Geçtiğimiz hafta, AB’nin büyük emperyalist devlerinden Almanya ve Fransa Afrika kıtasında işledikleri soykırım suçlarından bazılarını kabullenerek, özür dilediler. AB emperyalistlerinin dokunaklı “jestleri” burjuva medyada, özellikle de liberal kalemler tarafından “Batı kapitalizminin insanileşmesi” olarak sunulup, övgülere konu edildi. Yapılan soykırım ve katliamlara düne kadar alkış tutan, en iyi durumda görmezden gelen bu kalem efendileri, sahiplerinin işaretine uygun olarak hızla çark ettiler. Emperyalist devletlerin şimdiye kadar inkar ettikleri suçlarını itiraf etmelerinin arkasında yatan amaçlara dokunmadan, sahipleri tarafından bahşedilen ayrıcalıklı yaşamın diyetini ödemek için kapitalist barbarlara güzellemeler yapmayı kendilerine iş edindiler.
Ruanda’da 1994’te 800 binden fazla insanın katledildiği soykırımda Fransa’nın rolünü inkar eden Fransız emperyalizminin “sosyalist” başkanı Mitterrand, 1998’de Le Figaro gazetesine verdiği bir mülakatta, “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil” demişti. Ondan 23 yıl sonra resmi ziyaret için Ruanda’ya giden Macron, soykırım anıtında yaptığı konuşmada, “Sorumluluklarımızı tanımaya geldim” deyince, her ikisinin de aynı devletin temsilcileri olduğu gerçeği unutuldu.
Aynı günlerde Alman emperyalizmi de Güneybatı Afrika’daki sömürgesi Namibya’da, 1904’te işlediği soykırımı kabullendi. Bir asırdan uzun zaman boyunca inkar edilen bu soykırım, 20. yüzyılın ilk soykırımı olarak biliniyor. Alman Güneybatı Afrika sömürge yönetimindeki birliklerin komutanı olan Lothar von Trotha, Ekim 1904’te soykırım emri vererek, Herero ve Nama halklarını çöle, ölümün kucağına sürdü. İşgal edilen topraklarına geri dönmeye çalışan yerli halklar ya öldürüldü ya da toplama kamplarına gönderilerek, ölene kadar zorla çalıştırıldılar.
Alman emperyalizmi ölen yüzlerce insanın kafataslarını, antropologların “Avrupalıların üstünlüğünü kanıtlama araştırmaları” için Almanya’ya taşımıştı. Almanya’nın diğer eski sömürgelerinden Kamerun, Tanzanya, Ruanda ve Togo’dan da çok sayıda insanın kafatası Alman ırkının üstünlüğünü ispatlamak için incelendi. Sömürge katliamlarında, daha Kral Wilhelm döneminde Hitler faşizminin “üstün ırk” ideolojisinin temelleri atıldı.
90 yıl arayla gerçekleştirilen iki soykırımın failleri “Avrupalıların ırksal üstünlüğü” konusunda pek de ayrı yerlerde değiller. Zira kafataslarını taşıyanlar ile “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil.” diyenler, üstün ırklar-alt ırklar zihniyetinin sadece biçimsel farklılık arz eden temsilcileridir.
“Tencere dibin kara, seninki benden kara”
Avrupalı emperyalistlerin tarihsel suçlarını itiraf etikleri günlerde, Kanada’nın yerli halka karşı işlediği suçlar da burjuva medyada yer aldı. Herhalde bu suçların yalnızca kendi ataları tarafından işlenmediğini göstermek, böylece kendi suçlarını mazur görülebilir kılmak istediler.
Kanada ile ilgili söz konusu haberlerde, British Columbia eyaletinde geçmişte yerlileri asimile etmekte kullanılmış olan bir yatılı okulun bahçesinde 215 yerli çocuğun ceset kalıntıları bulunduğu açıklandı. 19. yüzyılın sonlarına doğru kurulan 139 kurumdan biri olan eski yatılı okul, 1969 yılında merkezi hükümetin kontrolüne geçene kadar Katolik Kilisesine bağlı kaldı. Kapitalist özel mülkiyet sisteminin ruhani liderliğiyle dünyevi liderliğin bilgisi ve gözlemi altında işlenen soykırım suçları açığa çıkana kadar aralarında ortak bir sır olarak saklandı. Olayın açığa çıkmasından sonra Kanada Yerliler ile İlişkilerden Sorumlu Bakanı Carolyn Bennett, “Bu trajik haberden etkilenen aileler ve topluluklar için derinden üzgünüm” diyerek timsah gözyaşları döktü. Aynısını, ABD emperyalizminin tasmalı finosu Kanada Başbakanı Justin Trudeau da yaptı: “Ülkemizin tarihinin utanç verici döneminin acı veren bir hatırası. … Okulda bulunan mezar beni derinden üzdü.”
