Batı Sahra sorunu ve Fas sömürgeciliği

Batı Afrika halkları din, dil vb.nin yanı sıra fazlaca aynıları olan akraba topluluklardır. Bugünün dünyasında bu emekçi ezilen halkın-halkların parçalanmaya değil, daha fazla birleşmeye ihtiyaçları vardır. Bu birleşmenin yaratacağı sinerjiyle öncelikle bu halkların başına musallat olmuş bölge gericiliği ve bu gericiliğin en büyük destekçisi emperyalistler def edilmelidir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 02 Aralık 2020
  • 08:00

Afrika kıtasının sömürgeci Avrupa devletleri tarafından işgali ve yağmalanmasının kökleri yüzyıllar öncesine gider. İnsanlık tarihinin gelmiş geçmiş en karanlık sayfaları da bu kıtada vücut bulur. Kıtanın yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ile insan gücü bu kıtanın en büyük talihsizliği olmuştur. Daha doğru bir deyimle Avrupalı emperyalistler eliyle bu karanlık tarih bu coğrafyadaki insanların kaderine dönüştürülmüştür.

Afrika kıtasında çözülmeyi bekleyen pek çok sorun gibi Batı Sahra sorunu da 150 yıla yakın tarihi geçmişiyle, oldukça eski ve köklü bir sorun olarak bugüne sarkmış ve çözüm beklemektedir. Özü itibariyle Batı Sahra toplumu İslam içi mezhep çatışmalarının ardından Sahra’dan göçüp gelen Berberilerden oluşmaktadır.

Kongo Konferansı (15 Kasım 1884) olarak bilinen ve dönemin Alman Başbakanı Bismarck’ın çağrısıyla toplanan konferansın sonucunda, bugünkü Batı Sahra’yı da kapsayan bütün bir Batı Afrika kolonilere bölünerek parçalandı. Avrupalı emperyalist güçler bu parçalanmayla Batı Sahra’yı İspanyollara bıraktı ve 1976 yılına (Franko’nun ölümüne) kadar da İspanyolların elinde kaldı. İspanyollar çekildikten sonra Batı Sahra’nın güneyi Moritanya, kuzeyi ise Fas tarafından işgal edildi. Moritanya 1979 yılında işgale son vererek, bölge üzerindeki hak iddialarından tamamen vazgeçerken, Fas sömürgeciliği yarım yüzyıldır kuzeydeki işgali alan genişleterek devam ettiriyor. Batı Sahra topraklarını parçalayan bu işgal yıllar içinde yüzbinlerce insanı kendi topraklarında ve özellikle de Moritanya ile Cezayir’de mülteci durumuna getirmiştir. İşgale karşı Batı Sahra halkının çeşitli dönemlerdeki isyanları da Fas ordusu tarafından acımasız bir şekilde bastırılarak, büyük ölçekli katliamlara imza atılmıştır.

Etnik aidiyet ve dinsel bağlamda akraba topluluklar olmaları, ne yazık ki Batı Sahra halkını Fas monarşisinin zulmünden koruyamamıştır. Batı Sahra halkının tarihi, çok kesin olmamakla beraber, İslam içi mezhep çatışmalarının yoğun yaşandığı 1100 ile 1200 tarihlerine kadar dayandırılır. Hatta bu çatışmaların ardından Sahra’dan göçüp gelen Berberiler olduğu söylenir. Öyle ki bazı tarihçiler Batı Sahra ile Fas arasındaki sorunun arka planını yazarken bu tarihe özel bir vurguda bulunurlar. Batı Sahra’ya göçerek gelen Berberilerin belli bir dönem Fas’ı egemenliği altına almış olmasını tarihsel arka plan olarak görmektedirler. Bu tarihsel olayın nasıl bir etkisi olduğu tartışmalı da olsa, asıl sorunun kaynağı ve kökeni Avrupalı sömürgeci devletlerin Afrika’ya gelişinde yatmaktadır. Batılı sömürgecilerin çizdikleri keyfi sınırlar ve yapay etnik kimliklere farklı aktörler de dahil olunca sorun daha da karmaşık bir hal almıştır. Yarım yüzyıldır Fas’ın Batı Sahra’daki işgali (Batı-Sahra topraklarının %80’ine tekabül etmektedir) ve sınır tanımayan haydutluğu ise tamamen bu ülkenin yeraltı kaynaklarının yağmalanmasından ibarettir.

Batı Sahra ülkesinin bağımsızlığı için 1973 yılında kurulan Halk Cephesi’nin (Polisario) başlattığı silahlı direniş 1976 yılında Batı Sahra Demokratik Arap Halk Cumhuriyeti ilanıyla farklı bir dönemece girmiştir. Uluslararası hukuk ve BM kararlarına göre 1992 yılında varılan anlaşma ve 16 yıldan sonra varılan ateşkes gereği, bölgenin kaderini belirlemek için referandum yapılması gerekiyordu. Ne var ki geçen süre içinde Fas Krallığı bu kararları yok hükmünde saymaya devam ediyor. Batı Sahra topraklarının işgali ve bu işgalin son yarım yüzyılda yarattığı sorunlar hem komşu ülkelerin hem de diğer uluslararası aktörlerin bu soruna dahil olmasına zemin hazırlamıştır. Nihayetinde bugün sorunun kapsamı Batı Sahra’dan da öteye bütün bir Batı Afrika’yı etkisi altına almıştır.

