Covid-19 vaka ve ölümlerinde tekrar artış yaşanıyor. Virüsün daha tehlikeli mutasyonları hızla yayılıyor. Uzmanlar, toplumsal bağışıklık için nüfusun asgari %75’nin çift doz aşılanması gerektiğini söylerken, Türkiye’de iki doz aşılama oranı %30’ların altında seyrediyor. Aşılama hızının son süreçte düştüğü belirtiliyor. Tüm bunlara rağmen, Türkiye’de açılma tam gaz devam ediyor.
Türkiye’de iktidarın, başından beri bilimsel yöntemlerden ve şeffaflıktan uzak, yalan ve çarpıtmaya dayalı pandemi politikaları herkesin malumu. Türk Tabipler Birliği temsilcilerine yer verilmeyen sözde bilim kurulları, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda tedbirler/önlemler açıklayan saray rejiminin bir aparatı olarak iş gördü. Böylesi bir süreçte TTB hedef tahtasına çakıldı, üyeleri terörist ilan edildi. Bilimsel görüşlerini toplumla paylaşmak isteyen bilim insanları kovuşturmalara uğradı.
Hatırlanacağı üzere Sağlık Bakanı, “Her vaka hasta değildir” diyerek, testi pozitif olmasına rağmen semptom göstermeyenlerin koronavirüs tablosuna dahil edilmediğini itiraf etmiş, devletin verileri nasıl çarpıttığı resmen kayıtlara geçmişti. Bu politika sonucunda resmi vaka sayısı 60 binleri bulmuştu. Fakat ortadaki aleni suça rağmen hiçbir hesap verilmedi. Bu itirafın ancak vakaların gizlenemez boyutlara ulaşmasıyla, çeşitli toplumsal muhalefet kanallarının çabalarıyla ve DSÖ’nün aşıda öncelik programının ardından geldiğini unutmamak gerek.
Her alanda pandemi fırsatçılığı yapan AKP-MHP iktidarı, sürece dair asgari yükümlülüklerini dahi yerine getirmedi. Salgınla mücadele, “maske, mesafe, hijyen” üçlemesiyle kişisel tedbirlere indirgendi. Rejimin Sağlık Bakanı, bu yaklaşımla topluma uyarı tweetleri attı, “Evde kal!” çağrıları yaptı. Bunları söylerken kalabalık cenaze törenlerinde saf tutmaktan geri kalmadı.
Önleyici, kısıtlayıcı toplumsal tedbirler alınmazken, salgınla sözde mücadele adına baskı ve yasaklar genişletildi. Sokağa çıkma yasakları, doğasına sahip çıkan İkizdere köylülerine, fabrikalarının önünde mücadele eden işçilere uygulandı. Sokağa çıkma yasağını delen kağıt toplayıcılarına ceza kesilirken, AKP’nin lebalep dolu kongre ve etkinlikleri devam etti.
Türkiye pandemi koşullarında, bulaşı hızlandıracak olan üniversite sınavlarını yapmakta da bir beis görmedi. Bu başlı başına bir tartışma konusuyken, bir de sınav tarihlerinin turizm sektörünün ihtiyaçlarına göre değiştirilmesine tanık olduk. Bu tutum, meselenin bir kez daha salgını kontrol etmek olmadığını gösterdi. Vaka sayılarıyla oynayarak, yalan açıklamalarla, salgının pik yapması pahasına turizm üzerinden ülkeye para girmesi temel alındı.
Aşının bulaşıcı hastalıkları önlemede bilimsel bir yöntem olduğunu işlemeyen, toplumu bu konuda yeterince aydınlatmayan devlet yetkilileri, konu para olunca yaz sezonu için aşı reklamları yapmaktan kendilerini alamadılar. Aşılanmış turizm çalışanları bu yaz sezonu için turistlere bir teşhir malzemesi olarak gösterilip, güvenli tatil mesajları verildi.
Salgının gidişatı, toplam aşılama oranı vb. kıstaslar gözetilmeden 1 Temmuz’da da normalleşme kararı verildi. Toplum sağlığı bir kez daha sermayenin kârı için feda edildi.
Pandeminin başından beri izlenen yanlış politikalar, yakın süreçte 1 Temmuz kararı, ardından gelen bayram ve şu an devam etmekte olan yıllık izinlerle artan hareketlilik gelinen yerde Covid-19’da ve mutasyonlu virüsün yayılmasında yeni patlamalara davetiye çıkarıyor. Aşı bulunmuş olmasına rağmen virüste ve varyantlarında yaşanan bu artış daha vahim bir duruma işaret ediyor.
Hükümetin izlediği politikalar, bir yandan toplumda salgının azaldığına, hatta bittiğine dair bir rehavet oluştururken, diğer taraftan bu politikalara dönük güvensizlik kimi kesimlerde aşıya karşı da kuşku yaratıyor.
Sürecin şeffaf yönetilmemesi, vaka ve ölümlere dair bilgilerin gizlenmesi, düşük test sayıları, aynı zamanda bilim insanlarına, toplumun aydınlanması için çabalayan ilerici, devrimci kesimlere yönelik saldırı, baskı ve yasaklar, sürecin emek ve meslek örgütlerinin katılımı ve toplumsal kesimlerle işbirliği içerisinde yürütülmemesi, ekonomik-sosyal desteklerin sunulmaması vb. etkenler, toplumda salgın noktasındaki rehavetin, aşıya karşı güvensizliğin de nedenlerini oluşturmaktadır. Bu olgu, salgını toplum için bir felaket durumuna dönüştürüp, ölümleri ve yeni hastalıkları da kaçınılmaz kılarken, aynı zamanda sermayenin vurucu gücü AKP-MHP iktidarına karşı mücadelenin önemine de ışık tutmaktadır.
S. Gül