Çeteleşen devlet gerçeği

Özel mülkiyete dayanan ve tüm bu kirli ilişkileri üreten kapitalizmden kurtulmak bu pislikleri temizlemenin tek gerçek çözümüdür. Bunun yolu ise, kokuşmuş sistemi yıkıp işçi sınıfının devrimci iktidarını kurmaktan geçmektedir.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 24 Mayıs 2021
  • 20:16

Son dönemde yaygın bir haberleşme ağına dönüşen sosyal medyada çeteci devletin eski dostu Sedat Peker’in yayınladığı videolar, gündemi sarsmaya devam ediyor. 18 günlük tam kapanma günlerinde yayınlanan S. Peker videolarının ifşa ettiği kirli ilişkiler ağı, AKP-MHP koalisyonunun dümeninde oturduğu devlet ile mafya-çeteler ortaklığının daha da teşhir olmasına vesile oluyor.

Videolarda; işlenen kadın cinayetinden, tecavüzden, marinalara çöreklenmeden, “Fetö borsası” ile çeşitli sermayedarların servetlerine el koymaktan, satılık gazeteciler ve troller aracılığı ile gündem değiştirmelere, usulsüz ihalelerden, devletin mafya babalarına verdiği sözlere kadar uzanan çirkef ağı hakkında kendisi de fail olan biri tarafından bilgiler veriliyor. Bu çirkefi açık eden, yakın zamana kadar AKP-MHP iktidarı ile içli-dışlı olan kişinin iddialarıyla ifşa olan kirli ilişkiler videolara duyulan ilgiliyi günden güne arttırıyor.  

Çete şefi Sedat Peker’in ifşaatları, kendi ifadesiyle “mesih”lik için değil kendisinin bu kirli çıkar ilişkilerinden tasfiye edilmesine duyduğu tepkiden kaynaklanıyor. Kirli ilişkilerin hepsini ifşa etmeyerek “dönüş bileti” elde etmek veya bir MİT-mafya operasyonundan kurtulmak için pazarlık payı da bırakıyor. Bir videosunda “Suriye’ye giden silahlar” başlığını göstererek, savaş suçu kapsamında olabilecek mahiyette olan Suriye’deki ilişkileri deşifre etmekle tehdit ediyor. Bu meseleyi, uluslararası ilişkilerde Türkiye’yi zorda bırakacağından dolayı en güvendiği bilgi olarak saklı tuttuğu tahmin ediliyor. Ama mecbur bırakılırsa ifa edeceği mesajını da saraya iletiyor.

Burada ifşa edilen ya da ifşa sırasında dolaylı olarak ortaya serilenler, sistemdeki kokuşma ve çeteleşmenin vardığı boyutu gösteriyor. Son yayınladığı besleme kalemlerden Hadi Özışık ile telefon görüşmesi, artık Süleyman Soylu’nun bilgisi, hatta yönlendirmesiyle ülkeden kaçtığını kanıtlıyor. Bu da S. Soylu’nun çıkıp “Bağım kanıtlansın, idam edilmeye bile razıyım” laflarının safsatadan ibaret olduğunu gözler önüne seriyor. Özışık’ın abisinin Peker ile Soylu arasında aracı olduğu, “Ben bir şeyler söyleyeceğim, çok şey yapmasın” gibi pazarlıklar edildiği, ama Peker’in beklentilerinden farklı davranıldığı videolardan anlaşılıyor.

S. Peker videolarında ısrarla “Hani nisanda dönecektim, davet edilecektim?”, “Hani nisanda birçok şey değişecekti?” diyor. Hadi Özışık ile yaptığı görüşmenin kaydı da bunu doğruluyor. Acaba artık koltuklarında oturmakta toplum tarafından meşru bir zemini kalmayan AKP-MHP çetesi Nisan ayında ne planlıyordu? Bu plan nasıl bir plandı ki, bugün organize suç örgütü liderini aklayıp davet edeceklerdi? AKP-MHP iktidarının kirli ve kanlı mazisi dikkate alındığında akla sayısız kirli tezgah geliyor. Doğal ki, geniş kesimler bu sorunun yanıtını merak ediyor.

Diğer taraftan S. Peker, S. Soylu’ya sitem ederek “Sen benim dönüş biletimdin, kendini de yaktın beni de” diyor. Saraydan beslenen kalemşörle olan görüşmesinde ise “Abi biz bunlara 20 yıllık yatırım yaptık. Her şeyimizi bunlara yatırdık. Bunu DYP kongrelerine almıyorlardı. Benim akrabalarım başında nöbet tuttular” diye ekleyerek ilişkilerinin çok iç içe ve eskiye dayandığını aktarıyor.