Sergiledikleri tutum riyakarlıktan da ötedir. Devletin arşivleri ellerinin altında olan bu insan kılıklı yaratıklar, soykırımdan yeni haberleri oluyormuş mizanseni sergilemekte bir beis görmüyorlar. Ne de olsa emperyalist kapitalist sistem adına dünya halklarını kandırmak, sistem içinde her zaman revaçta olan bir hünerdir. Kaldı ki halklara karşı işlenen ve işlenmekte olan insanlık suçlarının sorumluları bir bütün olarak özel mülkiyet sistemini ayakta tutmak isteyen devletler topluluğudur. Dolayısıyla hiçbiri diğerinden daha az kirli değil.
Büyük lokmayı kapmak uğruna bin “özür”ün bile lafı olmaz
Kapitalizmin daha az geliştiği ve nispeten bakir topraklara ev sahipliği yapan Afrika kıtası her zaman emperyalist devletlerin iştahını kabarttı. Şimdi bir de Afrika Kıtasal Serbest Ticaret Bölgesi Anlaşması (AfCFTA) sayesinde 1,3 milyar kişilik bir pazarı kapsayacak olan dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesi kuruluyor. Klasik sömürgecilik çağında işlenen insanlık suçlarından dolayı “özür” dileyen emperyalist devletler, bu pazardan en büyük payı kapmak için timsah gözyaşları dökmekte elbette bir sakınca görmüyorlar. Neticede riyakarlık onların kanında ve sistemlerinin özünde var.
1 Temmuz 2020’de başlaması öngörülen, ancak pandemi nedeniyle 1 Ocak 2021’e ertelenen AfCFTA’yı teşvik etmek için, AB 2014-17 yılları arasında yedi milyon euroluk mali destek sundu. 2018-2020 yılları arasında ise bunu yedi kattan fazla artırarak 50 milyon euroya çıkardı. Afrika’daki ekonomik entegrasyona giderek daha fazla odaklanan AB emperyalistleri yeni bir Afrika stratejisi oluşturmak için kolları sıvadılar. Paranın kokusunu almaları bile bu sömürgenler sürüsünün parende atması için kafidir. Özür dilemek de dahil her türlü oyun, onların dolandırıcılıklarını perdelemekte kullandıkları basit, her an için başvurdukları yöntemlerdir.
Almanya Başbakanı Angela Merkel daha korona krizinin başlamasından önce, 2019’un sonunda Güney Afrika’ya yaptığı ziyarette, Afrika serbest ticaret bölgesi kararının çığır açan nitelikte olduğunu söylemiş, AfCTA’ya övgüde bulunmuştu. Gümrük tarifelerinin ve diğer ticaret engellerinin kaldırılmasını amaçlayan AfCTA anlaşmasını, “Dünya Ticaret Örgütü’nün 1994’te kurulmasından bu yana yapılan en büyük anlaşma ve aynı zamanda Afrika’nın ekonomik entegrasyonuna yönelik en önemli adım” açıklamasıyla selamlayan Almanya’nın büyük kapitalist tekellerinden Robert Bosch GmbH, Afrika halklarına karşı işledikleri insanlık suçlarından dolayı “özür” dileyen emperyalist devletler kadar heyecanını dışa vurmaktan kendisini alamamıştı. Dünya nüfusunun altıda birine ev sahipliği yapacak olan pazardan büyük bir pay kapmak için değil özür dilemek, kapitalist tekeller gerekirse ruhlarını bile pazara çıkartmaya hazırlar. Dün işledikleri soykırım suçları gibi bugün tarihsel suçlarını itiraf ederek “özür” dilemelerinin amacı da aynıdır.
Kapitalist tekellerin çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan, savaş ve soykırımlar da dahil her türlü insanlık suçunu işlemekte gözlerini kırpmayan insan müsveddeleri ister Kral Wilhelm gibi kanlı bir taç taşısınlar ister Mitterand gibi “sosyalist” sıfatı taşısınlar, fark etmiyor. Dünya halklarına karşı hangi kisve altında olursa olsun işledikleri suçların hesabı bütün kötülüklerin kaynağı olan özel mülkiyet sistemi temellerinden yıkılarak sorulacaktır.