Dünyadaki en zengin fosfat yataklarına sahip olması, Atlas Okyanusu’na kıyısı itibariyle balıkçılık, güneş ve rüzgar enerjisi olanakları Batı Sahra’yı emperyalist tekeller için bir cazibe merkezi haline getirmiştir. Kanarya Adaları üzerinden yakın coğrafi ve tarihsel bağı, Polisario’nun merkez üssü olması itibariyle İspanya her dönem için bu bölgedeki gelişmelerin göbeğinde yer almıştır. Buna ilaveten Portekiz ve Fransa ile beraber son yıllarda Kanada ve ABD’nin enerji tekelleri de Batı Sahra’ya çöreklenmiş bulunuyorlar. Bölge halkı büyük bir sefaletle pençeleşirken kendi öz kaynakları yağmalanmakta ve Batı Sahralı yüzbinler göçmen Moritanya, Cezayir ve İspanya’da sığınmacı olarak hayatta kalma mücadelesi vermektedir.

Batı Sahra’daki Halk Cephesi’nin (Polisario) kısa tarihi

Fikirsel kökenleri, 1970 yılında kurulan Tahrir Hareketi’ne dayanmakla beraber, bu hareketin Gandi’den etkilenerek barışçıl yollarla bağımsızlık elde etme düşü İspanyollar tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı ve hareketin lider kadrosu katledildi. Başarısızlıkla sonuçlanan bu ayaklanmanın ardından Polisario kuruldu ve silahlı direniş hareketini başlattı. 1973 yılında kurulan Halk Cephesi 1976 yılındaki bağımsızlık ilanına kadar Franko İspanya’sına karşı silahlı mücadele yürüttü ve büyük kazanımlar elde etti. Başta komşu ülke Cezayir olmak üzere Sovyetler Birliği ve Küba da bu mücadelede Batı Sahra halkını yalnız bırakmadılar. Hala da bu hareketin en büyük destekçisi Cezayir’dir ve yüzbinlerce Sahravi’ye (Batı Sahra da yaşayanlar için kullanılan bir deyim ve çölde yaşayan anlamına gelmektedir) ev sahipliği yapmaktadır.

İspanyolların çekilmesiyle beraber Fas Kralı 2. Hasan, “Yeşil Yürüyüş” adı altında 350.000 kişilik askeri bir güçle Batı Sahra’nın üçte ikisini işgal ederek, “Fas İmparatorluğu” hayalleri kurmaya başlamıştı. Yaklaşık 16 yıl süren çatışmalı bir sürecin ardından, taraflar 1991 yılında ateşkes imzalamış ve bölgeye ilişkin gelecek planlarını deklere etmişlerdi. Uluslararası gözlemciler ve BM’nin öncülüğünde yürütülen görüşmeler ve Fas monarşisinin vadettikleri bugüne dek yerine getirilmemiştir. Gelinen yerde Fas sömürgeciliği, Batı Sahra topraklarının kendi toprakları olduğunu ve ancak genişletilmiş özerk haklar ve kurallarını kendisinin belirlemesi şartıyla bir federal bölgeye müsaade edebileceğini açıklamıştır.

Yirminci yılına girecek olan müzakere sürecinin ardından Polisario’nun kamuoyundan kaçırarak yürüttüğü görüşmeler ve eldeki kazanımları da koruyamaz hale gelmiş olması gerçeği Sahravi toplumunu derinden etkilemektedir. Polisario’nun toplumun direniş ve mücadele azmini yıllardır “Barış Görüşmeleri” adı altında paralize etmesi ve yöneticilerin Fas monarşisi ile deşifre olan karanlık ilişkileri bu yeni çatışmanın sebebi olarak gösterilmektedir. Bölge ülkelerinde mülteci durumunda yaşayan halkın topraklarına geri dönme istekleri yıllardır ertelenmekte ve bir çözüm bulunamamaktır. Daha çok da bu kitle içinde örgütlü olan Halk Cephesi’ne olan inanç ve bağlılık “Barış Görüşmeleri”nin sonuçsuz kalmasıyla derin bir yara almıştır.

Yaşanan gelişmeleri, yerli halkın ve diasporanın yeniden silahlı direniş talebi ve arzusundan çok, Polisario’nun güven tazelemesi ve dikkatleri bu bölgeye çekmek olarak görenlerin sayısı hiç de az değil. Polisario Batı Sahra’da direnişe geçerken dönemin politik atmosferine uygun olarak sol bir jargon kullanmaktaydı. Ne var ki Sovyetler’in dağılması ve silahlı direnişle bir sonuç alamamaları bu hareketi giderek içinden çürütmüş ve fazlaca pragmatist bir harekete dönüştürmüştür. Bu dönüşüm haliyle hareketin kendisini bölge ülkeleri ve gerici emperyalist ülkelerin müdahalesine açık hale getirmiştir.

Sonuç olarak Batı Afrika halkları din, dil vb.nin yanı sıra fazlaca aynıları olan akraba topluluklardır. Bugünün dünyasında bu emekçi ezilen halkın-halkların parçalanmaya değil, daha fazla birleşmeye ihtiyaçları vardır. Bu birleşmenin yaratacağı sinerjiyle öncelikle bu halkların başına musallat olmuş bölge gericiliği ve bu gericiliğin en büyük destekçisi emperyalistler def edilmelidir. Bu da ancak ve ancak emperyalist kapitalist düzenin yok edilmesi ve yerine birleşik sosyalist cumhuriyetlerin yaratılmasıyla mümkün olabilecektir. Nihayetinde Batı Sahra sorunu ve onun geride bıraktığı tarihsel serüveni de bunu fazlasıyla doğrulamaktadır.