
Mültecilerin Türkiye’ye giriş yapması ile birlikte “göç krizi” ırkçı söylemler eşliğinde tartışılmaya başladı. Savaşlarla yıkıma uğratılan topraklarda evlerini geride bırakan insanların mağdur konumundan “suçlu” konumuna getirilmesi ise ancak emperyalist kapitalist dünyanın ırkçı-şoven mantığının ürünü olarak vuku bulabilirdi. Öyle ki, yaratılan algı ile mülteciler her türlü kötülüğün kaynağı olarak görülüyor, onların yokluğunda her şeyin düzeleceği varsayılıyor. İktidara tepkiymiş gibi görünen kimi çıkışlar, zaten yaygın olan ırkçılığın körüklenmesine katkıda bulunduğu ölçüde iktidarın da işine yarıyor.
Mülteci “pazarlıkları”
Mültecilik pek çok uluslararası anlaşmada tanımlanmış bir hak olsa da, Avrupa devletleri mülteci akınından uzak durmanın yollarını arıyor. Mültecilerin haklarının yasalarını yazanlar, şimdi bu yasaların yükümlülüklerinden kaçmaya çalışıyor. Oysa göçü kaçınılmaz kılan emperyalist müdahaleleri ya kendileri yapıyor ya da bu suçu işleyen çeteleri, işbirlikçi devletleri destekleyerek suça ortak oluyorlar. Sonra da mülteci akınını başlarından savmak için, yükü işbirlikçilerinin sırtına yıkıyorlar. Bu durumda AKP-MHP rejimi gibi işbirlikçiler için emperyalist efendilerine “paralı bekçilik” işi cezbedici oluyor. Bu kapsamda yürütülen “Sen bekçilik yap, ben paranı öderim” pazarlıkları arasında mültecilerin yaşamları bir bir kayboluyor. Pazarlık yapanları ne kıyıya vuran çocuk cesetleri ne mülteci kamplarındaki rezaletler ilgilendiriyor.
Rezil pazarlıklar devam ederken, sorun büyümeye devam ediyor. Birleşmiş Milletler verilerine göre dünya üzerinde 25,9 milyonu mülteci olmak üzere en az 70,8 milyon kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. Mültecilerin yaklaşık yarısını ise 18 yaş altı çocuklar oluşturuyor. Mülteci yaşamının tüm olumsuzluklarını kadın ve çocuklar daha ağır yaşıyorlar. Çocuk yaşta köle gibi çalıştırılanlar, kaybolan çocuklar, satılan, tecavüze uğrayan, cinayete kurban giden kadınlar…
AKP’nin mülteci “ticareti”
Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu AKP-MHP rejiminin son günlerde “mülteci sever” pozlar takınması riyakarlık ötesi bir tutumdur. Göçmenlere kapıları açan bu rejimin derdi başkadır. Kendi halkını açlığa mahkum eden bir rejimin göçmenlere hayrı olabilir mi? Göçmenlerin dramını “lütuf” sayan iktidar, savaştan kaçanların kan ve gözyaşlarından nemalanma hesapları yapıyor. Mültecileri kabul ederek “kurtarıcı” edasına bürünen AKP şefi ile müritleri, AB fonlarından gelecek paranın hayalini kuruyor. Bir süre önce, AB’den daha çok para koparmak için “kapıları açar mültecileri üstünüze salarım” diye şantaj yapıp yüzlerce kişiyi Edirne’ye yığması, bu dinci-ırkçıların kepazeliği hangi noktaya vardırabileceğini göstermişti.
İki AB yetkilisi ve bir diplomatın basına verdikleri demeçten yansıyan bilgilere göre yeni bir “mali yardım paketi” hazırlanıyor. Bunun Afganistan, Pakistan, İran ve diğer bölge ülkelerine verileceği söyleniyor. AKP-MHP rejimi bu paketten en büyük payı alma derdinde. Nitekim AB şefleri “iyi bekçilik” yapan rejimi övüp duruyorlar. Fondan Türkiye’ye ödenecek bekçilik parasının, 2024 yılına kadar gönderilmesi beklenen 3,5 milyar Euro’dan ayrı olacağı da belirtiliyor.
Mülteciler siyasi koz
Sermaye iktidarı mültecileri AB’den para sızdırmanın imkanı olarak değerlendirdiği gibi, iç siyasette de koz olarak kullanıyor. Kıbrıs “çıkarması” sırasında AKP şefi din sosuna bulayarak yaptığı açıklamada “Biz bu ülkede iktidarda olduğumuz sürece, bize sığınan Allah’ın kullarını biz katillerin kucağına atmayız.” hamaseti yapmıştı.
