Pandemiden en çok etkilenen sektörlerin başında havacılık ve turizm geliyor. Aslında konuya böyle bir giriş, bugün yaşanan süreci adeta haklı çıkaran bir sonuca varıyor. Zira söz konusu alanlarda faaliyet yürüten kapitalist tekeller, baştan beri mağdur edebiyatı eşliğinde, yaşanan krizi tam bir fırsata çevirmişlerdir. Gelinen yerde gerçekte mağdur olanın işçi eve emekçiler olduğu tartışmasızdır.
Lufthansa’da kârı korumak için her yol mubah
Almanya’da pandeminin derinleştirdiği krizi en açık ve en pervasız bir şekilde fırsata çeviren tekellerin başında Lufthansa geliyor. Lufthansa daha pandeminin ilk haftalarından itibaren mağdur edebiyatı yapmaya başladı. Saatte 1 milyon euro zarar ettiğinden dem vurdu. Böyle devam etmesi halinde iflas edeceğini açıkladı. Sayıyı gün geçtikçe arttırarak, on binlerce kişiyi işten atma tehditleri savurdu. Yani her türlü yalan, çarpıtma ve şantaj yöntemi kullanılarak devletten para koparılmaya çalışıldı. Pandemiden önce her yıl bir önceki yılın kâr rekorunu kıran Lufthansa’nın kasalarındaki servet sanki bir anda uçmuş ve koca tekel “beş parasız” kalmıştı.
Oysa Lufthansa, on yıllar boyunca işçilerin yoğun sömürüsü sayesinde ettiği devasa kârlar bir yana, daha pandeminin ilk haftalarından itibaren tüm çalışanlarını kısa çalışma sistemine geçirmiş, böylece her türlü personel masrafından kurtulmuştu. Bu arada yolcu ve uçuş sayısında ciddi bir düşüş yaşansa bile, her şeye rağmen uçaklar uçmaya devam ediyor, kargo taşımacılığı öncesine göre katlanıyor, büyük yolcu uçakları kargo taşımacılığında kullanılıyordu. Yani her şeye rağmen kâr etmeye devam ediyorlardı. Fakat kapitalistlerin huyu hiçbir zaman değişmiyordu. “Normal” zamanda azami kâr için işçiler üzerindeki sömürüyü sürekli katmerleştirenler, “dar günde” de boş durmuyor, yine ezici çoğunluğu işçilerin fonlarından oluşan sosyal kasaları soymak için, her türlü yalan, çarpıtma ve şantaja başvurmaktan geri durmuyorlardı.
Nihayet pandeminin ortalarına doğru, Alman sermaye devleti Lufthansa’nın “feryatlarına” daha fazla dayanamayarak kesenin ağzını açtı. Lufthansa’ya bir seferde 9 milyar euro bağışlandı. Parayı almadan önce kimseyi işten atmayacağını vadeden tekel, parayı aldıktan sonra bu sözünde de durmadı ve 26 bin kişiyi atacağını açıklayarak, yeni yardımlar için zemin döşemeye başladı.
Alman havayolu tekeli Lufthansa, tam bir kriz fırsatçılığı yaparak, önüne çıkan her fırsatı, işçilerin tarihsel kazanımlarını gasp etmek için de kullanıyor. Bunun son örneği, geçenlerde imzalanan son toplu iş sözleşmesi (TİS) oldu.
11 Kasım 2020’de, Lufthansa ile, başını Ver.di’nin çektiği birkaç sendika arasında, “olağanüstü durum sözleşmesi” (Notlagentarifvertrag) olarak nitelenen bir toplu sözleşme imzalandı. Ver.di’nin ifadesiyle toplu sözleşme “20 zorlu oturum”un ardından imzalandı. Bu arada Lufthansa tarafının zaman zaman masayı “terk ettiği” de açıklandı. Fakat ne gariptir ki, zorluğa sebep olanın ne olduğuna hiç değinilmiyor. Çünkü imzalanan anlaşmanın maddelerine bakıldığında, “iş güvencesi” yalanından başka, çalışanların lehine hiçbir şey yok, aksine çok ciddi kayıpları var.
Toplamında 35.000 çalışanı ilgilendiren ve 31 Aralık 2021’e kadar geçerli olan sözleşmeye göre, 2021 yılı için hiçbir maaş artışı olmayacak, yani sıfır zam. 2020 ve 2021 yılı Noel parasından vazgeçiliyor. 2021 yılı izin parası verilmeyecek. 2021 yılında, fazla mesai, tatil ve pazar günleri, gece çalışması vs. gibi ekstra ödemelerden feragat edilecek. Kısa çalışma ödeneği %90’dan %87’ye düşürülecek. Anlaşmanın sonu olan 31 Aralık 2021’den sonra işten atılan olursa, şimdiki anlaşmayla belirlenen miktarı 2022’nin sonuna kadar, yani bir yıl daha alabilecek.
