Fransa ve Almanya’da aşırı sağın yükselişi

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta Fransa'da aşırı sağa büyük taviz olarak görülen göç yasası, Almanya'da ırkçı AfD'nin yükselişi ve İngiltere'de pratisyen hekimlerin grevi var.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 07 Ocak 2024
  • 08:55

Fransa, meclisten geçen ve şu anda Anayasa Konseyinin önünde bulunan göç yasasını tartışmaya devam ediyor. İkinci Dünya Savaşının sona ermesinin ardından kabul edilen en yabancı düşmanı yasa olarak nitelenen metin, bir taraftan göçmenlerin birçok hakkını kaybetmesine yol açarken, diğer taraftan da Fransız aşırı sağına verilmiş büyük bir taviz olarak gündemdeki yerini koruyor.

Almanya’da faşistliği Anayasa Mahkemesi tarafından da tescil edilmiş Björn Höcke’nin başkanı olduğu Almanya için Alternatif Partisinin (AfD) oy oranını aşırı ölçüde arttırması, bazı eyaletlerde hükümet kurabilecek hale gelmesi bu partinin yasaklanması tartışmalarını gündeme getirdi. Sistem savunuculuğuyla tanınan köşe yazarları bile AfD’nin ülke için zararını içeren yazılar yazmaya başladılar. Süddeutsche Zeitung gazetesinden Heribert Prantl da bu haftaki köşesinde Anayasa’nın 75. yılında ‘değerlerin’ savunulmasının AfD’ye açık tavır alınmasından geçtiğini ifade etti.

İngiltere’de grev rüzgarı yeni yılda da devam ediyor. Pratisyen hekimler yeni yılın ilk haftasını da 6 günlük grevle karşılıyor.

Göçmenlik yasası: Cumhuriyet karşıtı bir dönüm noktası

Florent LE DU
Humanité

Emmanuel Macron, hükümeti ve milletvekilleri, aşırı sağın taleplerini yasalaştırarak cumhuriyetçi değerleri terk etti. 1945’ten bu yana kabul edilen en yabancı düşmanı yasa olan ve 19 Aralık Salı günü oylanan göç yasası, Beşinci Cumhuriyet tarihinde bir dönüm noktasına işaret etmekte. Emmanuel Macron, 2017’de, ‘Biz değerlerimizi aşırı sağ partilere karşı savunmalıyız’ diyerek göreve başladı. 2022’de, sadece Marine Le Pen’e karşı set çekmek adına ve tekrar seçilmeyi güvence altına almak için ‘Bu oy beni zorunlu kılıyor’ diye seçmenlerini rahatlatıyordu. Ancak aralık 2023’te, milletvekillerini “Cumhuriyetçiler” (LR) ile Göç Yasası konusunda maliyet ne olursa olsun anlaşma bulmaya ve ardından da ırkçı Ulusal Cephe’nin kavramlarıyla beslenen bu metne oy vermeye zorlayarak ihanet etti. Gérald Darmanin’in yasasının sonuçsuz kalma riskini almamak için, cumhuriyetçi vaadi terk eden bir başkan haline geldi. 31 Aralık’taki kendi kendine övgü dolu açıklamalara rağmen, yasanın ‘RN’den (Ulusal Birlik Partisi, eski Ulusal Cephe) hiçbir şey borçlu olmadığına’ yemin eden ve sorumluluğu üstlenmeyen bir başkan. Bu metnin en tehlikeli maddeleri arasında bulunan ulusal tercih kıstası veya vatandaşlığın düşürülmesi gibi, maddeler kendisi tarafından öngörüldüğü gibi iptal edilebilir. Ancak sonuçta parlamento tarafından onaylanan, sinik ve tehlikeli bir bahis olarak tarihteki yerini alacak.

Aşırı sağın kapıları açıldı

Başkanlık kampından parlamenterlerin, ulusal tercihi getiren ve yabancıların haklarını büyük ölçüde kısıtlayan bir yasa için oy kullanırken cumhuriyetin sloganını ve değerlerini hatırlamaları nadir görülen bir durum. Macron’un 248 milletvekilinden 189’u büyük ölçüde aşırı sağdan esinlenen bir metni kabul etti. Bazen (çoğu zaman?) inançlarını hiçe sayarak: “Karşı oy vermeyi düşündüm (...).

