Emperyalizme hizmet eden diktatörün sefil sonu

Hava kuvvetleri komutanlığı, genelkurmay başkanlığı, başkan yardımcılığı gibi üst düzey görevlerde bulunan Hüsnü Mübarek, 1981’de öldürülen Enver Sedat’ın yerine geçerek başkan oldu. Mübarek, temsil ettiği oligarşiyle birlikte yolsuzluğa batmış, kokuşmuş bir polis rejimi inşa etmeye muvaffak olmuştu.

  • Haber
  • |
  • Dünya
  • |
  • 27 Şubat 2020
  • 11:34

Arap dünyasının lider ülkesi kabul edilen Mısır’ı 30 yıl polis rejimiyle yöneten Hüsnü Mübarek yaşamını yitirdi. 25 Ocak 2011’de patlak veren kitlesel halk isyanının gücüyle 11 Şubat’ta alaşağı edildikten sonra yargılanan Mübarek, kayda değer bir ceza almasa da siyaset çöplüğüne atıldı. 30 yıl boyunca hem emperyalist-siyonist güçlere hem Mısır egemen sınıflarına hizmet eden Mübarek, miadını doldurduğu anda ortada bırakılmıştı.

Halk isyanıyla alaşağı edildikten sonra yargılanan Mübarek sembolik cezalarla yakayı sıyırdı. Oysa her diktatör gibi halka karşı ağır suçlar işlemişti. Aldığı cezadan dolayı bir süre hapiste tutulan Mübarek’in cezası ev hapsine çevrilmişti. Siyasal çöplüğe gidişine engel olamayan rejim, buna rağmen diktatörü ağır cezadan korudu.

Mısır müesses nizamı isyan dalgalarıyla sarsılsa da, esas kurumları yeniden dizayn etmeye muvaffak oldu. Yani isyan dalgası diktatörü kovmuş, ama diktatörlüğü alaşağı edebilecek güce ulaşamamıştı. İhvancı (Müslüman Kardeşler) Muhammed Mursi yönetimine karşı isyan eden milyonların devrimci önderlikten yoksun olması, ordunun yönetim üzerinde yeniden ağırlık koymasına imkan verdi. Milyonların İhvan karşıtı isyanını istismar eden General Abdülfettah el Sisi, baskı rejimini yeniden restore etme fırsatı yakaladı.

El Sisi yönetiminin Mübarek’in ardından yayınladığı mesaj, diktatörlüğün halen iş başında olduğunu bir kez daha gösterdi. “Otuz yıl boyunca kararlılık sergilediği, haksız yere iktidardan düşürüldüğü” gibi ifadelerin yer aldığı Mısır Başkanlık Sarayı mesajı, Mübarek’in fikirlerinin halen iktidarda olduğunu teyit etti. Belirtelim ki, bu durum ne Tahrir Meydanı direnişinin ihtişamını gölgeler ne diktatörleri halk isyanıyla alaşağı etmenin muazzam önemini ortadan kaldırır. Olsa olsa halk isyanlarında devrimci öncü partinin eksikliğinin ne büyük bir kayıp olduğunu gösterir.

***

Camal Abdülnasır’ın ölümünden sonra başa geçen Enver Sedat’ın izlediği Amerikancı çizgiyi daha da derinleştiren Hüsnü Mübarek, 30 yıl boyunca emperyalist/siyonist güçlerin sadık hizmetkarı oldu. Bundan dolayı alaşağı edilmesi hem Washington’a hem Tel Aviv’e kabus gibi çöktü. Buna rağmen onu savunamadılar. Zira o koşullarda diktatörü savunmak kitlelerin öfkesinin ABD-İsrail karşıtlığına sıçramasına yol açardı. Ahval böyle olunca 30 yıllık sadık hizmetkarı çöp sepetine atmakta bir an bile tereddüt etmediler. Onlar için önemli olan diktatörlüğü ayakta tutmaktı.

***

Ayaklanmanın ikinci dalgası generallerden oluşan “geçici askeri konsey”i görevden el çektirince, ABD Müslüman Kardeşler-generaller ittifakını teşvik etti. “Seçilmiş ‘sivil’ başkan” Mursi ile General el Sisi koalisyon kurdu ancak ayaklanmanın üçüncü dalgası bu koalisyonu da savurup attı. “Halktan yana” tutum aldığını söyleyen el Sisi durumu istismar ederek hırpalanan Mübarek diktatörlüğünü adım adım yeniden inşa etmeye başladı. Elbette şimdiki koşullar Mübarek dönemiyle aynı değil. Buna karşın baskıları günden güne arttıran el Sisi yönetiminin Mübarek’i yücelten açıklaması, aynı zihniyetin iş başında olduğunu gösteriyor.

***

Hava kuvvetleri komutanlığı, genelkurmay başkanlığı, başkan yardımcılığı gibi üst düzey görevlerde bulunan Mübarek, 1981’de öldürülen Enver Sedat’ın yerine geçerek başkan oldu. Mübarek, temsil ettiği oligarşiyle birlikte yolsuzluğa batmış, kokuşmuş bir polis rejimi inşa etmeye muvaffak olmuştu. Halk isyanı başladığında kendinden çok emindi. İsyan dalgasını bir şekilde savuşturabileceğini sanıyordu. Bu güvenin bir temel nedeni de emperyalist-siyonist güçler için vazgeçilmez olduğunu varsaymasıydı. Bu varsayımın kofluğu, isyan eden halkın gücünü hafife almasından kaynaklanıyordu.

İsyan dalgasının kabarması, diktatörün taşıdığı yüksek özgüvenin kof olduğunu kısa sürede gözler önüne serdi. 25 Ocak’ta başlayan isyan 11 Şubat’ta Mübarek’i tarihin çöplüğüne -diktatörlere yakışan yere- attı. O koşullarda ABD sadık uşağını savunamazdı. Zira böyle bir çaba orduyu halkın üstüne saldırtmayı da zorunlu kılıyordu. Böyle bir politika ordunun anında parçalanmasına yol açardı. Bu ise halk isyanının devrime doğru sıçramasına neden olabilirdi. O koşullarda Amerika için de diktatörü siyaset çöplüğüne atmak en uygun seçenekti. ABD’nin 30 yıllık hizmetkarı Mübarek’e bir vebalı gibi davranması ise, efendi-uşak ilişkisiyle alakalı bir durum. 

2011’den bu yana ne dönüp yüzüne bakan ne adını anan bir Amerikalı oldu. El Sisi yönetimi ise, Mübarek çizgisine yakın olsa da halkın nefretini kazanmış bu diktatörün siyaset çöplüğünde ölümü beklemesine onay vermek zorundaydı. Böylece bir zamanların “ihtişamlı diktatörü”nün yaşamı sefil bir şekilde noktalandı.