Sözleşmenin tek “olumlu” maddesi ise, Mart 2022’nin sonuna kadar kimsenin işten atılmayacağına dair verilen iş güvencesidir. İnsanların işsiz kalma korkusunu kullanarak gündeme getirdikleri “iş güvencesi” de aslında tam bir yalandır. Çünkü Almanya’da kısa çalışma süresi 2022’nin başına kadar uzatıldı. O zamana kadar işten atmalar zaten yasaklanmış durumda. Lufthansa’nın büyük bir lütuf olarak sunduğu “iş güvencesi” sadece 3 ay için geçerlidir. Bu kandırmacaya rağmen gerek Lufthansa ve gerekse de Ver.di utanmadan yapılan sözleşmeyi, “iş güvencesi karşılığında anlaşma” başlığıyla veriyorlar. Gerçek şu ki, hiçbir kapitalist işletme ihtiyaç duymadığı halde “hayır” için işçi çalıştırmaz. Ya iflas göstermenin yoluna bakar ya da işçi atmanın bir yolunu bulur. Yani “iş güvencesi” kapitalist işletmeler için, sosyal hakları gasp etmenin ve sömürüyü yoğunlaştırmanın gerekçesinden başka bir şey değildir.
Ver.di yönetimi yapılan toplu sözleşmenin üyelerinin %71’inin oyuyla onaylandığını duyurdu. Burada da bir aldatmaca var. Zira Ver.di’nin üye sayısı son zamanların en düşük seviyesinde seyrediyor. Var olan üyeler de öyle ya da böyle sendikal bürokrasinin ayrıcalıklarından yararlanan veya çoğunlukla ciddi geçim derdi olmayan tuzu kuru kesimlerden oluşuyor. Alanda ondan daha büyük bir sendika olmadığı için henüz tek temsilci olarak görünse bile, diğer şeyler bir yana, sahip olduğu üye sayısı bakımından Lufthansa çalışanlarının tümünü temsil etme yeteneğinden yoksun olduğu açıktır.
Görüldüğü gibi Lufthansa’da son imzalanan toplu sözleşmede işçiler çok ciddi ücret ve hak kayıplarına uğradılar. Lufthansa bu sayede 200 milyon euro tasarruf edeceğini açıkladı. Yani işçilerin yoksulluğu kapitalistler için tasarruf anlamına geliyor. Oysa bu “tasarruf”ta astronomik maaşlar alan Lufthansa şefleri yok. Başta Lufthansa şefi Carsten Spohr olmak üzere, hepsi dolgun maaşlarını almaya devam edecekler. Basına sızan bilgilere göre, Carsten Spohr aylık yaklaşık 400 bin euro net maaş alıyor. Yine her türlü lüks ve gereksiz harcamaya devam ediliyor. Buna rağmen utanmadan işçilerin üç kuruşluk maaşına göz dikiyorlar.
Bütün bu akıl dışı dengesizlikler bir yana, Handelsblatt’ta yer alan bir bilgiye göre, pandeminin başından bu yana, Almanya’daki tüm havaalanlarının bir önceki yıla kıyasla toplam kaybı 3 milyar euro civarındadır. Oysa onaylanan 1 milyarlık son paketle birlikte, Lufthansa şahsında havaalanlarına toplamında 10 milyar euro yardım yapıldı. Yani zararının üç katından daha fazla para hibe edilmiş demektir bu ve bunun bir kuruşu bile çalışanlara gitmemiştir. Bir kez daha emekçilerin parasıyla kapitalist tekellerin nasıl ihya edildiği; yalan, talan ve soygunun boyutunun ne kadar büyük olduğu ortaya seriliyor.
Fraport da Lufthansa’nın izinden gidiyor!
Yaşanan krizi ağlama duvarına çevirip, fırsatçılık yapan bir başka firma da Fraport’tur. Fraport, Almanya’nın en büyük havaalanı olan Frankfurt başta olmak üzere, Brezilya, Türkiye (Antalya) ve Yunanistan gibi dünyanın onlarca yerinde havaalanı işleten tanınmış bir firmadır. Bir kamu ve özel yatırım ortaklığı olan Fraport pandemiden önce rekor kârlara imza atıyordu. 2008 krizinde Yunanistan’ın iri ufaklı 14 havaalanını satın aldı. Yaşanan kısmi düşüşe rağmen firma pandemi sürecinde de kâr etmeye devam etti. Azalan uçak seferleri kârlarında bir düşüşe sebep olsa bile, Fraport onlarca başka alanda yüksek kârlar elde etmeye devam ediyor. Öncesine göre artan kargo taşımacılığı, taşınan yolcu sayısından bağımsız her şeye rağmen süren hava trafiği, havaalanı kiraları, uçaklardan alınan park parası, korona testlerinden elde edilen gelir vs. gibi onlarca alan buna örnek verilebilir.