Sonunda zor durumdaki bir hükümet ve cumhurbaşkanı ile dayanışma içinde olduğum için lehte oy kullandım” diye itiraf etti Benoît Bordat (Rönesans Milletvekili). Sonuç: Önümüzdeki beş yıllık dönemin üç yıldan fazlası için her türlü ideolojik feragat artık mümkün görünüyor. Emmanuel Macron ve Élisabeth Borne yönetmek için radikalleşmiş LR’ye amin demeye hazır. Bu durum, ocak ayı gibi erken bir tarihte, insanlık dışı olduğu kadar halk sağlığı açısından da tutarsız olacağa benzeyen devlet tıbbi yardım reformu (AME) ile tekrar yaşanabilir. Bundan sonra ne olacak? Yılın ilk bakanlar kurulu toplantısının 10 Ocak’a ertelendiğinin açıklanmasının ardından ısrarlı söylentilerin öne sürdüğü gibi bir kabine değişikliği durumunda bile, Macroncu akımın temsil etmesi gereken cumhuriyetçi kalkan tamamen ortadan kalktığı için Marianne’i (Fransa’yı) koruyacak pek bir şey kalmadı… 88 RN milletvekili bu yasada kendilerinin de olduğunu kabul etti. Bu kasvetli 19 Aralık Salı günü, solcu milletvekilleri göçmenlik yasa tasarısında yer alan tarihi tekliflerinin her birinde kendilerinden bahsettiklerinde çılgınca alkışladılar. Koro halinde “ideolojik bir zafer” diye bağırdılar. Bu yasa, Marine Le Pen’in partisinin fikirler açısından Fransız sağının ağırlık merkezi haline geldiğini gösterdi. CNRS’de (Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi) siyaset bilimci olan Bruno Cautrès, “Rassemblement National savaş alanını oluşturdu” diyor. Bunun Marine Le Pen’i 2027 için çok daha güçlü kılıp kılmadığını söylemek zor ama her halükarda onu zayıflatmıyor” diye ekliyor. Ve eğer kazanırsa, bu yasayı o tarihi felakete doğru atılmış bir adım olarak hatırlayacağız. Tabii bu yasanın temsil ettiği ciddi kırılma aynı zamanda hümanistleri, seçmenleri ve siyasetçileri bir araya getirme etkisine sahip olmazsa. Diğer taraftan, solda, Göç Yasası kabul edilir edilmez, bütün partiler aylarca süren çekişmelerin ardından bir birlik olma çağrısında bulundu.

Yabancı düşmanılğı yasalaştı

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden Anayasa’ya, 1946 Anayasası’nın “Irk, din ve inanç farkı gözetilmeksizin her insan devredilemez ve kutsal haklara sahiptir” şeklindeki giriş bölümü de dahil olmak üzere cumhuriyetin temelleri bu yasa ile ayaklar altına alındı. Bunun en çarpıcı örneği, bir tür ulusal tercihin getirilmesi. Bu yasanın uygulanması halinde, yabancıların şimdiye kadar evrensel olan sosyal yardımlardan (aile ve konut ödenekleri gibi) yararlanabilmeleri için, işçiler için otuz aya (APL için üç ay) indirilen beş yıllık bir “bekleme süresi” uygulanacak. Ayrıca belgesiz göçmenlerin acil barınma imkanlarından mahrum bırakılması da yüzlerce göçmeni sokaklara itecek. Oylamadan birkaç saat önce yayımladığı bir notta İnsan Hakları Ombudsmanı, “Topraklarımızda bulunan insanların güvencesizliği ve sosyal uyumun zarar görmesi açısından korkunç etkileri olan” bu ulusal öncelik kavramını örnek göstererek “Cumhuriyetimizin ilkelerinin tam kalbine vuran bir metin” diye niteledi. İnsan Hakları Ligi Başkan Yardımcısı Marie-Christine Vergiat ise “Aile ödeneklerinin ödenmesinin şarta bağlı hale getirilmesinin çocuk haklarının ihlali anlamına geldiğini: Her çocuğun, uyruğu ne olursa olsun, ihtiyaçlarını karşılayacak imkanlara sahip olması gerektiğini” vurguladı. Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Enstitüsünden Antoine Math da “Yabancıların artık bu yardımları alamadıkları için ülkeyi terk edeceklerini düşünmenin tamamen gerçek dışı olduğuna” dikkat çekiyor...

