Dünya olaylarının hızlı ve yoğun aktığı bir dönemden geçiyoruz. Emperyalist sistemde askeri ve jeopolitik çatışmalar tırmanıyor. Süreç “Dünya siyasetinde bir dönüm noktası”na doğru hızla ilerliyor. Ukrayna’daki savaştan Ortadoğu’daki fiili gelişmelere, Asya-Pasifik’te artan gerilimlerden, rakip emperyalist güçler arasındaki hegemonya mücadelesinin sertleşmesine… Bu ve benzer olaylar, adım adım yerleşik uluslararası ilişkileri sarsıyor.
Emperyalist sistemin ABD öncülüğündeki “tek kutuplu dünya düzeni” ile karakterize edildiği dönemin geride kalmasından bu yana, emperyalist dünya düzeni içinde hem ekonomik hem askeri güç dengeleri değişmeye başladı. Öncelikle Çin’in emperyalist-kapitalist dünya sistemin zirvesine yükselmesi, yanı sıra NATO tarafından sıkıştırılan Rusya’nın ABD öncülüğündeki “kurallara dayalı dünya düzeni”ne meydan okuması ve bunu Gürcistan, Suriye ve Ukrayna üzerinden somutlaması, emperyalist hegemonya ve paylaşım mücadelesine hız kazandırdı.
Hemen her alandaki yükselişiyle, dünyanın ikinci ekonomisine sahip oluşuyla, giderek güçlenen ve modernize olan ordusuyla Çin, ABD’nin hegemonyasını tehdit eden ve dünyanın kaderini giderek daha fazla belirleyebilecek tek rakiptir. Uluslararası ilişkileri belirlemede, ABD ile Çin arasındaki ilişki, tayin edici önemde görünüyor. Rusya ise ABD ve denetimindeki NATO tarafından “çıkarlarımız ve değerlerimiz için doğrudan ve şiddetli bir tehdit” diye tanımlanıyor. Dolaysıyla ABD ve batılı emperyalistler Çin, ama özellikle de Ukrayna savaşı vesilesiyle Rusya karşısında ortak bir eksende şimdilik birleşmiş görünüyor. Küresel ölçekteki rakip güçler arasında dünya egemenliği uğruna süren güç mücadelesinde Çin ve Rusya özel bir yer tutuyor. Uluslararası ilişkilerin ve hegemonya mücadelesinin geleceğini belirlemede, bu iki ülke önemli rol oynuyor. Oynamaya da devam edecektir.
“Uluslararası düzeni yeniden yapılandırmak” istemekle suçlanan Rusya ve Çin aralarındaki işbirliğini pekiştirerek, ABD emperyalizminin dünya üzerindeki etkisini adım adım geriletiyor. Dolaysıyla ABD ve NATO tarafından kuşatılmak isteniyor. Zira Rusya ama özellikle de Çin, emperyalist dünyanın iç dengelerini bozabilen ve ABD hegemonyasına “meydan okuyan” ülkeler konumundadır. Çin ile Rusya arasında artan işbirliğinin ise ABD ve NATO aleyhine önemli uluslararası sonuçları var. Dolaysıyla NATO, Rusya’ya karşı nasıl ki Doğu Avrupa’ya doğru genişliyorsa Çin’e karşı da Pasifik’e doğru genişlemeye çalışıyor. Bu süreçte Washington’da düzenlenen bir zirveyle 75’inci yılını kutlayan savaş örgütü NATO, Ukrayna ve Ortadoğu’daki kriz ve çatışmaların olduğu gibi, Asya pasifikteki kriz ve artan gerilimlerin de biricik suçlusudur.
