Kapitalizmin emperyalist aşaması, barbarlıkta sınır tanımama döneminin de açılışıdır. Genel olarak emperyalist kapitalizmin, özel olarak da ABD hükümranlığı altındaki emperyalist dünyanın tarihi “uçsuz bucaksız bir vahşettir”. ABD emperyalizminin bulaşmadığı savaş, saldırganlık, katliam, faşist darbeler, beyaz terör rejimleri, kışkırttığı etnik, ulusal ve dinsel boğazlaşmalar yok gibidir. Emperyalist amaç ve hedeflerine ulaşmak için kullanmadığı kirli yöntem ve araç bırakmayan ABD, SSCB’nin tarih sahnesinden çekilmesinin ardından özellikle de Ortadoğu’yu kan deryasına çevirdi. Bu hedeflerine ulaşmak için etnik, dinsel, mezhepsel, ulusal farkları ve bunlardan kaynaklı sorunları kullandı. İkiz kullelere ve Pentagona yönelik saldırıların ardından ABD emperyalizmi “yüzyılın savaşı”nı ilan etti. Savaşın ilk hedefi Afganistan’daki Taliban rejimi oldu. Oysa SSCB’ye karşı savaşta kullanmak için şeriatçı terör örgütü Taliban’ı kuran, her alanda destekleyip iktidara taşıyan ABD’dir. 20 yıl süren ABD-NATO işgali Afganistan’ı yakıp yıktı, ardından ülke yeniden Taliban’ın karanlığına terk edildi. Öte yandan Irak, Libya ve Suriye’yi bölmek ve Ortadoğu’daki egemenliğini tesis etmek amacıyla da dinci çeteleri kullanmaya devam ettiler.
ABD emperyalizmi, İsrail siyonizmi ve bölge gericiliği tarafından Suriye’yi parçalamak için tezgahlanan plan başarıya ulaşırken de çihatçı çeteler kullanıldı. ABD, İsrail, İngiltere ve Türkiye’nin harekete geçirdigi cihatçı güçler, 13 yıl süren iç savaşın ardından Suriye’yi düşürdüler. ÖSO, El Kaide, El Nusra, İslami Cephe ve IŞİD gibi islamcı-şeriatçı çeteler, ABD başta olmak üzere emperyalistler ve bölgenin gerici devletleri tarafından yaratıldı ve desteklendi. ABD önderligindeki Batı bloğu ve başta Türkiye olmak üzere Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar gibi işbirlikçi kapitalist devletler, bu çetelere maddi, siyasi ve askeri destek sundular.
Yıllardır Irak, Libya ve Suriye halklarına kan kusturan bu çetelerin baş koruyucu ve kollayıcısı ABD ve Türkiye’dir. Afganistan’ı ve 7 ay boyunca bombalayarak Kaddafi yönetimini devirdikten sonra Libya’yı cihatçılara sunanlar, şimdi de Suriye’yi halen “terör örgütleri listesinde” tuttukları HTŞ çetelerine bıraktılar. “Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamında ABD ile batılı emperyalistlerin öz çocukları olan şeriatçı çeteler yeniden seferber edilmiş durumda. Mezhepçilikle, dincilikle ve milliyetçilikle “huzur, istikrar ve barış” getirmek iddasında olanlar bölgeyi kana boğup ateşe attılar.
Savaşlar, darbeler, faşist iktidarlar, soykırımlar ve cihatçı çeteler
ABD’nin, dünyanın en güçlü emperyalist devleti haline geldiği andan itibaren, hegemonyasını güçlendirmek için işlediği “suçların dosyası” oldukça kabarık. ABD emperyalizmi “demokrasi, özgürlük ve insan haklarını destekleme” kisvesi altında “renkli devrimler” sahnelemek, bölgesel çatışmaları kışkırtmak ve hatta düpedüz savaşlar yürütmek için saldırgan bir politika geliştirdi. “Ulusal güvenlik” yalanıyla hemen tüm alanlarda rakiplerine ve kendisine şu ya da bu nedenle itiraz eden güçlere hegemonyasını zorbalıkla dayattı. Umurunda olmayan ama her fırsatta kullanmayı pek sevdiği “uluslararası hukuku ve uluslararası kuralları” dilediği zaman paçavraya çevirdi. Kendi dünya egemenliği anlamına gelen “kurallara dayalı bir uluslararası düzeni” sürdürmek adına kendi emperyalist çıkarlarına hizmet eden kuralları uygulamaya çalıştı. İşgal ve ilhaklar, barbarca savaşlar gerçekleştirdi. 1950 ile 2019 yılları arasında Latin Amerika ve Karayipler’de, Doğu Asya ve Pasifik’te, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Avrupa’da yüzlerce askeri müdahale gerçekleştirdi. Birçok gelişmekte olan ülkede seçilmiş hükümetleri devirerek yerlerine Amerikan yanlısı kukla rejimleri getirdi.