Cumhuriyetçi ideale aykırı bir düzine önlem

Bu metinde yer alan tehlikeli ve cumhuriyet karşıtı önlemler arasında yabancı öğrencilere uygulanan mali depozito, yasa dışı ikamet suçu, aile birleşimi koşullarının zorlaştırılması, bir polis ya da jandarmayı öldürmekten hüküm giyen çifte vatandaşların vatandaşlıklarını kaybetmeleri, vatandaşlık hakkının kısıtlanması gibi önlemler yer almakta... Marie-Christine Vergiat, “Bunlar insan haklarına aykırı tedbirler” diyor ve her şeyden önce aydınlanma ülkesinin tarihinde önemli bir dönüm noktasına işaret ediyor. Başka bir madde ise, Fransız vatandaşlığını elde etmek için doğum yerine dayalı hak olan ‘droit du sol’un artık otomatik olmayacak olmasıyla ilgili. Yasaya göre, Fransa’da doğan çocuklara, yetişkinliklerinde vatandaşlık almak için 16 yaşından itibaren başvuruda bulunma şartı getiriliyor. Görünüşte çok şaşırtıcı olmasa da, bu madde bir gedik açıyor ve sembolik etkisi büyük. Göçmen Hakları Uzmanı Patrick Weil, “1889 yılında tesis edilen droit du sol, Vichy döneminde bile değiştirilmemiştir. Bu, cumhuriyetin ilkelerinden biridir” diyerek ısrar ediyor. Jacques Chirac bundan vazgeçti, aynı şekilde Emmanuel Macron da.

Çeviren: Eren Can

On binlerce kişi Sunak’ın hasta ve doktorları karşı karşıya getirmeyi bırakmasını talep ediyor

Berny TORRE
Morning Star

On binlerce kişi Başbakan Rishi Sunak’tan NHS (Ulusal Sağlık Sistemi) çalışanları ile hastaları karşı karşıya getirmeyi bırakmasını talep etti.

Pratisyen doktorlar bu hafta altı günlük grev yapıyorlar. Greve Televizyon Sunucusu Stephen Fry, Komedyen Jo Brand, yine komedyen ve Eski NHS Doktoru Adam Kay ve Şair Michael Rosen da hükümeti “Bekleme sürelerini derhal düşürmek” için harekete geçmeye çağıran açık bir mektubu imzalayan yaklaşık 73 bin kişi arasındaydı.

Mektupta milyonlarca insanın “Beklerken daha da hastalandığı” ve Rushi Sunak’ın NHS bekleme listesini azaltmanın en önemli önceliklerinden biri olduğunu söylemesinin birinci yıl dönümünde durumun kendilerinde “endişe ve belirsizliğe” yol açtığı belirtildi.

Geçtiğimiz ocak ayında Muhafazakâr Parti lideri “NHS bekleme listeleri düşecek ve insanlar ihtiyaç duydukları bakımı daha hızlı alabilecekler” sözünü vermiş ve ülkenin bu sözü yerine getirme konusunda kendisinden hesap sormasını istemişti.

O zamandan bu yana doktorlar sendikası İngiliz Tabipler Birliği üyelerinin grevlerini bekleme süreleri konusunda ilerleme kaydedilmesini engellemekle suçladı.

Kampanya grubu 38 Degrees tarafından yayımlanan mektupta şöyle deniyor: “Hesap verme zamanınız geldi. Hastaları ve NHS çalışanlarını karşı karşıya getirme girişimlerinize son vermenizi talep ediyoruz. Bekleyemeyiz, beklemeyeceğiz. Bekleme sürelerinin derhal düşürülmesi için NHS’ye ihtiyacı olan her şeyi veren bir acil durum planına ihtiyacımız var.”