NATO’nun 75. yıl zirvesinin ardında yaşananlar
Fransa, Almanya, İtalya, Litvanya, Polonya, Slovenya, İspanya, Türkiye, Birleşik Krallık ve ABD’den askeri birlikler yakın zamanda Polonya’nın Korzeniewo kentinde Vistula Nehri’ni geçti. Bu nehir geçişi, Polonya liderliğindeki çok uluslu operasyonel ve taktik düzeydeki tatbikat “Dragon 24”ün bir parçasıydı. Bu, onlarca yıldır yapılan en büyük NATO askeri tatbikatı olan “Steadfast Defender 24”ün önemli bir unsurunu oluşturuyor. “Steadfast Defender 24” kapsamında İsveç’in yanı sıra tüm NATO üyesi devletlerden toplam 90 bin askerin katılacağı bir dizi tatbikat gerçekleştirilecek. Buna ve NATO zirvesindeki saldırganlığa tepki olarak Çin ve Rusya, geçen hafta Güney Çin Denizi’nde üç gün süren kapsamlı deniz tatbikatı gerçekleştirdi. Gerçek mühimmat kullanımı da dahil olmak üzere uçaksavar ve denizaltı karşıtı savaş tatbikatı diye anılan “Deniz İşbirliği-2024”, Hava ve Denizaltı savunmasını birlikte yürütüyor. Taraflara göre Çin-Rusya ortak tatbikatı, “iki ülke arasında birçok yön ve alanda derinleşen pratik işbirliğini teşvik ediyor ve iki tarafın deniz güvenliği tehditlerine ortak yanıt verme yeteneğini etkili bir şekilde geliştiriyor. Yeni dönem için Çin ile Rusya arasındaki kapsamlı stratejik ortaklığı daha da derinleştiriyor.”
Tatbikatların yanı sıra başka önemli gelişmeler de yaşandı. Çin diplomasisi Orta Doğu’da bir kez daha gücünü gösterdi. Bir hafta önce Pekin küresel diplomasinin odak noktası görünümündeydi. 14 Filistinli grubun temsilcileri, tarihi olarak bölünmenin sona erdirilmesi ve Filistin Ulusal Birliğinin Güçlendirilmesine ilişkin Pekin Deklarasyonu’nu imzaladı. Aynı gün Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmytro Kuleba, Rusya-Ukrayna ihtilafının patlak vermesinden bu yana Çin’e ilk ziyaretini gerçekleştirdi. Bakan, Pekin’de yaptığı açıklamada Ukrayna’nın Rusya ile anlaşmaya hazır olduğunu belirtti. Dünyanın en önemli çatışma bölgelerinden ikisinden gelen ziyaretçiler, eş zamanlı olarak Çin’de siyasi çözümler arayarak “diplomatik bir yankı” oluşturdular. Bu gelişmelerin ardında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 24 Temmuz günü Kremlin’de Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la bir araya geldi.
ABD ve müttefiklerinden Çin-Rusya karşıtı provokasyonlar
Washington’daki NATO zirvesinin sonuç bildirgesinde en büyük tehdidin Rusya olduğu iddiası tekrarlandı, Çin’in, Rusya’nın saldırganlık savaşında “kesin bir suç ortağı” olduğu öne sürüldü. Rusya’yla ilişkileri derinleştiren Çin ve İran’ın da bu tehdidin bir parçası haline geldiği vurgulandı. Kuzey Kore’nin Rusya ve Çin ile diyaloğu geliştirmesi ve nükleer silah kapasitesini artırmasının kuzeydeki “güvenlik endişelerini” artırdığı söylendi. NATO, Çin’i saldırgan politikalarıyla ittifakın çıkarlarına, güvenliğine ve değerlerine meydan okumakla suçladı. Dolaysıyla Çin ve Rusya’yı kuşatmayı hedefleyen NATO, Kuzey Kutbu’na doğru genişlemeyi de hedefliyor.
ABD Savunma Bakanlığı tarafından yayımlanan “2024 Arktik Stratejisi” adlı belgede Çin’in “Kuzey Kutbu’na erişimi ve nüfuzu artırma arayışında olduğu” iddia edildi. Belge, “Çin ile Rusya arasındaki işbirliği, ABD’nin, müttefiklerimizin ve ortaklarımızın güvenliği açısından sonuçları var” diyor. Bu nedenle ABD, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılmasının, benzer düşüncelere sahip tüm Kuzey Kutbu ülkelerini NATO’ya katmanın ve iş birliği için yeni fırsatlar sunmasını “tarihi bir olay” olarak nitelendiriyor. ABD, Kuzey Kutbu’na hakim olmak için ittifaklar kurarak Çin ve Rusya’yı şeytanlaştırıyor. Gerçekle bağı olsun olmasın edilen her laf, ABD’nin emperyalist hegemonya savaşına gerekçe uydurma hesabıyla doğrudan bağlantılıdır.
