Suriye’de Esad rejiminin hızlı çöküşü herkesi şaşırttı. Arap basınında şu soru öne çıkıyor: Suriye nereye? Yorumlar ağırlıklı olarak, Suriye’den başlayan yeni Ortadoğu depreminden endişe duyulduğuna ve bölgedeki birçok ülkenin bu depremin artçı şoklarından korktuğuna işaret ediyor.
Al bina: Esad’ın ipi Doha’da mı çekildi?
Lübnan merkezli Al Bina gazetesi Esad rejiminin hızlı çöküşünün Doha toplantısında varılan mutabakat sonucu gerçekleştiğine işaret etti. Gazetede yer alan haber analizde, “Astana süreci ülkeleri olan Rusya, İran ve Türkiye’nin yanı sıra Mısır, Suudi Arabistan, Irak, Katar ve Ürdün’ün yer aldığı toplantılar, bu dönüşümün zeminini oluşturdu” denilerek, Doha mutabakatlarının sahada uygulanması, Suriye ordusunun Humus ve Şam’dan çekilerek bu bölgelerin silahlı gruplara bırakılmasıyla gerçekleştiğine dikkat çekti.
Lübnan merkezli Eddiyar gazetesi de “Suriye’de rejimin çöküşü: Bölge büyük bir çözüme mi yoksa tam bir kaosa mı gidiyor?” başlıklı haber analizde hızlı çöküşün “Bir uluslararası anlaşma sayesinde gerçekleştiği” yorumunu yaptı.
En-naşra: Yeni Ortadoğu
Lübnan merkezli En-Naşra Yazarı Toni Huri “Başta Irak, Suriye ve Yemen olmak üzere ilgili Arap ülkelerini istikrarsızlaştıran hazırlık ve planlamaların ardından yeni Ortadoğu net ve güçlü bir şekilde ortaya çıktı” dedi. Esad’ın “ani düşüşü”nün ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 2006’da özellikle de İsrail’in o yıl Lübnan’a açtığı savaş sırasında bahsettiği yeni Ortadoğu’yu duyuran ilk ciddi değişim olduğunu ancak gerçekleşmediğini belirten Huri, “Başlama tarihi belirlenmeden ertelendi ve sonra bu tarihin 8 Aralık 2024 olduğu, özellikle de Suriye topraklarında gerçekleşeceği görüldü” diye yazdı.
Al Kuds: Arap ülkelerini yeniden şekillendirme
Filistin merkezli Al Kuds Gazetesi Yazarı Mervan Emil Toubasi başta ABD olmak üzere Batılı güçlerin bölgeyi yeniden tanımlamak için çalıştığına vurgu yaparak, “Şu anda Suriye’de, belki yakında Irak ve Ürdün’de yaşananlar, bu projenin bir devamından ibarettir. Arap devletlerinin parçalanması, ordularının zayıflatılması ve uzun vadeli iç çatışmaların yaratılması, İsrail’in bölgedeki üstünlüğünü ve ABD ile birlikte askeri ve siyasi hegemonyasını pekiştirmek için kullanılan araçlardır” diye yazdı.
Toubasi devamında, ‘Arap Baharı’nın ‘Arap sonbaharı’na dönüştüğünü belirtti.
Erem News: İsrail yeni bir gerçeklik dayatıyor
BAE merkezli Erem News Yazarı Tevfik El Nasiri, “Beşar Esad rejiminin çöküşü ve Suriye’yi sarsan kaos ortamında, İsrail stratejik adımlarla sahada yeni bir gerçeklik dayatmaya çalışıyor” diyerek “Suriye’deki siyasi ve güvenlik boşluğundan faydalanmayı amaçlayan İsrail’in, bu kaosu bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendirmek ve stratejik bölgelerdeki kontrolünü güçlendirmek için bir fırsat olarak değerlendirdiği” yorumunu yaptı.
