Hatay, Adana, Maraş, Elbistan, Adıyaman, Osmaniye ile birçok ilçe ve köyü depremin ilk günlerinde dolaştık. Şehirlerin yok olduğunu, yaşanacak tek bir evin dahi neredeyse kalmadığını söyleyebiliriz. “Yüzyılın felaketi” demekle haklılar! Yıllar öncesine dayanan ancak AKP iktidarıyla birlikte sınırsızca büyüyen inşaat sektörü ve kuralsızlık bu felaketi hazırlamıştır. Yaşanan iki büyük depreme rağmen alınmayan tedbirler tek adam rejiminin en bilinen gerçekleridir. Tablo o kadar vahimdir ki, faciaya dönüştürdükleri felaketten yakalarını bu sefer “doğal afet” diyerek sıyırmaları o kadar kolay olmayacaktır.
Hatay’dan başlayarak durumu anlamak, dayanışmamızı sunmak ve yardım malzemelerini ulaştırmak için deprem bölgelerini gezdik. Evleri yıkılan, yakınlarını yitiren insanlarla konuştuk. Medyaya yansıyanlar ile gerçekte yaşananlar arasındaki uçurumun ne kadar büyük olduğunu acı bir biçimde gözlemledik.
* Örneğin tüm yıkım yaşayan kentlerde arama-kurtarma çalışmalarının neredeyse tamamının gönüllüler tarafından yapıldığı, AFAD’ın ise 2. günün sonunda çok küçük alanlarda faaliyet yürüttüğü, depremi yaşayan herkes tarafından biliniyor. AFAD’ın merkezlerinden birinin yer aldığı Maraş'ta dahi arama kurtarma çalışması ancak Erdoğan'ın gelişi ile birlikte iki km'lik bir alanda başlamış. Gönüllü olarak gelen iki eski sivil savunmacı şunları söylediler:
“Biz Gölcük depreminde geç müdahale ettik diyorduk, buraya deprem günü geldik. Birçok enkazdan gelen sesleri yanına gidip duymak mümkündü. AFAD merkezine gittiğimizde ise sadece bekledik. Yardıma ihtiyacı olan insanların ekipleri zorlayarak göçük başına götürebildiğini gördük. 2. gün sonrasında ise sadece göçüklere gelip, sessizlik isteyip, ses yok diyerek geri döndüler. Gönüller sayesinde kurtuldu insanlar.”
Maraş’ta kentin büyük bir bölümü enkaz halinde ve kalan binalarda oturmak mümkün değil. 1.2 milyon nüfuslu Maraş adeta yok olmuş bir kent görünümünde.
* AFAD’ın her şehirde aynı şekilde davrandığını birçok kişiden dinledik.
Hatay'da işçiler ve gönüllüler dışında 4. gün gelen sadece 20-25 kişilik bir AFAD ekibi vardı. Depremden kurtulanlar 2. gün ancak bölgelere ulaşan gönüllülerin organize olması sayesinde deprem bölgesinde durabiliyorlardı. Hatay'da yıkımın en ağır olduğu Armutlu ve çevre mahallelerde her evin başındaki yakınları kurtarma ekibi arıyor, iş makinası bulmaya çalışıyordu. Ana sokakların yıkılması nedeniyle arkada kalan enkazlara gitmek dahi mümkün olmuyordu. Yakını olmayanların bulunduğu göçüklerde ise herhangi bir kurtarma çabası görmek mümkün değildi. Çıkarılan cenazeler yollarda bekliyordu. Enkaz altında kalan cenazelerin bozulması nedeniyle ağır bir koku tüm şehri sarmıştı.
* Gönüllü olarak gelen işçilerin çabası ve mücadelesi depremi yaşayanlar tarafından sürekli söyleniyor. Hatay’da AFAD'ın ses yok dediği bir evden madenciler iki kişiyi 3. günün sonunda canlı olarak kurtardılar. Maden işçileri başta olmak üzere işçilerin afet bölgelerine planlı bir şekilde taşınması can kaybını çok aşağılara çekebilir, arama-kurtarma çalışmalarını hızlandırabilirdi. Ama aç gözlü sermayedarlar ve iktidarın aymazlığı yüzünden bu gereğince yapılamadı. Gene de birçok fabrikadan, özellikle de madenlerden gelen işçiler büyük bir özveri ile çalıştılar.
* Dayanışma için gelen tırları, yardımları planlama adına ilk günlerde durduran AKP iktidarının bu konudaki beceriksizliği de açıkça görüldü. Dayanışma için ülkenin dört bir yanından gönderilen ürünler çevreye bırakılıyor. Eğer gönüllülerin koruma ve düzenleme çabaları olmasaydı yardımlar ulaştırılamayacaktı.
