Lübnan’da gerçekleştirilen seçimlerin Hizbullah ile müttefiklerinin zaferiyle sonuçlanması, bölgesel çapta yankı uyandırdı. Zira hem direnişten yana olanlar hem karşı cephedekiler seçim sonuçlarına özel bir anlam yüklüyordu. Taraflar, bu seçimlerin Hizbullah şahsında direniş cephesi için bir “referandum” anlamına geleceğini belirtiyordu.
Tehditler korkutamadı
Lübnan Hizbullahı siyonist İsrail’in işgalci/saldırgan politikasına karşı direndiği gibi, Suriye’yi hedef alan emperyalist saldırıya karşı da savaşıyor. Bu tutum sadece emperyalist ve siyonist güçlerin değil gerici Körfez şeyhlerinin de histerik düşmanlığına neden oluyor. Direnişe saldıran bu güçler, Hizbullah’a destek vermemeleri için Lübnan halkına da küstahça tehditler savurmuştu.
Tehdit, şantaj ve saldırıların yanı sıra direnişi hedef alan, üstelik yıllardan beri devam eden bir psikolojik savaş da var. Tüm bunlara rağmen Lübnan halkı, özellikle de başkent Beyrut halkının önemli bir kesimi direnişten yana tercih yaptı. Direniş karşıtı medya kampanyasının iğrenç derecede mezhepçi olmasına rağmen, bazı tanınmış Sünni şahsiyetlerin Hizbullah listelerinden milletvekili seçilmeleri seçim sonuçlarını daha da etkili kılıyor. Merkezinde Hizbullah’ın bulunduğu ittifakın içinde Hristiyanların da olması, direnişi hedef alan mezhepçi kampanyanın hedeflenen sonuçları yaratmaktan uzak kaldığına işaret ediyor.
“ABD-İsrail-Körfez şeyhleri-cihatçı terör cephesi”nin tehditlerine rağmen direnişten yana yapılan tercih, halkların işbirlikçi teslimiyetçileri değil, siyonist küstahlığa, emperyalist saldırganlığa, cihatçı vahşete karşı direnenleri tercih ettiğini kanıtlıyor. Suudi kralının kuklası olan ve bir süre önce Suudi Arabistan’da rehin tutulan Saad el Hariri ile partisi El Mustakbel’in (Gelecek) hezimete uğraması da, direnişe verilen desteğin bir diğer kanıtıdır.
Irkçı-siyonist İsrail keskin dişlerini gösterdi
Hizbullah’ın seçim zaferi, İsrail’in siyonist şeflerini diken üstünde bıraktı. Zira Lübnan halkını tehdit ederek Hizbullah’la müttefiklerini siyasi yönden zayıflatacağını sanan İsrail, tam tersi bir sonuçla karşılaştı. Bu ise siyonist şefleri daha da saldırganlaştırdı.
Gırtlağına kadar yolsuzluk-rüşvet batağına saplanmış bulunan Benyamin Netanyahu hükümeti, Lübnan halklarının tercihine saygı duymak bir yana, küstahça tehditlerinin dozunu arttırdı. Daha önce direnişi kucaklayan halkları tehdit eden Netanyahu rejimi, artık Lübnan’ın Hizbullah olduğunu, dolayısıyla tüm ülkenin İsrail’in saldırı menzilinde sayılacağını ilan etti.
İsrail tehditlerini ciddiye alan direniş cephesi, siyonistlerin olası bir saldırısına karşılık vermeye hazır olduklarını bir kez daha ilan etmekle yetindi.
Direniş artık daha güçlü
Lübnan’da siyasi partiler etnik, dinsel, mezhepsel esaslara göre örgütleniyor. Fransız emperyalizminin uğursuz mirası olan bu sisteme göre cumhurbaşkanı Hristiyan, başbakan Sünni, meclis başkanı Şii kökenli olmak zorunda. Koalisyon hükümetinin zorunlu olduğu bu sistemde bakanlıklar, partiler arasında paylaşılıyor. Sadece Lübnan Komünist Partisi (LKP) musibetlere vesile olan bu sistemin dışında örgütleniyor. Sınıfsal esasa göre örgütlenen LKP, geçerli sistemi de cepheden reddediyor. Direnişi destekleyen LKP, geçerli sistemi meşru kabul ettiği için ise Hizbullah’ı eleştiriyor.
Sürekli sorun kaynağı olan, yabancı güçlerin Lübnan’a müdahale etmesine zemin oluşturan bu parçalı sistemde Hizbullah’la müttefiklerinin seçim zaferi kazanması, bir ilke tekabül ediyor. Dokuz yıl aradan sonra yapılan seçimlerde halkın önemli bir kesiminin direnişi desteklemesi, emperyalist-siyonist güçlerle Körfez şeyhlerinin küstahça müdahalelerine duyulan tepkinin dışa vurumu oldu. Bu sonuç, direnişin geniş kitleler nezdinde meşru zemin yaratmayı başarmasının sonuçlarından biridir aynı zamanda.
Direnişi ezerek “Yeni Ortadoğu”yu yaratma hevesine kapılan emperyalist ve siyonist güçlerle işbirlikçileri, bir kez daha hüsrana uğradılar. Direniş cephesi ise, ağır bedeller ödemesine rağmen her zamankinden daha güçlü olduğunu, seçimler vesilesiyle de göstermiş oldu…