Emperyalist savaşların gölgesinde 1 Eylül

Her geçen gün tırmandırılan emperyalist hegemonya mücadelesi ve bunun tetiklediği savaşlar, barış sorununa daha yakıcı bir nitelik kazandırıyor. Bu ise, barış uğruna mücadelenin anti-kapitalist/anti emperyalist temelde örgütlenmesini hiç olmadığı kadar acil hale getiriyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 01 Eylül 2024
  • 08:00

Her yıl 1 Eylül “Dünya Barış Günü” emekçilerin, ezilen halkların, savaş karşıtlarının barışa duydukları özlemi dile getirmeleri için vesile olur. Kapitalist devletlerin yöneticileri ise, barış üzerine riyakarca nutuklar atar ya da mesajlar yayınlar. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri ya da onun bir sözcüsü, devam eden çatışma ve savaşlardan “endişeli” olduğunu söyler ve barışa dair temennilerini dile getirir. Bir yıl sonraki 1 Eylül’e kadar gündem yine savaş kundakçılarına kalır.

Kapitalist devletlerin kışkırttığı savaşların bedelini ödeyen halkların da samimi savaş karşıtlarının da barışa duydukları özlem gerçek ve samimidir. Ancak biraz naif olduğunu da belirtmek lazım. Zira barış talebi dile getirilirken, savaşı yaratan neden ve ilişkiler çoğu zaman sorgulanmaz ya da göz ardı edilir. Savaşların esas sorumlusu olan kapitalist emperyalizmden pek söz edilmez, ancak samimi bir naiflikle barış talebi dile getirilir. Vurgulamak gerekiyor ki, bu sınırlarda kaldığı sürece savaş kundakçıları bu tür talep ya da savaşa dair itirazları dikkate almazlar. 

Kapitalist devletlerin temsilcilerinin, yani hem savaşları kaçınılmaz kılan hem savaşları kışkırtan sistemin sözcülerinin barıştan söz etmeleri ise karayı ak gösterme riyakarlığından başka bir şey değildir. Başka ülkelerin topraklarını işgal etmek için düzenledikleri saldırılara “barış harekâtı” demeleri gibi. Ya da emperyalist ordularla bir ülkeyi yakıp/yıkmak ve halkları katletmek için saldıranların “demokrasi götürmek” için bunu yaptıklarını iddia etmeleri gibi. 

***

Bu yılın 1 Eylül’ü, emperyalist hegemonya savaşlarının yeni boyutlar kazanma ihtimalinin tartışıldığı günlerle çakışıyor. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım savaşı 11. ayında devam ederken, ABD ile Batılı emperyalistler Siyonist savaş çetesinin arkasında saf tutmaya devam ediyor. Bu ise, Tel Aviv'deki soykırımcı çeteye suç işlemeye devam etme imkânı sağlıyor. 

Gazze’de dünyanın gözleri önünde yapılan soykırımın faili ırkçı-Siyonist İsrail rejimidir. Bu hem Lahey Adalet Divanı hem Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi tarafından da teyit edildi. Ama sorun bundan ibaret değil. Çünkü bu savaşın devam etmesini sağlayan ABD ile Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya gibi suç ortaklarıdır. Bu devletler İsrail’e askeri, mali, teknik, siyasi, diplomatik destek sağlayarak, soykırımın devam etmesini sağlıyorlar. 

Gazze’nin aynasında ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya’ya (bu arada Kanada, Japonya, Avustralya ve Türkiye gibi başka bazı devletler de İsrail’e farklı şekillerde destek veriyorlar) bakıldığında, sistemin barbarlıkta hiçbir sınır tanımadığı net bir şekilde görülür. Hegemonya savaşında rakipleri çökertmek ya da güçten düşürmek için her yol mubahtır. Enkaz altındakiler sayılmazsa İsrail 45 bin (17 binden fazlası bebek veya çocuk) Filistinli katletti. 7 Ekim’den bu yana ABD’nin İsrail’e sağladığı finansman ise 45 milyar dolar. Buna göre ABD, öldürdüğü her bir Filistinli için İsrail’e 1 milyon dolar ödeme yapmış. Almanya başta olmak üzere diğer emperyalist devletlerin İsrail’e sağladıkları finansman ise bilinmiyor. 

Gazze’deki 2,2 milyon insanın ekmek ve su bulamadığı koşullarda, soykırım savaşını sürdüren İsrail’e sağlanan bu devasa finansman kapitalist/emperyalizmin ne kadar barbar olabileceğini gösterdiği gibi; insana, doğaya ve hayata ne kadar aykırı olduğunu da gözler önüne sermektedir. Sadece Gazze örneği, bu sistemin egemen olduğu bir dünyada barışa ulaşmanın imkansız olduğunu kanıtlamaya yeter. Yani, anti-kapitalist/anti-emperyalist perspektife dayandırılmadığı sürece, barış için mücadelenin ya da barış için temennilerde bulunmanın yazık ki olayların akışı üzerinde çok bir etkisi olmayacaktır. 

