2020 yılı bütçesi için hazırlıklar başladı. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu 6 ila 29 Kasım tarihleri arasında yapacağı çalışmalarla, gelecek yılın bütçesini hazırlayacak. 2020 yılı bütçe giderlerinin 2019 yılına göre yüzde 14’lük artışla 960 milyar liradan 1 trilyon 95 milyar liraya yükseltileceği belirtildi. Hedeflenen bütçe gelirleri ise 956,6 milyar liradır. Buna göre önümüzdeki yılın bütçe açığı 138,4 milyar lira olacak.
Bürokratik-militarist aygıtların bütçesi
Bu devasa bütçenin ancak küçük bir kısmı resmi kurumlarda çalışan emekçilerin ücretleriyle emekli maaşlarına ayrılıyor. Bütçe gelirlerinin çoğunu ise devletin bürokratik-militarist aygıtları yutuyor. “Milli Gelir”e bir katkı sunmayan bu aygıtlar, bütçenin büyük bir kısmını ise hortumluyorlar. Yani bütçenin çoğu ücretli kölelik düzeninin bekası için gerekli olan kurumlar tarafından harcanıyor.
Bütçeyi hazırlama işi görünürde ‘TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’ tarafından yapılıyor. Oysa meclis, sarayın bir tür aparatı durumuna düşürüldüğü için son sözü AKP şefi Tayyip Erdoğan söylüyor. Dolayısıyla, hazırlanan bütçe, özünde saray rejiminin harcamalarının düzenlenmesinden başka bir anlam taşımıyor.
Meclis oturumlarında bütçeye dair bazı tartışmalar da yapılıyor. Ancak bu tartışmalar “bütçenin ruhuna” aykırı temelde yapılmıyor. Burjuva partilerinin hiçbiri bütçeden sağlığa, eğitime, konuta, ulaşıma daha çok pay ayrılması, emekçilerin refahını arttıracak harcamalar yapılması için çaba harcamıyor. Zira hiçbirinin bürokratik-militarist aygıtların bütçeyi hortumlamasına itirazı yok. O nedenledir ki mecliste yapılan bütçe tartışmaları mizansen sınırlarının ötesine geçmiyor ya da geçemiyor.
“Milli gelir”i yaratanlara kaynak yok!
‘Milli gelir’ işçi sınıfıyla emekçilerin emek-gücü ile üretiliyor. Oysa paylaşıma sıra geldiğinde en büyük payı bir azınlık olan kapitalistler alıyor. Üretimi gerçekleştiren çoğunluğa ise düşük bir pay kalıyor. Ancak sorun burada bitmiyor. Emekçi hem aldığı ücretten hem satın aldığı her meta için bir de vergi ödüyor. Bu vergiler kapitalist sınıfların çıkarlarının bekçisi olan burjuva devletin finansmanı için harcanıyor. Zaten bütçe öncelikle bunun için oluşturuluyor. Bu sayede sömürücü sınıfların çıkarlarının bekçisi olan devletin giderleri büyük oranda emekçilerden sızdırılan doğrudan ya da dolaylı vergilerle sağlanıyor.
Bu sistemde işçi sınıfıyla emekçiler, kendilerini ezen şiddet aygıtını finanse etmek zorunda bırakılıyorlar. Onlara sefalet ücretlerini dayatan, grevlerini yasaklayan, hak aradıklarında üzerlerine polisi-jandarmayı salan bu aygıt, satın aldıkları her şeyden de vergi alıyor. Nitekim “bütçe gelirleri”nin birinci kaynağını emekçilerden alınan doğrudan ya da dolaylı vergiler oluşturuyor.
İktidarın efendileri asgari ücret, memur maaşları ya da emekli maaşlarına zam talebi gündeme geldiğinde bütçede kaynak olmadığını iddia ederler. Oysa görüldüğü üzere ortada devasa bir bütçe var. Yani sorun bütçede kaynak olmaması değil, emekçilere kaynak ayrılmamasıdır. Savaş için kaynak buluyorlar, saraylarda sefahat sürmek için kaynak buluyorlar, sermayeye teşvik için kaynak buluyorlar, bütçesini 6-7 ayda tüketen Diyanet için kaynak buluyorlar. Ama sıra emekçilere gelince, kaynaklar tükendi diyorlar.
Bütçenin pervasızca yağmalanması, bütçe açığını sürekli büyütüyor. Saray, Diyanet gibileri başta olmak üzere, birçok kurum kendisine ayrılan bütçeyle yetinmiyor. Kendilerine ayrılan bütçeyi 7-8 ayda tüketiyor, dolayısıyla bu kurumlara yeni kaynaklar aktarılıyor. Bu da öngörülen bütçe açığını büyütüyor. Bu tür ek harcamalar, bütçenin “kara delikleri”ni genişletiyor.
“Bütçe açığını” kim kapatacak?
2020 yılı için öngörülen bütçe açığı 138,4 milyar. Oysa buna “kara delikler”in yuttuğu kaynaklar eklenince rakamın çok daha fazla olması kaçınılmazdır. Saray rejiminin yayılmacı politikası, “örtülü ödenek” adı altında yapılan harcamalar, egemenlerin sefih-lüks yaşamları için yaptıkları sınırsız harcamalar dikkate alınırsa, bütçe açığının belirtilen rakamların çok üstüne çıkacağını ön görmek zor değil.
Bütçe açığı saptanıyor ancak bunun nasıl kapatılacağına dair bir şey söylenmiyor. Oysa bu açığı kapatmak için birilerinin faturayı ödemesi gerekiyor. Her zaman yaptıkları gibi yine ellerini emekçilerin cebine uzatacaklar. Çünkü ne saraylarda sefahat sürenler ne kapitalistler bu açığı kapatmak için kılını kıpırdatacak. Yani saray rejimi yükü yine işçi sınıfıyla emekçilerin sırtına yıkmak için her yola başvuracaktır. Bu pervasızlığı önleyebilmenin tek yolu var; o da işçi sınıfıyla emekçilerin hakları, özgürlükleri, gelecekleri için mücadele alanlarına çıkmalarıdır…