Osman depremde yıkılan evinden depremin ilk saatlerinde çıkabilmişti. Depremde sağ kurtulan komşularının yardımıyla çıktı. Oğlu içerideydi. Oğlunun kaldığı odanın enkazı çok daha fazlaydı. İlk anlarda sesi gelmese bile birkaç saat sonra sesi duyuldu.
Sesi net gelse de çocuk, kaldığı odanın ağır bloklarının altında kalmıştı. Bir vinç gelse taş çatlasa yarım saatte o blokları kaldırıp Osman’ın oğlunu kurtarabilirdi.
Her yerden şebeke verdiğiyle övünen GSM operatörleri de enkaz altında kalmış olmalı ki, yalnız Osman’ın değil, kimsenin telefonu çekmiyordu. Bu yüzden insanın ilk çağlardaki imkanlarıyla, ya da imkansızlıklarıyla haber verdiler devlet yetkililerine.
Saatler geçti gelen giden olmadı. Osman sürekli oğlunu konuşturmaya çalışıyordu. Hava karardıkça soğumaya başladı. Oğlunun donma riski olabilirdi. Bu yüzden uyutmamak için sürekli konuşuyor, konuşturmaya çalışıyordu.
“Annemin yanına mı gideceğim baba?”
Oğlunun sorusu yüreğini yaktı Osman’ın. Zoraki espri yapar gibi “Annen seni kovar, bu kadar erken gelmeni istemez” dedi oğluna. Oğlu güldü. O gülünce Osman da güldü.
Sabah oldu gelen giden yok. Osman içinden “nerede bu devlet?” diye soruyordu. Akşamında da gelen olmadı. Ertesi sabaha Osman’ın oğlunun sesi çıkmaz oldu.
Önce oğlunun ismini haykırdı. Ses yok! Oğlu artık ses çıkaramıyordu. Muhtemel ki annesinin yanına gitmişti.
3 gün sonra enkazın başına ekip ve ekipman geldi. Gerçekten yarım saat bile sürmeden oğlunun cansız bedeni çıkarıldı enkaz altından.
Osman, çocuğunun cansız bedenine sarılırken sokağı çınlatarak bağırdı:
“Nerede bu devlet?”
Kameralar da gelmişti sokağa. Osman’a yöneldiler. Tabi onlarla birlikte gezen askerler de yöneldi Osman’ın yanına. Komutan “Devlet burada!” diye bağırdı, Osman’ın sesini bastırmak için. Sonra askerler Osman’ı araçlarına götürdü.
Öyle ya devlet işi buydu.
H. Ortakçı