Eddiyar: Levant tehlikeli bir kavşakta
Lübnan merkezli Eddiyar Gazetesi Yazarı Hanna Eyüb “Suriye’nin uzun sürecek bir çatışmalar döngüsüne girmesi ihtimaline” işaret ederek şu değerlendirmede bulundu: “Suriye’nin yakın geleceğine dönersek, eğer net bir geçiş süreci (Diplomatik kulislerde konuşulan Rus-Amerikan anlaşmasında yer almadığı söyleniyor?) mevcut değilse, bu durum ülkenin uzun sürecek bir çatışmalar döngüsüne girmesi ihtimalini doğuracaktır. Bu, herkesin herkesle savaşacağı bir durum olacaktır; burada çatışmalar sadece savaşan taraflarla sınırlı kalmayacak, aynı zamanda güç için bölünecek ve birbirleriyle çatışacak olan İslamcıları da içine alabilir. Bu senaryo, Suriye için felaket anlamına gelir ve Suriye toplumunun ve bileşenlerinin geri kalanını yok etme tehdidi taşır ayrıca kültürel ve tarihi mirası da tehlikeye atar. Bu manzaranın merkezinde ise uluslararası ve bölgesel çıkarlar iç içe geçmiştir. Suriye, büyük küresel ve bölgesel güçler arasında açık bir rekabet sahasını temsil etmektedir. Amerika, Rusya, İran, Türkiye, İsrail ve etkin Arap ülkelerinin her birinin vazgeçmeyecekleri çıkarları vardır. Bu, bu taraflar arasındaki rekabetin, Suriye topraklarında karşıt ittifaklar oluşturulmasına yol açabileceği anlamına gelmektedir.”
Hanna Eyüb “Şu ana kadar kesin olan şey, İran’ın bölgedeki etkisinin ABD-Türkiye etkisi pahasına azaldığıdır ancak bu aşamada Arapların rolü ya da Moskova’nın tüm bu olup bitenler karşısındaki gerçek pozisyonu netleşmemiştir” diye de ekledi.
BAE merkezli Al Bayan gazetesi de “Şu ana kadar kesin olan şey, Suriye’de meydana gelen ve hızla ivme kazanan radikal değişimlerin bugün ve yarınla ilgili cevaplardan çok sorular ortaya çıkardığıdır” diye yazdı.
Suriye terörle mücadele ile geleceği inşa etme arasında
Mervan Emil TOUBASİ
Al Kuds/Filistin
Bugün Suriye, kritik bir yol ayrımında durmaktadır. Eğer istikrarlı ve barışçıl bir gelecek inşa etmek istiyorsak, Suriye krizine ulusal bir mesele olarak yaklaşmak gereklidir. Durumu daha karmaşık hale getiren bölgesel ve uluslararası çıkarlardan uzaklaşılmalıdır. Herhangi bir gerçek siyasi çözüm, karanlık ve terörist güçlerin dışlanmasını ve ulusal demokratik güçlerin siyasi sürece katılımını içermelidir. Bu, Suriye’nin yeniden inşası ve Suriyelilerin kaderlerini dış müdahalelerden uzak bir şekilde belirlemeleri için şarttır. Ayrıca, iktidarın bir parti tekeline alınması gibi uygulamalardan kaçınılmalıdır. Bu, özgürlük hareketlerinin veya onların partilerinin siyasi süreçlerin ardından yaşadığı ve etkilerini kaybetmesine neden olan sorunlardan biridir.
Bugün Gazze, direnişin kahramanlık hikayelerine ve dayanıklılığına rağmen, Lübnan gibi kan kaybetmektedir. Suriye ise yeni bir yıkım aşamasına ve ona uygun yıkıcı araçlara sürüklenmektedir. Irak ve Ürdün belirsiz bir geleceğin eşiğinde durmaktadır. Ancak asıl büyük soru şu: Tüm bunlar neden şimdi oluyor?
On yıllardır, Batılı güçler, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, bölgemizin kimliğini "Arap Maşrıkı"ndan "Ortadoğu"ya yeniden tanımlamak için çalıştı. Bu terim, İsrail’in bu bölgeye yalnızca işgal edilmiş bir toprakta var olan bir yapı olarak değil, aynı zamanda siyasi ve askeri ana bir aktör olarak entegrasyonunu amaçlayan bir projenin başlangıcıydı.