“Demokrasi ve insan haklarını geliştirmek” adına dünya düzenini kendi emperyalist kuralları ve siyasi sistemi etrafında şekillendirmeye çalıştı-çalışıyor. Bu doğrultuda diğer ülkelerin iç işlerine küstahça ve hoyratça müdahale etmeyi bir davranış çizgisi haline getirdi. ABD, “demokrasiyi teşvik etmek” adına ülkeleri harabeye çevirdi, katliamlar yaptı. Monroe Doktrini’ni ilan ettiği andan itibaren Latin Amerika ve Karayipler’de siyasi, askeri müdahaleler ve faşist darbeler tezgahlamaya başladı. Amerikan yanlısı kukla rejimleri iş başına getirmek amacıyla kirli/kanlı politikalar izledi. Batı Asya ve Kuzey Afrika’da ülkeleri felakete sürükledi. Kendi eğemenliğine şu ya da bu nedenle direnen ülkeleri ve halkları dize getirme politikası izledi. Öte yandan, kendi çıkarları için kitleleri pervasızca kullandı. 2003, bir dizi “renkli devrim” için düğmeye basıldığı yıl oldu. Gürcistan’da “Gül Devrimi”, Ukrayna’da “Turuncu Devrim”, Kırgızistan’da “Lale Devrimi” bunların ilk örnekleriydi. ABD, kanlı ve kirli neredeyse tüm rejim değişikliklerinde merkezi bir rol oynadı. “Uluslararası kurallar” söz konusu olduğunda çifte standart kullandı. Çıkarları gereği uluslararası anlaşmalardan ve örgütlerden çekildi ve kendi “iç hukuku”nu “uluslararası hukuk”a dayattı.
Askeri gücünü, hegemonyasını ve barbarlığını dayatmak için kullanan ABD ‘90’lı yıllardan itibaren yayılmacı hedeflerinin önünü açmak, ülkelere diz çöktürmek ve rakipleri karşısında üstünlük sağlamak için birçok savaşın fitilini ateşledi. Bazıları vekalet savaşları olsa da Körfez savaşı, Yoguslavya savaşı, Afganistan savaşı, Irak savaşı, Ukrayna ve Libya savaşları, Yemen ve Suriye savaşlarını kışkırttı veya bizzat başlattı. Ekonomik hegemonyasını da yağma ve sömürü için, jeopolitik bir silah olarak kullandı. Belirli ülkelere, kuruluşlara veya kişilere sonuçları ağır olan ekonomik yaptırımlar uyguladı. ABD’nin yaptırımlarının 2000 ile 2021 arasında yüzde 933 oranında arttığı hesaplanıyor. Sadece Trump yönetimi 3900’den fazla yaptırım uyguladı. Şimdiye kadar ABD, dünya nüfusunun neredeyse yarısını etkileyen Küba, Çin, Rusya, DPRK, İran ve Venezuela da dahil olmak üzere dünya çapında yaklaşık 40 ülkeye ekonomik yaptırımlar uyguladı. “Amerika Birleşik Devletleri”, “Yaptırımlar Birleşik Devletleri”ne dönüştürüldü. ABD’nin ekonomik rakiplerini bastırmak ve normal uluslararası ticarete müdahale etmek için o pek övündüğü liberal piyasa ekonomisinin ilkelerini bile ayaklar altına aldı.
ABD, teknolojik hegemonyasını da tekel ve baskı kurmak için kullandı. Yüksek teknoloji alanlarındaki gücünü kullanarak diğer ülkelerin bilimsel, teknolojik ve ekonomik gelişimini engellemeye çalıştı. Siber saldırılar düzenleyerek, telefon ve diğer iletişim araçlarını dinleyerek teknolojik hegemonyasını zorbalığa dönüştürdü. ABD, aynı zamanda uzun zamandır “hacker imparatorluğu” olarak kötü bir üne sahip ve dünya çapında yaygın siber hırsızlıklardan sorumlu tutuluyor. Cep telefonlarına erişmek ve verileri çalmak için analog baz istasyonu sinyallerini kullanmak, mobil uygulamaları manipüle etmek de ABD’nin icraatları arasında bulunuyor. İster rakip ister müttefik olsun, herkes (eski Almanya Başbakanı Angela Merkel ve birkaç Fransız cumhurbaşkanı gibi müttefik ülkelerin liderleri bile) ABD’nin gözetimi altında tutuluyordu. ABD gözetleme programlarını ifşa eden Wikileaks’in kurucusu Julian Assange, “Küresel bir gözetleme süper gücünün onurlu veya saygılı hareket etmesini beklemeyin. Tek bir kural vardır: Kural yoktur!” derken temel bir gerçeğe işaret ediyordu.
ABD emperyalizminin tarihi gerici savaşlar, işgaller, soykırımlar, büyük katliamlar ve askeri darbeler tarihidir. Kendisi için “yaşamsal çıkar alanı” ilan ettiği Ortadoğu ise emperyalistler arası nüfuz mücadeleleri, saldırganlık ve savaşların günümüzde öne çıkan cephesidir. Buradaki savaş ve çatışmalarda ulusal, dinsel ve kültürel farklılıklar en kirli ve en ölçüsüz şekilde kullanıldı. Tam da bunun için halklar arası ilişkiler büyük yaralar aldı. Farklı halklar, dinler, mezhepler ve kültürler mozaiği olan bu bölgede Irak, Libya, Suriye, Yemen, Filistin ve Kürdistan halkı büyük acılar ve yıkımlar yaşıyor. Ortadoğu’da yaşanan yıkımın ve çekilen acıların biricik nedeni, özellikle de ABD emperyalizmin ardı arkası kesilmeyen müdahaleleri ve buna ortak olan bölgedeki işbirlikçileridir. Bu müdahalelerde İslamcı-şeriatçı çeteler sürüsü ise bizzat emperyalistler ve yerli işbirlikçileri eliyle yaratılmış, büyütülmüş ve bölge halklarının başına musallat edilmiştir. Bu süreçte bölgedeki en lanetli rolü ise Türk sermaye iktidarı oynamış, halen de oynamaktadır.