Lübnan, Azerbaycan, Sırbistan, Fransa (Sarı Yelekliler), Haiti, Honduras, Kolombiya, Ekvador, Uruguay, Şili, Irak, Sudan, Cezayir, Fas… Dünyanın çok değişik coğrafyalarında ve değişik vasilerle patlak veren halk isyanları sürüp gidiyor. Daha şimdiden 2019 yılı halk isyanları yılı olarak tarihteki yerini aldı.
Şili’de kamu ulaşımına yapılan zam, Lübnan’da WhatsApp vergisi, Ekvador ve Haiti’de yolsuzluk ve yakıt sübvansiyonlarının kaldırılması, Irak’ta yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik gibi sorunlar tetikleyici oldu. Peru’da Devlet Başkanı Martín Vizcarra’nın Kongre’yi, Kongre’nin de Devlet Başkanı’nı görevden alması üzerine ülke kendisini bir anda büyük bir yönetilememe krizinin girdabında buldu. Azerbaycan’da kitleler düşük ücretlere, yolsuzluğa ve siyasi baskılara karşı siyasi dokunulmazlıkların kaldırılması talebiyle sokaklara aktılar. Endonezya’da gerici otoriter devlet başkanı Joko Widodo’nun meclise getirdiği yeni ceza kanununda Yolsuzlukla Mücadele Kurumu’nun (KPK) zayıflatılmasını içeren, evlilik dışı birliktelik, eşcinsel ilişki, tıbbi zorunluluk dışında kürtaj ve devlet başkanına hakaret gibi eylemlerin de suç kapsamına alınmasını öngören değişiklikler üzerine öğrenciler 23 Eylül’de parlamento binasının önünde toplanmayla başladılar. Katalonya’da 9 Katalan siyasetçinin İspanyol Anayasa Mahkemesi’nde cezaya çarptırılması kitlesel eylemlerin kıvılcımını çaktı.
Eşzamanlı ve ortak talepli halk ayaklanmaları dönemi
Değişik ülkelerde değişik sebeplerle patlak vermiş gibi gözüken kitlesel ve uzun soluklu eylemler, eşzamanlı oldukları gibi, talepleri ve hedefleri bakımından da ortak özelliklere sahipler. Bu zemini yaratan, uluslararası kapitalist sistemdir. Sisteme karşı mücadele ve başarının yolu da uluslararası sınıf ve emekçi halk hareketlerinin enternasyonal birliğinden geçmektedir.
2019 yazından bu yana süren hareketlere bakıldığında eylemlerin nispeten düşük katılımlarla başladıkları ve hızla büyüyerek eyleme sahne olan ülkelerin geneline yayıldıkları görülüyor. Genele yayılan eylemlerde öne çıkan taleplerin öncelik sıralaması ülkelere göre değişiklikler gösterse de temel taleplerde bir ortaklaşma söz konusu. Sermaye diktatörlüklerinin siyasal baskılarına karşı başlayan eylemlerde zamların geri alınması, kapitalist sistemin çürümüşlüğünün dışa vurumu olan yolsuzluk ve rüşvetçilerden hesap sorulması, çalışma koşullarının düzeltilmesi, ücretlerin yükseltilmesi, eğitim ve sağlık hizmetleri olanaklarına erişim, emeklilik aylıklarının yükseltilmesi gibi talepler ileri sürülüyor. Bunlar işçi, işsiz, emekli, öğrenci vb. kesimleri kapsayan başlıca ortak taleplerdir aynı zamanda. Sermaye diktatörlüklerinin ilan ettikleri sıkıyönetim, OHAL gibi önlemler ise kitlesel eylemleri sınırlamak bir yana daha da yaygınlaşmalarına yol açtı.
Daha şimdiden yüzlerce ölü, yaralı ve binlerce tutsakla kayıtlara geçen kitle isyanları dalgası hız kesmeden devam ediyor. Kitleler mücadele içerisinde öz deneyim ediniyor, eğitimden geçiyorlar. Burjuva hükümetlerin verdikleri tavizleri ellerinin tersiyle bir kenara iterek, yeni ve daha ileri talepler ileri sürerek ilerliyorlar.
Irak’ta 74 insanın katledildiği eylemlerde, “Başbakan ve yozlaşmış parti sistemi devrilmedikçe protestolara devam” yazan pankartlar öne çıkmaya başladı. Şili’de Piñera, protestolar yüksek katılımla tüm ülkeye yayılıp, kontrol edilemez bir hal alınca, Bakanlar Kurulu’nu değiştirme kararı aldı. Elbette 30 pesoluk metro zammını da geri çekti. Ne ki bunlar, Şili’de Chicago Okulu’nun “Chicago Boys” olarak bilinen neoliberal iktisatçılarına ve Milton Friedman’a gönderme yapan, “Neoliberalizm Şili’de doğdu ve Şili’de ölecek” gibi şiarların yazılı olduğu pankartların taşınmasını önlemeye yetmedi.