Son rakamlara göre tedavi bekleyen hasta sayısı ocak 2023’te tahmini 6.08 milyon iken ekim ayında 6.44 milyona yükseldi. Sağlık ve Sosyal Bakım Bakanlığı, bekleme listelerini azaltmanın hükümetin “ilk beş önceliğinden” biri olduğunu söyledi.

Çeviren: Sarya Tunç

Demokratik seferberlik

Heribert PRANTL
Süddeutsche Zeitung

Bu kez methiyeler yeterli değil; bu kez törenler yeterli değil. Anayasa’nın yaklaşan 75. yıl dönümü, eski kutlamaları yeni konuşmacılarla tekrarlamaktan ibaret olmamalıdır. Bu yıl dönümü daha fazlasını talep etmektedir. “Birlik, adalet ve özgürlük” bu kez sadece marş olarak söylenemez. Bunlar kararlılıkla savunulmalıdır: Almanya’da parlamenter demokrasiye yönelik tehdit daha önce hiç 2024’teki kadar büyük olmamıştı. Federal Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana hiçbir zaman Neonaziler bu kadar çok sayıda, bu kadar güçlü iktidar kapısında durmamıştı. Neonazi Björn Höcke’nin Almanya için Alternatif Partisi (AfD), Thüringen eyalet seçimleri için yapılan anketlerde neredeyse Adolf Hitler’in 1932’deki son serbest Reichstag seçiminde elde ettiği kadar yüksek bir oy oranına ulaştı. AfD, eyalet parlamentosu başkanlığına, başbakanlığa uzanıyor; demokrasinin araçlarını onu yok etmek için kullanıyor. Bir baraj patlamak üzere. Şimdi savunmacı demokrasinin sadece böyle mi adlandırıldığını yoksa gerçekten öyle mi olduğunu göreceğiz.

Anayasa’nın açık bir mesajı vardır. Bu mesaj şudur: “Bir daha asla”. Bu, Alman demokrasisinin içeriği ve özüdür. Bu nedenle insan onuru bu Anayasa’nın merkezinde yer almaktadır. Bu nedenle bu Anayasa demokrasinin ve hukuk devletinin savunulması için gerekli silahları içermektedir. Bu nedenle gerektiğinde kullanılmalıdırlar. Demokrasi bir oylama sisteminden çok daha fazlasıdır, bir değerler sistemidir. Eğer bir parti ve siyasetçileri bu değerlere kitlesel olarak karşı çıkıyorsa, o zaman demokratik seferberlik zamanı gelmiş demektir. Bu seferberlik, Anayasa karşıtı bir partinin yasaklanmasını da içerir. Böyle bir yasaklamayı 2024 seçimlerinden önce gerçekleştirmek için artık çok geç. Ancak iktidarı zorlayan Neonazileri seçme ve seçilme hakkından ve kamu görevinde bulunma imkanından mahrum bırakmak için çok geç değil. Bundan Federal Anayasa Mahkemesi sorumludur.

Bu olağanüstü bir tedbirdir, ancak Anayasa’nın 18. maddesinde açıkça öngörülmüştür. Neonazilerin parlamentoların başına geçmesini, okul müfredatlarını dikte etmesini, mahkemelere ve idareye kendi -kahverengi-personelini göndermesini ve Anayasayı Koruma Dairesini kendi isteklerine göre yeniden düzenlemesini kabullenemeyiz. Elbette Höcke ve ortaklarının seçilmesi yasaklanırsa aşırılık yanlısı tutumlar ortadan kalkmayacaktır. Ancak bu tutumlara tahammül edilmediği gösterilecektir.