Bugün, bu projenin son aşamalarına doğru ilerlediği görülmektedir. ABD liderliğinde askeri ittifaklar oluşturma ve İsrail’in siyasi ve askeri nüfuzunu genişletme girişimleri, Batı’nın ve İsrail’in yenilenen çıkarlarına hizmet edecek şekilde Arap ülkelerini parçalamayı ve yeniden şekillendirmeyi amaçlayan eski bir vizyonun uzantısından başka bir şey değildir. Bu, Sykes-Picot haritalarıyla üzerinde anlaşmaya varılan ve şimdi yeniden düzenlenmekte olan bir planın devamıdır.
Şu anda Suriye’de, belki yakında Irak ve Ürdün’de yaşananlar, bu projenin bir devamından ibarettir. Arap devletlerinin parçalanması, ordularının zayıflatılması ve uzun vadeli iç çatışmaların yaratılması, İsrail’in bölgedeki üstünlüğünü ve ABD ile birlikte askeri ve siyasi hegemonyasını pekiştirmek için kullanılan araçlardır.
Bu durum, "Arap Baharı" olarak adlandırılan projenin tamamlanma girişimiyle ilişkilendirilebilir. Ancak bu süreç, gerçekte Arap dünyasında kaos ve parçalanmaya yol açan bir "Arap Sonbaharı" haline dönüşmüştür. Bu bağlamda, o dönemde karanlık İslamcı hareketler bir araç olarak kullanılmıştır.
2011 yılında siyasi ve ekonomik reform çağrılarıyla başlayan süreç, hızla yıkıcı bir kaosa dönüşmüştür. Karanlık İslamcı gruplar, Arap devletlerinin istikrarını baltalamada merkezi bir rol oynamıştır. Özgürlük, demokrasi ve ilerleme özlemiyle harekete geçen halklar, kendilerini savaşlar ve mezhepsel-etnik bölünmelerle örülü bir kısır döngünün içinde bulmuşlardır.
Bugün, bu projenin henüz sona ermediği açıkça görülüyor. Eğer başlangıçta Libya, Suriye, Tunus ve Mısır gibi ülkeler hedef alındıysa, yeni aşamada tüm Maşrık Arap coğrafyasının, Gazze ve Suriye’den Irak’a ve belki de Ürdün’e kadar yeniden şekillendirilmesi amaçlanıyor.
Hedef, devletleri küçük ve zayıf yapılara bölmek, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgedeki hâkimiyetini pekiştirmektir.
Bugün Gazze’yi yakan ateş, Maşrık Arap coğrafyasını hedef alan bir zincirin yalnızca bir parçasıdır. Suriye’nin yanı sıra, son on yılda ağır bedeller ödeyen Lübnan da şu anda, siyasi ve coğrafi düzeninin bölgesel ve uluslararası güçlerin çıkarlarına uygun şekilde yeniden şekillendirilmesine yönelik yeni girişimlerle karşı karşıya.
Geçtiğimiz on yılda İslamcı grupların kullanıldığı proje, bugün daha korkutucu ve yeni bir biçim alıyor. İç bölünmeler ve dış baskılar, Arap devletlerinin geriye kalanını parçalamak için kullanılmaktadır.
Bana göre, bugün Maşrık Arap coğrafyasında yaşananlar, büyük ölçüde Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Doğu Avrupa’da görülenlere benziyor. Devletler parçalandı, etnik çatışmalar körüklendi ve Batı’nın nüfuzu halkların çıkarları pahasına güç kazandı.
Sovyetler Birliği’nin çöküşü yalnızca bir jeopolitik olay değil, aynı zamanda uluslararası düzende ABD ve müttefikleri lehine güç dengesinin yeniden kurulmasının başlangıcıydı. Bugün, Maşrık Arap coğrafyası benzer bir süreçten geçiyor; devletler parçalanıyor ve sınırlar, dış güçlerin gündemlerine hizmet edecek şekilde yeniden çiziliyor.
"Arap Sonbaharı” projesinin tamamlanması, bölgesel dengelerin İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri’nin çıkarlarına uygun şekilde yeniden düzenlenmesini sağlayacaktır. İsrail, çevresindeki devletlerin parçalanmasından yararlanarak bölgedeki şartları tek başına belirleyebilecek bir güç haline gelirken, ABD, bölgesel ve uluslararası rakip güçlere karşı hakimiyetini pekiştirecektir. Bu, Ukrayna’da Rusya’ya karşı bir vekalet savaşını körükleme ve Çin’e yönelik provokasyonlarla ilgili hedeflerle bağlantılıdır.