* Sağlıkçılar yakın zamanda bir salgın ihtimali üzerine konuşuyorlar. Ölü bedenlerin enkazda bekletilmesi, kişisel temizlik ürünleri ve dezenfektanların olmaması, seyyar tuvaletlerin dahi bulunmaması bu riski oldukça artırıyor. Aya gideceğini söyleyen iktidar yöreye tuvalet bile kurmaktan aciz.
* Irkçılık, halklara düşmanlık özellikle gündemde tutuluyor. Birkaç tekil örnek dışında hiçbir geçerliliği olmayan hırsızlık, yağmacılık, çocuk kaçırma gibi durumlar propaganda ediliyor. Özellikle Suriyeli emekçiler üzerinden bu kara propaganda ile depremzedelerin ve yardıma gelenlerin tepkisi, bu insanlara yönlendirilmeye çalışıyor. Bir halklar mozaiği olan bölgede halklar arasına nifak ekilmeye, böylece ortak acının oluşturduğu dayanışma ve kardeşleşme duygusunun önüne geçilmeye çalışıyor.
Başka bir örnek, Adıyaman'a arama-kurtarma ve dayanışma için gelen Kürt gençlerinin polis tarafından kaçırılıp, tehdit edilip, üstleri soyularak ve darp edilerek dağ başına bırakılması. Bu, enkaza ulaşamayan devletin asıl hangi işlerle ilgilendiğini ortaya koyuyor.
* Birçok gönüllü enkazların yüzde 10-15'lik kısmına bakıldığını söylüyor. Zamanın çok ilerlemesi, canlı insana ulaşma ihtimalinin azalması nedeniyle enkaz kaldırma çalışmaları aralıksız devam ediyor. Enkaz çalışması ile birlikte iş makinaları onlarca kat artmış durumda. Arama-kurtarma çalışmaları sırasında depremzedelerin kendi imkanları ile iş makinası bulmaya çalışması ile bugünkü durum arasında büyük bir açı farkı var. Bu da inşaatçılığı ile övünen iktidarın ilgisinin nelere yönelik olduğunu ortaya koyuyor.
* Enkaz kaldırma çalışmaları ile birlikte deliller karartılıyor. Yıkılan binalardan numuneler alınmıyor ya da usulüne uygun toplanmıyor. Bu durum kirli işlerin üstünün örtüleceğine, bir felaket sürecinin daha göstermelik cezalarla kapatılacağına gösterge sayılıyor.
* Ölüm sayısının resmî açıklamalardan kat kat fazla olduğu, deprem bölgesinin durumunu gören herkes için açık bir gerçek. 2019 sayımına göre; 1.2 milyonluk Maraş, 635 binlik Adıyaman, 1.6 milyonluk Hatay'ın birçok bölgesinde büyük bir yıkım yaşanmıştır. Gerçekler yalan beyanlarla kapatılamayacak kadar açıkken, iktidar hala doğru bilgi vermiyor.
Yaşamdaki birçok olgu gibi deprem de sınıfsal niteliği ile karşımıza çıktı. Yoksulluk ve sefalet ile birleşen bu büyük afet en çok işçi, emekçi ve yoksulları vurdu. Bir tarafta AKP iktidarı ile birlikte kâr rekorları kıran müteahhitler, demir-çelik patronları, çimento ve beton şirketleri, diğer yanda ise “yüzyılın felaketi” ile yaşamları alınmış, sokaklarda bırakılmış emekçiler!
“Yüzyılın felaketi”ni depremin yaşandığı bütün şehirlerde gördük. Asıl felaketin doğal afetler değil, bir avuç asalak daha da zengin olsun diye var olan bu sömürü ve talan düzeni olduğunu zaten çalıştığımız fabrikalardan biliyorduk. Ama buradaki acı tabloyu hiç unutmayacağız!
Enkaz başında “kızımı köpekler yemesin” diye bekleyen anneyi de, tek başına kurtulan çocukları da, ablasının cenazesine ulaşmak için Kızılay görevlilerinin hemen karşısında enkaza giren kardeşi de, dayanışmayı büyütmek için Urfa’dan kamyonetin arkasına çadır malzemesi ve soba doldurup depremzedelere çadır kuran Siverekli Kürt gençlerini de, enkazın başında canlı bulmak için günlerce neredeyse yemeden, uyumadan çalışan madencileri de unutmayacağız, unutmayalım.
Biz unutmayacağız, asla affetmeyeceğiz. Bir gün sınıfımız tüm bu zulüm ve aymazlığın hesabını elbette soracak.
Ege İşçi Birliği’nden bir grup işçi