ABD Başkanı Biden, “Ortadoğu’nun daha fazla istikrar ve güvenli bir bölge haline gelmesi” iddiasıyla Ortadoğu turuna çıkmış ve Cidde Zirvesi düzenlemişti. Zirve sonrası ülkesine dönerken “ABD, Ortadoğu işlerine tam anlamıyla katılacaktır ve bu bölgeyi nüfuz peşinde koşan diğer güçlere terk etmeyecektir” dedi. Böylece Biden, bölgeyi ziyaret etmekteki gerçek amacını da açıklamış oldu. Kendi tercihlerini dayatmakta giderek zorlandığı ya da Rusya’ya karşı istediği türden tutum aldıramadığı Suudi Arabistan öncülüğündeki Körfez ülkeleriyle ABD arasındaki ikili ilişkileri yeniden denetim altına almak ve anti-Rusya ve anti-İran koalisyonları şekillendirip güçlendirmeye çalışmak ABD’nin hedefleri arasındadır. Fakat genel kanı, “Cidde’de estirilen rüzgar”ın Biden’ın “istediği yönde” olmadığıdır. Hiç değilse Rusya söz konusu olunca…
Cidde zirvesinin ardından ve Ukrayna savaşının gölgesinde İsrail basını tarafından “şer zirvesi” olarak tanımlanan ve gözlemciler tarafından Cidde’deki toplantıya alternatif olarak gösterilen Tahran buluşması gerçekleşti. İran, Rusya ve Türkiye cumhurbaşkanları 19 Temmuz’da Tahran’da bir araya gelerek Suriye’deki durum, tahıl koridoru, ekonomik ve enerji iş birliği vb. konuları görüştüler. Suriye’nin geleceği ve bu çerçevede Rojova’nın durumu ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yapmayı düşündüğü askeri operasyon, kuşkusuz ki Tahran buluşmasının temel önemdeki gündemleriydi.
Putin, Erdoğan, İbrahim Reisi ve İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in görüşmesi, Rusya ile batı dünyası arasında genişleyen uçurumda Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımları desteklemeyen devletlerle “safları sıklaştırma” olarak da yorumlandı. Rusya, Batı yaptırımları karşısında İran’ın yanı sıra Çin ve Hindistan dışında diğer ülkelerle de daha yakın stratejik ilişkiler arayışına yöneliyor. Savaşın başlangıcından bu yana yaptığı ikinci yurtdışı gezisiyle Putin’nin izole olmadığını göstermeyi başardığı değerlendirmelerine konu olan zirvede, Türkiye, İran ve Rusya’nın çıkarlarının pek çok noktada çatıştığı bir kez daha görüldü.
Suriye’de Türk ordusunun askeri operasyonu reddedildi
Toplantının ana konusu, “Astana Süreci” kapsamında Suriye’deki durumdu. Türkiye’nin Suriye konusunda elinde bulundurduğu dosyadaki en temel ve en önemli konu, iki etkili güç olan Rusya ve İran’ı kuzey Suriye’yi işgal etmeye ikna etmekti. Türk sermaye devletinin amacı, 30 km’lik bir alanı kontrol altına alıp Kürt güçlerini bu bölgeden çıkarmak, Kürt halkı ve hareketinin kazanımlarını tasfiye etmek ve Suriyeli mültecileri bu bölgeye yerleştirmektir. Türkiye böyle bir hareket için iki ülkeden anlayış, yardım, onay ve iş birliği istiyordu. Erdoğan bunu, “Terörle mücadelede Rusya ve İran’ın bize destek vermesini bekliyoruz” sözleriyle ifade etti.
Böyle bir askeri harekata, Tahran’daki muhataplarından yeşil ışık yakılmadı, Türk devletinin destek talebi reddedildi. Ali Hamaney, böyle bir yaklaşımın bölgeye zarar vereceğini ve sadece teröristleri güçlendireceğini vurguladı. Biraz daha temkinli konuşsa da Putin de işgal planlarına karşı çıktı. Türk sermaye devletinin yapmayı planladığı askeri operasyona İran, Rusya’dan daha net bir tavır almaktadır. Zira İran, Rusya’nın stratejik çıkarları gereği ve Ukrayna savaşı sebebiyle Türkiye’nin kendisine bazı konularda nefes aldırabileceği alanlar açacağı düşüncesiyle Türkiye’ye taviz verebileceği düşüncesindedir. Dolaysıyla Moskova-Ankara arasında alınacak kararlarda daha etkin bir rol oynamak amacındadır.
Hamaney, Türk ordusunun olası askeri operasyonuna net bir tutum alırken Putin’le görüşmesinde Amerikan güçlerinin de Fırat’ın doğusundan çıkarılması çağrısı yaptı. Putin ise, Fırat’ın doğusunda kontrolün Suriye hükümetine geçmesi gerektiğini vurguladı. Reisi, Putin ve Erdoğan’ın katıldığı kapanış konuşmasında, “İran, Suriye krizinin tek çözümünün siyasi olduğuna ve askeri harekatın sadece etkisiz değil, durumu daha da kötüleştireceğine inanıyor” dedi. Putin ise, Suriye politikasında daha fazla birlik çağrısında bulundu ve Batı’yı müdahale etmekle, “ülkeyi parçalama yoluna” sokmakla suçladı. Suriye’nin geleceğini şekillendirmede kilit rol üstlenen Rusya, Türkiye ve İran’ın buna ortaklaşa karşı çıkmalarını istedi.