Özetle, Peker’in “Soylu ile Peker’e aracılık ettiysem şerefsizim” cümlelerini eden Hadi Özışık ile görüntülü görüşmesi, videoların arkasında dönen kirli trafiğin ve yandaş/besleme gazetecilerin mide bulandırıcı rezilliklerini de gözler önüne sermiştir.

İktidar/mafya çatışmasından saçılan kirli, kanlı ilişkiler, büyük rantlar Türk sermaye devletinin yapısına ayna tutuyor. Elbette bu ülkenin ilericileri, devrimcileri yıllardır bu gerçekleri biliyor, bunları teşhir edip emekçiler nezdinde açık etmeye çalışıyorlardı. Ancak bu büyük tezgahın içinden birinin bunları somut bağlantılarıyla itiraf etmesi daha büyük bir ilgiye konu oluyor. Genelde bu kirli ilişkiler birileri tasfiye edilince, pazarlıkta anlaşmazlık olunca ortaya dökülüyor. Biz devrimci ve ilericilerin bildiklerinin çok daha fazlasını döküyorlar, dökmeye devam edecekleri de gözüküyor.

S. Peker her ne kadar çeteleşen devletin başı Erdoğan’a laf etmese de, Erdoğan’dan habersiz tek bir ihalenin, tek bir memur atamasının bile yapılamadığı Türkiye’de her kapı ona çıkmaktadır. Yani Erdoğan ve ortağı Devlet Bahçeli çeteleşen bir devletin başında bulunuyorlar. Bir başka “organize suç örgütü” şefi Alaattin Çakıcı’yı hapisten salmak için özel af çıkarttılar. A. Çakıcı MHP şefine, S. Peker ise AKP şefine yakın olmalarıyla biliniyor. Nitekim “mafyalar arası çatışmanın” aslında çeteleşen iktidar içindeki kavganın bir cephesi olduğuna dair birçok veri var. Zira devletteki çürüme ve kokuşma, anlatılan ya da ima edilenlerden çok daha ötededir.

Yıllardır Kürt halkına ve tüm topluma karşı izlenen zorba politikalar, dışarıda Suriye, Irak, Azerbaycan, Libya gibi ülkelerde savaş suçu boyutuna varan müdahaleler, Erdoğan ailesi ve yakın çevresinin yağma ve talanla zenginleşmesi, işledikleri cinayetler, IŞİD petrollerinin taşınması ve başka bir çok kirli işe bulaşan Türk devleti pislik içerisinde yüzmektedir. Mafya-çete çatışmasının dışa vurması, rejimin bu çırpınışlarının ürünüdür aynı zamanda.  

Bizler için önemli olan ifşa edilen kokuşmuş rejimi emekçiler nezdinde teşhir etmek ve arkasındaki kapitalist sistem gerçeğini görmek ve göstermektir. Çetelerle yahut kontra örgütlenmelerle devletin bağı yeni değildir. Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana bu tür ilişkiler olmuştur. Çünkü çeteleşen devlet gerçeğinin arkasında sermaye hareketleri, pazar kavgaları yatmaktadır. Bununla birlikte, ortaya saçılanlar, artık sistemin tepeden tırnağa çeteleştiğine işaret ediyor. Çeteleşmek, çeteyle eşanlamlı hale gelmek kapitalizmin bugünkü ihtiyaçlarına bir yanıttır aynı zamanda. Yani siyasi sistemin bu hale gelmesi, kapitalist sömürü ve kölelik çarkının dönmesi için bir ihtiyaç olmasıyla da ilgili bir durumdur.

Bu nedenle, “temiz devlet”, “hukuk devleti” gibi söylemler, özel mülkiyetin esas olduğu, sömürücü ve yağmacı zihniyetin iktidar olduğu kapitalist bir düzende hayalden başka birşey değildir. Susurluk olayında olduğu gibi bir dönem göstermelik operasyonlar yapılır, kirlenen karakterler değiştirilip vitrinlere yenileri konur. Ama ihtiyaçları olduğu anda o kirli ilişkileri hakim kılmaktan vazgeçmezler.

Dolayısıyla özel mülkiyete dayanan ve tüm bu kirli ilişkileri üreten kapitalizmden kurtulmak bu pislikleri temizlemenin tek gerçek çözümüdür. Bunun yolu ise, kokuşmuş sistemi yıkıp işçi sınıfının devrimci iktidarını kurmaktan geçmektedir. Dikkatleri şu veya bu kişiden çok AKP-MHP iktidarının başını tuttuğu sermaye düzenine karşı sosyalizm mücadelesini yükseltmenin önemine dikkat çekmek gerekiyor. Çünkü bu pisliği ancak sosyalist bir devrim temizler.

K. Asım