***

Emperyalist hegemonya savaşının bir diğeri ise Rusya-Ukrayna cephesinde devam ediyor. Şubat 2022’de başlatılan savaşın bitirilmesi ABD-NATO-AB tarafından engelleniyor. Rusya’yı zayıflatmak, çökertmek ve mümkünse dağıtmak amacıyla kışkırtılan savaş, batılı emperyalistler adına umulan sonucu yaratmadı. Bundan dolayı savaşı uzatarak hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar. 

Ukrayna-Rusya arasında yapılan barış görüşmelerini sabote eden ABD ile müttefikleri silah, mühimmat, istihbarat, danışmanlık gibi alanlarda kukla Zelenski rejimini destekleyerek savaşı uzattıkça uzatıyorlar. Ukrayna yakılıp yıkılırken, her iki taraftan yüz binlerce kişi ölürken, milyonlar yerinden yurdundan edildi. Savaşı kışkırtanlar 2,5 yıllık sürede yüz milyar doları aşan devasa bir serveti bu savaşın devamı için harcadılar. 

ABD-NATO cephesinin çıkarları için savaş cehennemine itilen Ukrayna çöküşün eşiğine gelmişti. Buna rağmen büyük silah ve para desteği yaparak karşı saldırı düzenlemesini sağladılar. Sovyet Kızıl Ordusu’nun Nazi işgaline karşı en sert tank savaşı yürüttüğü Kursk bölgesine giren Ukrayna ordusu Washington, Brüksel, Berlin, Londra, Paris, Roma gibi başkentlerden “takdir” topladı. Oysa savaşın daha da şiddetlendirilmesine neden olan bu hamlenin yeni yıkımlar getirmek dışında bir sonucu olmayacak. “Kahraman” havasına bürünen kukla Zelenski efendilerinden alkış alsa da Ukrayna’nın başına yeni belalar sarmak dışında bir şey başarmış değil. 

Ukrayna savaşının ABD politika değiştirmeden bitmesi olası görünmüyor. Keza, kendi hegemonya alanını korumaya çalışan Rusya’nın dayatılan koşulları kabul etmesi de mümkün değil. Bu savaş şimdiden hegemonya çatışmalarının yaratacağı yıkımlar hakkında fikir veren bir tablo yarattı. Yanı sıra hem emperyalistlerin hem işbirlikçi rejimlerin barış ve halkların geleceği için nasıl belalar açabileceğini de gözler önüne serdi. 

***

Hegemonya çatışmalarının belirginleştiği bu süreçte tetiklenen savaşların bitirilmesinden çok yayılma riskleri üzerinde duruluyor. Irkçı-Siyonist rejimin küstahça saldırganlığı savaşın bölgeye yayılma riskinin gündemde kalmasına neden oluyor. Savaşın bölgeye yayılmasını istemediğini sık sık dile getiren ABD, soykırımı devam ettirmesi için İsrail’e tam destek vermeye devam ediyor. Bu da tarifi mümkün olmayan vahşetin devam ettirilmesine neden oluyor. Hegemonya kutbunun karşı tarafını oluşturan Çin-Rusya ikilisi de çıkarları zarar görmesin diye İsrail’e herhangi bir yaptırım uygulamıyor. Birtakım çağrılar yapmak ya da ABD’nin veto ettiği bazı kararları Birleşmiş Milletler gündemine taşımakla yetiniyorlar. Kaldı ki, İsrail BM Güvenlik Konseyi kararlarına hiçbir zaman uymamıştır. 

Ukrayna cephesindeki çatışmaların seyri ise, Rusya-NATO savaşı senaryosunun sık sık dillendirilmesine neden oluyor. Zira ABD-NATO-AB üçlüsü Rusya karşıtı saldırganlığı gündemde tutarken, savaş ateşine benzin dökme politikasını ısrarla sürdürüyor. Kursk saldırısı ise, bir tür meydan okuma hamlesi olarak değerlendirilebilir. Tarafların doğrudan çatışması, nükleer silahların kullanılması anlamına gelecek. Nitekim kısa süre önce BM şefi Antonio Guterres, nükleer bir savaştan endişe ettiğini açıkladı.  

Devam eden iki savaşın yanı sıra ABD ile müttefiklerinin esas hedefi Çin’dir. Hegemonya çatışmasında belirleyici cephenin Asya-pasifik olacağı konusunda bir tartışma bulunmuyor. Çin’e karşı provokasyonlara devam eden ABD, sadece NATO’yu değil Japonya, Güney Kore, Filipinler, Avustralya gibi devletlerle de militarist ittifaklar geliştiriyor. Tüm bunlar, ABD’nin bir tür “kader belirleyici savaş” için hazırlık yaptığına işaret ediyor. 

***

Kapitalist/emperyalizmin dünyayı yeni bir yıkıma doğru sürüklediği bu süreçte 1 Eylül Dünya Barış Günü militarizme, savaşa ve saldırganlığa karşı mücadele bakımından büyük bir önem taşıyor. Artık barış için dilek ve temennilerin ötesine geçilmesi şart. Bu süreçte barış için mücadelenin bir varoluş sorunu niteliği kazandığı göz ardı edilemez. Bu ise, barış uğruna mücadelenin anti-kapitalist/anti emperyalist temelde örgütlenmesini hiç olmadığı kadar acil hale getiriyor.