Gazze ve Suriye’de yaşananlar, Arap halklarının ortak bir varoluşsal zorlukla karşı karşıya olduğunu doğrulamaktadır. Bu zorluk sadece işgale ya da hegemonyaya karşı bir mücadele değil, aynı zamanda Arap dünyasının kalbinde haydut bir devlet yaratan Siyonist sömürgeci projeye ve hatta tekfiri İslamcı sosyo-politik gruplara karşı ilerici bir Arap milliyetçisi proje arayışında olan uyumlu Arap halkları olarak hayatta kalma hakkımız için bir mücadeledir.
Çözüm, dış müdahaleleri beklemekte değil, safları birleştirip halkların çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan ilerici, dirençli ve akılcı bir Arap projesi üzerinde çalışmaktadır. Direniş, sadece savaşçıların ellerindeki bir silah değil; boyun eğmeyi ve teslimiyeti reddeden siyasi, kültürel ve halk tabanlı bir duruştur.
Yeni ortadoğu depremi Suriye'de başlıyor ve artçı sarsıntılar bölgeyi endişelendiriyor
Al Bina/Lübnan
Suriye, Başkan Beşar Esad'ın Doha'da varılan bir anlaşma kapsamında Moskova'ya siyasi sığınmacı olarak gitmesiyle birlikte, geleceği belirsiz ve karmaşık bir döneme girdi. Astana Süreci ülkeleri olan Rusya, İran ve Türkiye'nin yanı sıra Mısır, Suudi Arabistan, Irak, Katar ve Ürdün'ün yer aldığı toplantılar, bu dönüşümün zeminini oluşturdu. Doha mutabakatlarının sahada uygulanması, Suriye ordusunun Humus ve Şam'dan çekilerek bu bölgelerin silahlı gruplara bırakılmasıyla gerçekleşti.
Bu olay, bölgeyi sarsan büyük bir deprem etkisi yarattı. Ancak Suriye'nin geleceği hâlâ belirsizliğini koruyor. İran ve Hizbullah'ın Suriye'den çekilmesi, direniş hareketleri açısından stratejik bir kayıp olsa da, direnişin silah üretimindeki kendi kendine yeterlilik düzeyine ulaştığı ifade ediliyor. Öte yandan, Rusya'nın Suriye'nin kıyı bölgelerindeki üslerini korumasına rağmen, yeni Suriye yönetiminin şekillenmesi sürecinde Türkiye'nin sunduğu garantilere bağımlı olduğu, ancak bu garantilerin doğruluğu ve uygulanabilirliği konusunda ciddi soru işaretleri olduğu belirtiliyor. Ayrıca, bu süreçte ABD ve İsrail'in etkisinin belirgin olduğu da gözlemleniyor.
Suriye'nin kuzeyinde, sadece Türkiye yok, çünkü ABD de Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) desteğini sürdürüyor. İsrail ise kuzeyde Kürtler ve güneyde Dürziler için özel bir düzenlemeye işaret ediyor. Bu durum, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun 1974'ten bu yana yürürlükte olan kuvvetler ayrılığı hattını sona erdirdiğini duyurması ve stratejik açıdan kritik olan Hermon Dağı'nın zirvesine ilerleme emri vermesiyle daha da netleşti. İsrail ayrıca güneyde Dera ve Süveyda bölgelerine kadar uzanan devriye operasyonları başlatırken, Suriye ordusunun stratejik kapasitelerini hedef alan hava saldırıları düzenledi.
Bölgede, Suriye'den başlayan yeni Ortadoğu depreminden endişe duyuluyor ve bölgedeki birçok ülke, bu depremin artçı şoklarından korkuyor. Bu ülkeler arasında, Körfez ülkeleri, siyasi İslam'ın etkilerinden duyduğu endişeyi açıkça dile getiriyor; Ürdün, Batı Şeria'daki Filistinlilerin yerinden edilmesi ve İslami bir kimlikle alternatif vatan projelerinden korkuyor; Mısır, Müslüman Kardeşler hücrelerinin yeniden güçlenmesinden endişe ediyor; Irak ve Lübnan ise mezhebi aidiyetlerin yeniden canlanmasından korkuyor.
Yusuf Ertaş – Evrensel / 11.12.24