Çeteler, cemaatler, çürümüş düzen…

Biz işçilerin tarafı bellidir ve o da çeteler, cemaatler, sömürücü sermaye sınıfı ve onun devleti değildir.

  • Mücadele postası
  • |
  • Güncel
  • |
  • 12 Mayıs 2021
  • 07:30
ikon

Bu ülkede bir gecede ünlü olan biri diğer bir gece “paspas” olabiliyor. Bir gece göklere çıkarılan, başka bir gece hain ilan edilebiliyor. Burjuva devlet ve medyası tarafından süslenerek halkın önüne çıkartılan her görüntünün, içi boş birer düzmece ve kurgudan ibaret olabileceğinin ibretlik bir ifadesidir bu.

Geçtiğimiz haftalarda efendilerinin operasyonuna maruz kalan mafya bozuntusu Sedat Peker’in açıklamaları medyada dönüp dolaşıyor. Peker’in açıklamaları üzerinden, bir zamanların İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın uyuşturucu işinden tutunuz da oğlunun Azeri kökenli bir gazeteciye tecavüz etmesi ve gazetecinin öldürülerek, olayın üstünün kapatılmasına kadar birçok gerçek açığa çıktı. Sermaye iktidarının bir dönem kullandığı, süsleyip cilaladığı Sedat Peker açıklamalarının sonunda “Bu nasıl devlet” diye soruyor ve itiraflarının devam edeceğini açıklıyor.

Kimdir Sedat Peker? Bir dönem lağım medyasının “yılın en iyiliksever iş adamı” diye takdim ettiği, yandaş TV sunucuları tarafından övüle övüle bitirilemeyen bir çetecidir. Miting yapıp “Oluk oluk kanlarını akıtacağız” diyerek, Türkiye’de aydın kesimleri tehdit eden, bir burjuva medya soytarısıdır. Bugünse burjuva devlet tarafından uyuşturucu baronu, kaçakçı vb. olarak aranan bir suçlu ilan edildi. Hatta ileride “Fetöcü” olarak lanse edilmesi de ihtimaller arasında. Fethullah Gülen de zamanında kitlelere dindar, iyiliksever olarak yansıtılmış, çetesine devlet ve ordu içinde yüzlerce mevkii verilmişti. Dönemin ihtiyaçlarını karşıladı ve güç dengeleri içinde sadece isim olarak geriye atıldı. Zihniyeti ve bakışı ise olduğu yerde, yani burjuva düzen ve devlet içinde yaşamaya devam ediyor. Sedat Peker’in ifşa ettiği Mehmet Ağar da sermaye devletinin bir başka karanlık simasıdır. Kendisi uyuşturucu ticareti ve gaspla, oğlu tecavüz ve cinayetle suçlanıyor ama soruşturma açacak cesarete sahip tek savcı yok ortalıkta.

Bu şahısların hepsinin ortak noktası, kitlelere birer “vatan kahramanı” olarak lanse edilmeleridir. Onlar takım elbiseleri, lüks cipleri, villalara sığmayan sefahatleriyle, devlet tarafından semirtilen “reisler”dir!

İşçi ve emekçiler olarak unutmamalıyız ki, yaşadığımız ülkede burjuva düzen ve devletin çıkarları her şeyin başında gelmektedir. Bu düzende ayrı tutulan ve korunan bir avuç asalaktan oluşan bir zümre vardır. Koç’u, Sabancı’sı, Ülker’i, Şahenk’i, Zorlu’su, Albayrak’ı, Cengiz’i, Kolin’i ve bilcümle holdingleri ve yabancı tekelleriyle sermaye sınıfıdır bu. İşte böyle bir sınıfın çıkarlarının vücut bulmuş hali olan burjuva düzen ve devlet, varlığını biz işçi ve emekçilerin sömürüsü üzerinden sürdürür. İşçi sınıfı virüs riskine karşın gece gündüz durmadan ölümüne çalışarak, ölerek, sakatlanarak toplam emeğiyle büyük bir zenginlik yaratır ve onlar da bunun üzerinde tepinirler.

Devran böyle sürsün diye tedbiri elden bırakmaz sermaye devleti. Biz işçi ve emekçiler birleşmeyelim, örgütlenmeyelim diye, farklı yol ve yöntemlerle bizi ayrıştırmaya çalışır. Artan sömürüye karşı sınıf bilincimiz oluşmasın diye her yol, yöntem ve aracı kullanır. Örneğin süsleyip püslediği mafya bozuntusu sözde “reisler”i önümüze çıkarır. Bugünlerde hain ilan edilen Sedat Peker neyse, Alattin Çakıcı’sı, Mehmet Ağar’ı ve benzerleri de aynı hamurun farklı biçimleridir. Burjuva devletin hamurundan var olur bu çeteler ve cemaatler. 1996 Susurluk kazası/skandalı, yeterli açıklıkta anlatır bu gerçeği.

İşte bu iğrenç tabloyu bozabilecek yegane güç, işçi ve emekçilerin bu çürümüş devlete ve onun organlarına karşı yürütecekleri insanca yaşam mücadelesidir. Biz işçilerin tarafı bellidir ve o da çeteler, cemaatler, sömürücü sermaye sınıfı ve onun devleti değildir. Bizim tarafımız, işçi ve emekçilerin bu çürümüş köhne düzene karşı örgütlü mücadeleyle kuracakları sosyalist işçi ve emekçi iktidarıdır.

İzmir’den metal işçisi