Şimdiye kadar devletten yardım talebinde bulunmasa da Fraport da Lufthansa’nın izinden giderek, krizi fırsata çevirmek için elinden geleni yaptı. Firma, tüm çalışanlarıyla kısa çalışma sistemine başından itibaren dahil oldu. Başta Fraport olmak üzere, Lufthansa, Wisag, Asb vb. gibi onlarca firma pandeminin başından itibaren tüm geçici sözleşmeli işçileri peyderpey çıkardılar. Firmalar bunu yasal bir hakları olarak gördükleri için, bu şekilde atılan binlerce kişi “işten atılmış” sayılmadı bile. Özellikle ana firmada olmayan işçilere vardiyalarda ve çalışma saatlerinde her türlü esnek çalışma dayatılıyor. Az insanla çok daha fazla iş yapılarak sömürü yoğunlaştırılıyor. Var olan işsizlik korkusu kullanılarak çalışanlar üzerindeki baskı ve mobbing gittikçe arttırılıyor.
Toplam 18 bin civarında çalışanı bulunan Fraport, Frankfurt havaalanında taşeron işçi çalıştıran firmaların başında geliyor. Bünyesinde bulunan Fraground adlı yan kuruluşa ve onlarca taşeron firmaya bağlı çalışan beş bini aşkın işçi, ana firmada çalışanlar ile aynı işi yaptıkları halde, onların çok altında bir ücrete ve çok daha kötü koşullarda çalışıyorlar. Bu arada pandemiye rağmen tüm hızıyla devam eden üçüncü terminalin inşaatına devasa paralar akıtılmaya devam ediliyor.
Fraport, attığı geçici işçilerden ayrı olarak, yakın zamanda 4.000 kişiyi daha işten atacağını açıklamıştı. İşçi azaltmada başvurulan bir başka yol ise paralı çıkışlardır. Başka bazı sektörlerden farklı olarak Fraport’ta paralı çıkışlara beklenmedik şekilde ciddi bir talep oldu. Tekel tarafından yapılan açıklamalara göre şimdiye kadar bunun için 2.300 kişi başvurdu. Firma bunların 1.600’üne onay verirken, kalanını geri çevirdi. Paralı çıkışların yanı sıra, yaş sınırı ve erken emeklilik gibi uygulamalar da düşünüldüğünde, Fraport şimdilik işçi azaltma hedefine ulaşmış görünüyor.
Fraport’ta da yakın zamanda, bu sene sona eren toplu iş sözleşmesi yenilendi. Fraport AG’nin iş direktörü Michael Müller ile sendikal cephe adına Ver.di ve DBB arasında imzalanan toplu sözleşme Lufthansa’nınkinden daha iyi maddeler içerse bile, bu sözleşmede de işçiler ciddi hak kayıplarına uğradılar. 1 Aralık 2020’de imzalanan ve Koronadan dolayı “olağanüstü iş sözleşmesi” olarak adlandırılan anlaşma Frankfurt, Münih, Düsseldorf, Hamburg, Köln, Stuttgart, Münster/Osnabrück ve Nürnberg havaalanlarında çalışan toplam 23.000 kişiyi ilgilendiriyor.
Üç yıllığına imzalanan ve 2023’ün sonuna kadar geçerli olacak anlaşmaya göre, 2023’e kadar kimseyi işten atmama garantisi veriliyor. Fakat anlaşma sona ermeden önce her havaalanı için geçerli olmak üzere, anlaşmadan çekilme hakkı saklı tutularak, “iş güvencesi” şartı adeta boşa düşürülüyor. Sözleşmede yer alan diğer maddeler ise şöyle: Eylül 2022’den itibaren %1,4 (en az 50 euro) ve Nisan 2023’ten itibaren %1,8 maaş artışı sağlanacak. 1 Ocak 2022’den itibaren, günde en az bir saat olmak üzere, çalışma saatleri %6 düşürülebilecek. Azalan saatler oranında çalışanlar daha az maaş alacak ve gelir kaybına uğrayacaklar. Anlaşmada 2021 kayıp yıl olarak görülüyor ve hiçbir artış yapılmıyor. Fraport’ta yapılan anlaşmaya göre Noel ve izin paralarına dokunulmazken, üç yıllığına sıfıra yakın (%3,2) bir sözleşmeyle çalışanlar ciddi hak kaybına uğratılırken, tekel ciddi bir kazanç sağlıyor.