Son dönemde, “Kuzey Kutbu gelecekte en önemli küresel enerji kanallarından biri haline gelecek” değerlendirmeleri yapılıyor ve “Kuzey Kutbu Çin ve Rusya tehdidi altındadır” iddiası buna ekleniyor. Buna göre Çin ve Rusya bu “küresel enerji kanalını” tamamen kontrol alabilecek. Bunun ise ABD’nin küresel hegamonik konumunu daha da zayıflatacağı var sayılıyor. Bu sırada ABD Savunma Bakan Yardımcısı Kathleen Hick, “Arktık stratejimiz, Bakanlığın Kuzey Kutbu’nun güvenli ve istikrarlı bir bölge olarak kalmasını sağlama çabalarına rehberlik edecektir” açıklamasını yaptı ve “ABD kuvvetlerinin Kuzey Kutbu’ndaki olası beklenmedik olaylarla ilişkili riskleri azaltmak için hazır ve donanımlı olması gerektiği” savını ortaya attı. Görüldüğü üzere ABD, Kuzey Kutbu’na yaptığı askeri yığınağı artırmaya hazırlanıyor. Bu ise bölgede çatışma olasılığını güçlendiriyor.
ABD, gerileyen bir hegemon güçtür ve güçlü konumuna geri dönme çabası içindedir. Bunu başarması için de Rusya ve Çin’i kuşatmak, denetim altına almak ve “uluslararası düzenin kurallarına”, yani kendi kurallarına boyun eğmelerini sağlamak gerektiği var saylıyor. Ukrayna krizini kışkırtmak da bunun bir ürünüydü. Ukrayna’ya müdahale, Rusya’nın yapmak istediği son şeydi ama ABD, NATO ve Avrupa Birliği’nin saldırgan politikalarından dolayı bu savaşa girmek zorunda kalmıştı. Benzer şey Tayvan üzerinden Çin’i kuşatmak için de yapılıyor. Dolaysıyla Ukrayna savaşının nasıl sona ereceği ABD öncülüğündeki emperyalist ittifakın Tayvan bölgesine yönelik duruşunu da etkileyecek. Ukrayna nasıl ki Rusya’ya karşı bir araç olarak kullanıldı-kullanılıyorsa Tayvan da Çin’e karşı bir araç olarak kullanılıyor ve savaş tehlikesi Pasifik’te de artıyor.
ABD’nin çirkin ve kanlı yüzünü ortaya çıkaran diğer bir bölge ise Ortadoğu’dur ve Gazze bunun güncel trajik aynasıdır. ABD ve NATO’nun tüm kanlı operasyonlarının “evrensel insani değerler” yalanıyla yapıldığı düşünüldüğünde, Gazze, bu iğrenç propagandayı yerle bir etmiş, ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya gibi emperyalist devletlerin barbarlığını gözler önüne sermiştir. Yanı sıra dünyada barış ve istikrarın en büyük düşmanlarının ABD ile NATO olduğu gerçeği de giderek daha geniş kesimler tarafından görünür hale geldi.
Güncel gelişmeler üzerinden dünya olaylarının seyrine bakılırsa, insanlığın nükleer savaşa her zamankinden daha yakın bir noktada durduğu görülür. Çünkü ABD ve NATO saldırganlığının böyle bir savaşı tetikleme riski giderek artıyor. Yanı sıra emperyalist kapitalizm döne döne kriz üreten bir sistemdir. Derinleşen krizlerin sonuçlarından biri de yıkıcı savaşlardır. Zira emperyalizm yapısal olarak savaşın nesnel koşullarını yaratan tekelci kapitalizmdir. Dolaysıyla yeni bir paylaşım savaşı tehlikesi nesneldir. Olası bir savaş ise nükleer silahların kullanıldığı bir savaş olacaktır. Bu da insanlığın felaketi olur. Bu felaketi ise, ancak dünya işçi sınıfı ve ezilen halkların devrimci örgütlü mücadelesi durdurabilir. Dolaysıyla anti-emperyalist/anti-kapitalist eksenli savaş karşıtı mücadele hiç olmadığı kadar ivedi bir sorun haline gelmiştir.