Bunu mümkün kılan Anayasa’nın 18. maddesi, küçük direniş olarak bilinen şeyin bir parçasıdır. Kaderci hoşgörünün saldırgan bir reddidir; Anayasa düşmanlarına karşı demokrasinin hoşgörüsüzlüğü için bir çağrıdır. Anayasa’nın fikir babalarından Carlo Schmid bir keresinde Parlamenter Konseyde bu hoşgörüsüzlük çağrısında bulunmuştu. Küçük ölçekli direniş, demokrasiyi fırtınalara karşı dayanıklı hale getirmek için eyalet parlamentosunun iç tüzüğündeki ve Thüringen Anayasa’sındaki belirsiz kuralların açıklığa kavuşturulmasını da içerir. Son olarak, küçük çaplı direniş sivil toplumun Neonazilere karşı ayaklanmasını da içermektedir.

Bu küçük direniş, büyük ölçekli direnişin bir daha asla gerekli olmaması için gereklidir. Temel direniş hakkı Anayasa’nın 20. maddesinin 4. fıkrasında şu şekilde formüle edilmiştir: “Tüm Almanlar, başka bir çare mümkün olmadığı takdirde, bu düzeni ortadan kaldırmaya çalışan herkese karşı direnme hakkına sahiptir.” Bu cümle en başından beri Anayasa’da yer almıyordu; ancak 1968’de Olağanüstü Hal Anayasası’yla birlikte eklendi. Direnişle ilgili bu madde, işlerin büyük bir direniş gerektirecek noktaya gelmesine izin vermeme çağrısını içeriyor; dolayısıyla bu madde aynı zamanda küçük bir direniş çağrısıdır. Bu küçük direniş Anayasa’nın bir kutlamasıdır. Anayasa’nın 75. yıl dönümü için takvim tarihleri 8 Mayıs ve 23 Mayıs’tır: Meclis Konseyi Anayasa’yı 8 Mayıs 1949’da kabul etmiştir; 23 Mayıs 1949’da imzalanmış ve ilan edilmiştir. Bu kez ise gerçek tarihler farklı: 9 Haziran ile 1 ve 22 Eylül. Avrupa Parlamentosu 9 Haziran’da, Saksonya ve Thüringen Eyalet Parlamentoları 1 Eylül’de ve Brandenburg Eyalet Parlamentosu 22 Eylül’de seçilecektir. Bu günlerde Anayasa kendini kanıtlamalı; bu günlerde demokrasi ve Avrupa fikri savunulmalı; bu günlerde Neonazilerin devlet dairelerine girmesi engellenmeli; tehlike 1933’ten bu yana hiç bu kadar büyük olmamıştı. 2024’teki seçim günleri, Almanların Anayasa’nın yürürlükte olduğu yedi buçuk yılda neyi ve ne kadar öğrendiğini gösterecek.

Tüm iyi şeyler üçer üçer gelir: İlk Alman demokratik anayasası 1848/49’da Frankfurt’taki Paulskirche’de oluşturuldu; bu anayasa harikaydı ama kısa ömürlü oldu; krallar ve prensler tarafından kınandı ve yırtıldı. İkinci demokratik anayasa 1919’da, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıktı; zekiceydi ama uzun ömürlü olmadı; nasyonal sosyalistler tarafından ezildi ve yok edildi. Üçüncü demokratik anayasa, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1948/49’da yürürlüğe girdi. Bu anayasa sadece iyi değil, aynı zamanda inanılmaz derecede şanslıydı.

Şansın ilk parçası, Federal Cumhuriyet’in daha iyi zamanları, ekonomik refahı, ekonomik mucizesiydi. İkinci şans, temel haklara renk veren Federal Anayasa Mahkemesiydi. Üçüncü şans ise vatandaşların demokratik arzusuydu. Bu arzu başlangıçta yoktu, giderek büyüdü. Ancak Höcke-AfD’nin seçim başarılarının da gösterdiği gibi, bu arzu son yıllarda yeniden azaldı.

Demokratik toplumun iyi geleceği söz konusudur. Gelecek kolay gelmez; toplumun hangi yolu seçtiğine, insanların hangi kararları aldığına ve toplumun hangi yöne gittiğine bağlı olarak her an şekillenen tek bir gelecek vardır. Aşırı sağa giden yolu tıkamak önemlidir.

Çeviren: Semra Çelik

Evrensel / 07.01.24