Endonezya’da, 1960’larda yaklaşık 1 milyon komünistin katledilerek toplu mezarlara atılmasından bu yana ülkede sol motiflerin baskın olduğu, öğrencilerin ve işçi sendikalarının önderliğinde en kitlesel gösterilerden biri olarak görülen eylemler de devam ediyor.
“Erken öten horozun boynunu keserler”
20. yüzyılın sonuna doğru Ekim Devrimi’nden arta kalanları modern revizyonizmin marifetiyle tasfiye eden kapitalist-emperyalist sistem, zafer sarhoşluğuyla yenilmezliğini ve “tarihin sonunun” geldiğini büyük bir gürültüyle ilan etti. Zincirlerinden boşalan ideolojik, politik, kültürel gericilik dünya işçi hareketinin ve halklarının üzerine karabasan gibi çöktü.
Kapitalist sistem üzerine yapılan güzellemeler insan ömrüyle ölçüldüğünde uzun sürmüş gibi gözükse de toplumların tarihi bakımından uzun ömürlü olamadılar. Bizzat kapitalist üretimin temel yasaları tarafından hızla boşa çıkartıldılar. “Uzlaşma”, “barış”, “evrensel demokrasi” gibi, emekçi halkları ve onların öncülerini köleleştirmeyi hedefleyen gerici ideolojik kavramlar kapitalist üretimin çarkları arasında yerle yeksan oldular. Kapitalist üretim tam da böyle bir şeydir. “…bir kutuptaki zenginlik birikimi, aynı zamanda, öteki kutuptaki, yani kendi emeğinin ürününü sermaye olarak üreten sınıfın yer aldığı karşı kutuptaki sefalet, acı, kölelik, cehalet, vahşileşme ve manevi bozulmanın birikimidir.” (Marx, Kapital Cilt 1). Tam da bu hoyratlık girdabında “uzlaşma”, “barış”, “evrensel demokrasi” gibi burjuva kavramlar da işçinin alınterini yutan çarklar arasında ezilerek yok olurlar, oluyorlar.
Kapitalizmin temel yasaları, kapitalizm yok edilmedikçe hiçbir şekilde tam olarak denetim altına alınamazlar. Bunu deneyenlerin çabaları hep hüsranla sonuçlanmıştır. Bunu “iyi niyetle” de olsa deneyen kapitalizm “düzelticisi” sosyal reformistlerin her çabasının boşa çıkması bir yana, bu gerici çabalar işçi sınıfı ve emekçi halkları etkilediği oranda kapitalist sistemin daha da güçlenmesine hizmet etmiştir. Bunun böyle olduğuna dair “güçlü” bir tanığımız var. Devrimler döneminin kapandığını tez elden ilan ederek, işçi sınıfı ve emekçi halkların devrim özlemini tabuta gömüp, “tarihin sonu” çivisini çakan Francis Fukuyama’dan söz ediyoruz. Neoliberalizmin ideoloğu, burjuvazinin el üstünde tuttuğu peygamberi, çaktığı çivinin paslı ve işe yaramaz olduğunu, “Piyasa ekonomisinin ve liberal demokrasinin kesin zaferi konusunda ben yanıldım ve kapitalizmin sürekli kriz ve istikrarsızlık üreten bir sistem olduğu konusunda Marx haklı çıktı” diyerek, itiraf etmek zorunda kaldı. Gerçek yaşam tam da böyledir, isteğe/tercihe göre yapılan teorilerin zırvadan öte bir anlam ve önemi olmadığını er veya geç açığa çıkartır.
Bugün yaşanan halk ayaklanmaları, isyan ve direnişleri dalgası 2008-2011 yıllarında yaşadığımız halk ayaklanmaları dalgasının yeni bir versiyonudur. Birinci dalga, kapitalizm üzerine yaratılan, ileri sürülen hurafelerin güçlü olarak toplumsal bazda sorgulanmasını başlattı. Devamı olan dalgalar başlayan bu sorgulamayı ileriye taşıyarak, alternatif arayışlarını hızlandıracaktır. “Başka bir dünya mümkündür”den, mümkün olan dünyanın kurulmasının savaşçılarını, ideolojik, politik ve örgütsel önderliklerini bu kavga ortamları yaratıp, olgunlaştırarak öne çıkartacaktır.
Her olanak devrimci işçi hareketi için
İşçi sınıfı devrimcileri olarak, güçlerimizin sınırlılığına takılmadan, yönümüzü daha çok fabrikalara çevirerek, devrimci işçi hareketini geliştirme çabalarımızı artırarak, gelmekte olan bu hesaplaşma gününü karşılamalıyız. Her bir işçi, fabrika ilişkisi üzerinde ne kadar titresek yeridir. Kriz kapitalizmin kriziyse -ki öyledir, krizin devrimci temelde çözücü gücü de kapitalist üretimin-zenginliğin, dolayısıyla emekçilerin sefaletinin de üretildiği fabrikalarda ortaya çıkarılacak ve gerçek çözümünü de orada bulacaktır. Toplumun ezici çoğunluğunu mülksüzleştirenler mülksüzleştirilip, üretim toplumsal ihtiyaçların karşılanması için yeniden örgütlenerek, sefalet mezara gömülecektir.