Kapitalistler bir yandan krizin ve pandeminin faturasını emekçilere ödetirken öte yandan servetlerini büyütmeye devam ediyor.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) eylül sonunda yayınladığı rapora göre, Aralık 2019’da banka hesabında 1 milyondan fazla para olan kişi sayısı 225 bin 441’di. Bu rakam Eylül 2020’ye kadar olan sürede 76 bin 123 kişi artarak 301 bin 564’e yükseldi. Milyonerlerin toplam mevduatı 1 trilyon 958 milyar 817 milyon lira. Yani milyoner başına düşen ortalama mevduat 6 milyon 496 bin lira. Rapora detaylı bakıldığında artanın sadece milyoner sayısı olmadığı görülüyor. Geçen yılın başından eylül ayının sonuna kadar olan zaman diliminde milyonerlerin serveti 567 milyar 218 milyon lira artmış.
Öte yandan, Türk- İş’in kasım ayı verilerine göre Türkiye’de açlık sınırı 2 bin 516 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 8 bin 197 TL’ye yükseldi. Yoksulluk kategorisine giren kişi sayısı ise, (TÜİK 14 milyon olduğunu iddia etse de) araştırmalara göre 20 milyonun üzerinde. Yani Türkiye’de dört kişiden biri yoksul. DİSK’in yaptığı araştırmaya göre ise işçilerin %43’ü asgari ücretle geçimini sağlamaya çalışıyor. Geri kalan işçiler ise asgari ücretin biraz üstünde ücretlere çalıştırılıyor. Dolayısıyla çoğu işçinin ücreti giderek asgari ücrete eşitleniyor. Bununla birlikte, pandemi döneminde milyonlarca işçi asgari ücretin altında kalan ücretlere mahkûm edildi. Ücretsiz izin ve kısa çalışma ödeneği gibi uygulamalarla sermaye sınıfını ihya eden rejim, işçi ve emekçilerin yaşamını iyice kâbusa çevirdi. Ücretsiz izne çıkarılan ve ayda sadece 1168 TL reva görülen işçi sayısı iki milyonu aştı. 4 milyon işçi ise kısa çalışma ödeneği ile geçinmek zorunda bırakıldı. Ücretsiz izin vb. uygulamalar yüzünden kayıt dışı çalışmanın önü daha da açıldı. Yanı sıra, bu durum esnek ve güvencesiz çalışmanın yoğunlaşmasına da sebep oldu.
Türkiye’de servet-sefalet arasındaki uçurumun gün geçtikçe derinleşmesinin nedeni kapitalistlerin doymak bilmeyen kar hırsı ve sermaye devletinin işçi ve emekçiler üzerinde uyguladığı sosyal yıkım politikalarıdır. Bu durumun bir başka nedeni ise işçi sınıfının ve emekçi halkın saldırılar karşısında suskun kalmasıdır. Burjuvazi, işçi sınıfını gerici-şoven ideolojiyle sersemleterek, tarihsel ve sınıfsal bilincini dumura uğratarak, bölüp, parçalayarak ya da baskı ve zorbalığı tırmandırarak mevcut tabloyu sürdürmek istemektedir. Kendini çaresiz hisseden, birbirine karşı güven sorunu yaşayan ve işsizlik sopasını ensesinde hisseden işçi sınıfı ise, kendisine dayatılan kölelik zincirlerini bugün için parçalamakta güçlük çekmektedir.
Günümüz Türkiye’sinde işçi sınıfının bu cendereden kurtulmasının tek çıkış yolu sessizliğini bozması ve bir adım ileri çıkması ile mümkün olabilir. Bugün hak gasplarına ve ücretsiz izin saldırısına karşı sessizliği bozarak direnişe geçen işçilerin mücadelesi önemli bir yerde durmaktadır. Bu direnişler işçi sınıfına tutulması gereken yolu göstermektedir. Bu mücadele örnekleri çoğaltılmalı, birleştirilmeli ve sınıfın geneline doğru büyütülmelidir. Ancak o zaman işçi sınıfı çaresiz olmadığını fark edecek, birbirine karşı güven tazeleyecek, sefalete boyun eğmeyecek ve sefahat içinde yaşayan kapitalistlerden hesap sorabilecektir.