Fraport’un imzaladığı toplu iş sözleşmesi kendisine bağlı çalışan yan kuruluşlar ile taşeron firmalarda çalışanları kapsamıyor. Onlar için ayrıca ve muhtemelen daha kötü bir sözleşme yapılacak. Fraport’un başvurduğu bir başak uyanıklık da her çalışanına 800 euroya varan bir pirim dağıtmak oldu. Bu uygulama ile, kapitalistler bir taşla iki kuş vurmak istiyorlar. Böylece hem patronların isteğine ve insafına kalmış yardımlar, kazanılmış ve hakkedilmiş hakların yerine geçiriliyor ve hem de işçilerde patronlara karşı minnet duygusu uyandırılarak işçilerin mücadele azimlerinin kırılması amaçlanıyor.
Sendika bürokrasisi sermayenin safında
Sendika bürokrasisi her geçen gün sınıfa biraz daha yabancılaşarak, aynı oranda sınıf mücadelesinden uzaklaşıyor. Sendikalar pandemi sürecini adeta elleri böğürlerinde karşıladılar. Sermaye sınıfının pandemiye karşı almadığı önlemlere karşı hiçbir eleştiri yöneltmedikleri gibi, attıkları her adımı sessiz kalarak veya aktif olarak desteklediler. Sürekli açık kalan havaalanlarında salgına karşı göstermelik önlemler bile ancak 7-8 ay sonra gündeme getirildi. Bu önlemler de sağlık dairelerinin yaptığı kontrollerin ardından, cezadan kaçınmak için alındı. Sendikalar en basit önlem olan maskenin bile kavgasını vermekte aciz kaldılar. Panik yaratmama gerekçesiyle işyerlerindeki vaka sayılarını açıklamadılar. Kapitalistlerin yaptıkları açıklamaların altına kendi imzalarını atarak işçilere dağıtmayı işten sayarak, adeta onların sekreterliğini yaptılar. Hak arama, grev ve direniş gibi kavramları lügatlarından çıkaralı ise çok oluyor. Hatta IG-Metal ve IG-Chemie gibi işgüzar bazı sendikalar, işçileri bir yana bırakıp, batmayla karşı karşıya olan bazı kapitalist firmaları kurtarmak için yardım fonları oluşturacak kadar işi ifrata vardırdılar.
Sermayenin krizi fırsata çevirmesinin en bariz örneği olan son toplu sözleşmeler ise, sendika bürokrasisinin içine yuvarlandığı ihanet çukurunun bir kez daha kanıtı oldular. Toplu sözleşme görüşmelerinin “kıran kırana” geçtiğini iddia ederek samimiyetsizliğin yeni bir örneğini sergilediler. Kapitalistlerin bir aldatmacası olan “iş güvenliği”ni kendilerinin koparıp aldığı, sınıfın bir kazanımıymış gibi sunmaktan çekinmediler. Her şeyin sermayenin çıkarları doğrultusunda formüle edildiği sözleşmelere gözleri kapalı imza attılar. Toplu sözleşme talepleri anti-demokratik bir şekilde ve tabanın iradesini asgari düzeyde bile yansıtmayan bir tarzda belirleniyor. Olup biten her şey işçilerden habersiz yapılıyor. İşçilere sadece sonuçlar bildiriliyor. Bütün bunlar işçi tabanında en az kapitalistler kadar, sendika bürokrasisine karşı da bir tepki ve öfke biriktirmiş durumda.
Taban örgütleri belirleyici halkadır
Tablodan da anlaşıldığı gibi sendikal bürokrasi bırakalım sınıf mücadelesini ilerletmeyi, onun önünde ciddi bir engel durumuna gelmiştir. Sınıfın davasını ilerletecek bir irade, istek ve misyondan yoksundurlar. Bu haliyle onlardan hiçbir şey beklenemez. Bir şey yapılacaksa eğer, onlarla birlikte değil, ancak onlara rağmen yapılabilir.
Yapılması gereken şey, fabrika fabrika, sektör sektör, işyeri işyeri; her yerde tabandan işçilerin bağımsız, sınıf bilincine dayalı örgütlü mücadelesini geliştirmektir. Var olan hakları korumanın, yeni haklar kazanmanın ve sömürüyü sınırlamanın yolu buradan geçmektedir. Devrimci sınıf mücadelesini ilerletmekten ve bunun ürünü olacak olan sınıf sendikacılığını geliştirmekten başka bir çıkar yol yoktur. Bu da reformist hareketlerin veya sendika bürokrasisinin harcı değildir. Bu görev bir kez daha tüm ağırlığı ve aciliyetiyle, yerlisi ve göçmeniyle sınıf devrimcilerinin omuzlarındadır. 80 bin çalışanıyla Hessen ve dahası tüm Almanya için stratejik bir öneme sahip olan Frankfurt Havaalanı’nda, her bölümden mücadeleci işçileri bir araya getirmek ve mücadeleye sevk etmek, izlenecek bu mücadeleci-devrimci hat sayesinde mümkün olabilecektir.
Bir-Kar İşçi Komisyonu