Putin, “Suriyeli yetkililerin kontrolü altında olmayan bölgelerdeki durum özellikle endişe verici” buldu. Bu bölgelerden aşırıcılık ve ayrılıkçılık riski artıyor diyen Kremlin şefi, “Birçok açıdan ABD liderliğindeki batılı devletlerin yıkıcı çizgisi bunu teşvik ediyor” dedi. Ankara, Moskova ve Tahran bu nedenle bu bölgelerin “meşru hükümet” yönetimine geri dönmesine izin vermek için mümkün olan her şeyi yapmalıdır. Bu, Türkiye’nin Kuzey Suriye’de daha fazla nüfuz kazanma girişimlerine karşı bir tavır olduğu gibi, Türkiye’yi Esad rejiminin meşruluğunu tanımaya ve sorunu diplomatik yollarla çözmeye yöneltmektir. Dolaysıyla Tahran buluşması, Suriye sorununun diplomatik yollarla çözümü için Rusya’nın girişimleri ile başlatılan Astana sürecinin yeni toplantısı niteliğindeydi.
Rusya ve İran’la pek çok alanda yaşanan ve ilişkileri geren sorunları çözmek ve Suriye’ye yapacağını tekrarlayıp durduğu yeni bir askeri harekât için aradığı desteği almak için Tahran’a giden Erdoğan, umduğunu bulamadı. Erdoğan’ın istediğini alamadığı ve mevcut sorunları “tatlıya bağlayamadığı” yayınlanan ortak bildiri üzerinde de görülmektedir. Bildiride terörün her biçimiyle mücadele hedefi tekrarlandı. Kürtlerin Rojova’daki özerk yapısına atfen “Gayrimeşru özyönetim teşebbüsleri dahil terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişimi reddetmişler” denildi. Bu madde Ankara’nın hassasiyetlerini-korkusunu yatıştırdığı gibi, Kürt halkının kazanımlarına da düşmanlığı anlatmaktadır. Yayımlanan ortak bildiride, terörle mücadele ortak sorunlardan biri olarak görülüp birden fazla başlık altında değerlendirildi. Ama söylenenlerin bir yenilik taşımadığı görülüyor ve pek bir anlam da ifade etmiyor. Anlaşmalar-pazarlıklar bildiride değil, kapalı kapılar ardında yapılıyor.
Erdoğan, Tahran dönüşünde liderler arasındaki görüş farklılarının net olduğunu ve güvenlik endişeleri giderilinceye kadar operasyonun gündemde kalacağını yineledi. ABD’nin terörü desteklediğini ve askerlerini çekmesi gerektiğini belirtti. Bu talebin Astana sürecinden çıkan bir netice olduğunu vurgulayıp “Çekildiği anda işimiz kolaylaşacaktır” dedi.
Dolarsız ticaret ve ekonomik iş birliği
Moskova ve Tahran iş birliğini daha sağlam bir temele oturtmaya çalışıyor. Putin’in Tahran’a gelişinden önce İran petrol şirketi NIOC ve Rus gaz üreticisi Gazprom, yaklaşık 40 milyar dolarlık bir iş birliği anlaşması imzaladı. Gazprom, NIOC’nin iki büyük gaz sahası, Kiş ve Kuzey Pars ve altı petrol sahasının geliştirilmesine yardım edecek. Ayrıca Gazprom, sıvı gaz santrallerinin tamamlanması konusunda İran’a destek olmak istiyor. Yanı sıra ABD dolarına ve önde gelen küresel para birimi konumuna karşı daha fazla ilerleme sağlandığı da belirtiliyor. Hamaney, “ABD doları küresel ticaretten aşamalı olarak çekilmelidir” dedi. Putin ise, İran tarafıyla gelecekteki ikili ticareti ABD doları yerine ulusal para birimlerinde yürütme planlarını tartıştığını doğruladı. Putin, Erdoğan ile de böyle bir projeyi görüştü.
İran ve Türkiye de ekonomik ilişkilerini yoğunlaştırmak istiyor. Hamaney ile görüşmesinden sonra Erdoğan’ın yaptığı açıklamada, yılda 7,5 milyar ABD doları olan mevcut ticaret hacmini, gelecekte 30 milyar ABD doları tutarına çıkarmayı umduğunu söyledi. Bu amaçla, petrol ve gaz konusunda daha yakın iş birliği yapılması hedefleniyor. Yanı sıra Erdoğan, ‘‘İran’la savunma sanayiindeki dayanışmamızı çok önemsiyorum” dedi ve bu alanda da adımlar atmak istediğini belirtti. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, bunu teyit eden şu açıklamayı yaptı: ‘‘30 milyar dolarlık bir ticari hacme ulaşma hedefimiz var. Şu an itibariyle 7,5 milyar doları yakaladık…Savunma sanayi alanında atacağımız adımlarda bu süreci hızlandırmamız mümkün. Gerek petrol gerek doğal gaz alanında atılacak adımlarla da bu mümkün. Türkiye olarak son yıllarda özellikle savunma alanında önemli gelişmeler kaydettik. Bu konudaki dayanışmamızı çok ama çok önemsiyorum.” Açıklamaya rağmen ticaret hacmi, savunma, enerji konularındaki anlaşmaların çerçevesi ise muğlaklığını koruyor.
Emperyalist dünyanın güç dengeleri ve iç ilişkilerinde gelinen bugünkü aşamada, emperyalist hegemonya krizi yeni biçim ve düzey kazanmış bulunuyor. Bu durum, dünyada olduğu gibi Ortadoğu’nun kapitalist ülkelerine de manevra alanları açmaktadır.