“Allahın kullarını” koruduğunu iddia eden bu zihniyet, dünyanın en vahşi katillerinden oluşturulan cihatçı çeteleri yıllardır destekliyor. Son yıllarda ise devletin maaşlı tetikçileri olarak kullanıyor. Siyasi çıkarları için Ankara’nın göbeğinde IŞİD’çilere katliam yaptırtan bir rejimin başı, “göçmenlerin babası” pozları takınıyor. Göçmen akınlarının yaratacağı sorunlara dikkat çekenlere saldıran Erdoğan, sefil çıkarlarını korumak için yaptığı işleri, “insan severlik” diye yutturmaya çalışıyor.
Öte yandan Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmesi ve Suriyeli mültecilerin oy kullanması üzerinden yürüyen tartışmalar, AKP’nin mülteci sorununu oylarını artırmanın bir aracı olarak kullandığını ortaya koymuştu.
İnsani yıkımlar üzerinden siyaset yapabilme ikiyüzlülüğünü kuşanan AKP iktidarı, mülteci sorununu yıllardan beri siyasetin malzemesi olarak kullanıyordu. Şimdi ise Afgan göçmen akınını aynı amaçlar için kullanmaya başladı.
Kışkırtılan mülteci düşmanlığı
AKP şefleri, “din sosu”na buladıkları vaazlarıyla “iyilik” yaptıklarını iddia etseler de, özünde ticari ve siyasi çıkarları için mültecilere kapıları açıyor. Kayıtsız ve ucuz işgücü olarak başta tarım ve tekstil alanlarında olmak üzere mülteciler hem kölece sömürülüyor hem işçi sınıfını etnik açıdan bölmenin bir aracı olarak kullanılıyor.
İşsizlik koşullarında Türkiyeli işçi ve emekçilerin “işlerini ellerinden aldıkları”, “karın tokluğuna çalışmayı kabul ederek ücretleri düşürdükleri” gibi birçok “gerekçe” ile mülteci işçilere karşı düşmanlık kışkırtılmaya çalışılıyor. “Böl, parçala, yönet” taktiğini kullanan kapitalistler ve onların saray rejimi, işçi sınıfını etnik-dinsel-mezhepsel temelde parçalamaya çalışıyor. Mülteci işçileri de Türkiyeli işçileri de açlığa mahkûm eden, emekçilere insanca çalışma ve yaşama koşullarını çok gören bu sistemdir. Buna rağmen aynı tezgâh başında sömürülen, iş cinayetlerine kurban giden işçilerin birleşmesi, ekilen bu düşmanlık tohumlarıyla engellenmek isteniyor.
AKP-MHP rejimi başta olmak üzere CHP ve İYİ Parti’nin başını çektiği düzen partileri, sorunlar yumağı olan kapitalist düzenin derinleşen krizinin suçunu mültecilere atarak bu düşmanlığı sinsice körüklüyor. Artan göçle krizlerin daha da derinleştiği ve Türkiye’de sorunların ağırlaştığı bir gerçektir. Ne var ki, bunun sorumlusu mülteciler değildir. AKP iktidarının maşalık yaptığı emperyalist güçlerin işlediği ya da işlettiği cinayetlerden, yapılan katliamlardan, kışkırtılan iç savaşlardan söz edilmiyor. “Ülkemde mülteci istemiyorum” diyerek sözde “AKP karşıtlığı” ile mülteciler hedef gösterilirken, dinci-faşist rejimin ekmeğine yağ sürülüyor.
İnsanca yaşanacak bir dünya için
Mülteci krizi emperyalist-kapitalist dünyada geçmişin ve bugünün olduğu kadar yarının da sorunu olacaktır. Emperyalist müdahaleler ve savaşların yanı sıra ekolojik dengenin bozulmasıyla yaşanan küresel ısınma, kuraklık/sel gibi olgular göç dalgalarının devam etmesini kaçınılmaz kılacaktır. Yaşanabilecek alanlar daraldıkça göçler de artacaktır. Emperyalist kapitalist sistem varlığını sürdürdükçe, bugün Suriyeli, Afganlı, Pakistanlı emekçilerin çıktıkları mülteci yolculuğuna başka ülkelerin halkları da katılmak zorunda kalacaktır.
İnsanca yaşanacak bir dünya için yapılması gereken, bu sorunların kaynağı olan kapitalist sistemi ortadan kaldırmaktır. Biriken tepkiyi savaşları kışkırtanlara, onlarla suç ortaklığı yapanlara, iklim krizini derinleştiren düzene yöneltmekten başka çıkış yolu yoktur. Mültecisi, yerlisi tüm işçi ve emekçiler yaşadıkları bu insanlık dışı koşulları değiştirmek için birleşmeli, başta “mülteci ırkçılığı” olmak üzere emperyalist-kapitalist ideolojinin empoze ettiği suni ayrımların zincirini kırıp sınıf bilincini kuşanmalı ve insanca yaşayabilecekleri bir dünya kurmak için mücadele etmelidir.