Memleket hariciyesi köprüleri yıkarken de kurarken de savaş dilini kullanmaktan vazgeçmek istemiyor gibi görünüyor. Üstelik bu savaş dili o kadar yerleşmiş ki resmi açıklamaların içeriklerinin birbirleri ile çelişiyor olması da önemli değil.
Mesela “Şam ile köprüler kurulmalı ve Türkiye’nin Suriye’nin toprağında gözü yok” ancak resmi olarak hâlâ Suriye toprağına kaymakam atanabilir, okul açılabilir… “Türkiye’nin Esad’ı devirmek devirmemek gibi yaklaşımı olmadı” ancak yıllardır ve hâlâ on binlerce silahlı milisin maaşından iaşesine her türlü ihtiyacı Türkiye tarafından karşılanabilir. Hatta bizzat askeri eğitimleri açıklamalara göre Şam ile pek bir derdi olmayan Türkiye tarafından verilebilir.
Geçen hafta ekonomi, değişen bölgesel şartlar, güvenlik gibi başlıklar altında Ankara’yı Şam ile barışmaya zorlayan şartları yazmıştım. Vaziyeti anlamak için memleket hariciye ve dahiliye ricalinin artık bağımlısı olduğu Suriye tefrikasının yeni bölümüne bakalım.
Resmi açıklamalara, iktidara yakın basına ve kalemlere bakılırsa Ankara-Şam arasında bir barış, en azından köprüleri kurma niyeti aşikar. Ancak detaylara bakıldığında bu girişimin de yine ‘ortak düşmana karşı zorunlu ittifak’, ‘barış jesti olarak askeri operasyon’ gibi yöntemlere endekslendiği anlaşılıyor. Yani Ankara’nın Şam ile doğrudan, iki tarafı da ilgilendiren meseleler üzerinden diplomatik yöntemlerle ilişki kurması pek düşünülmüyor gibi görünüyor.
Geçen haftaki yazıda, Şam’ın Ankara’ya, “Eğer tek sorunun PKK ise, Adana Anlaşması var” şeklinde ‘Şam’a göre bir çözüm’ gösterdiğini belirtmiştim.
Ancak son 1 haftada memleket basınından ve resmi açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla o anlaşma iki başkent arasında bırakın barışı yeni bir kriz sebebi bile olabilir.
Şöyle ki; Adana Anlaşması’nın iki versiyonu var. 1998 yılında yapılan ilk anlaşma 2010 yılında yeni eklemelerle birlikte genişletildi. Yeni versiyonda her ne kadar Türkiye’ye Suriye içlerine 5 km kadar girme izni verilse de Suriye tarafının haklarının da korunması gerekiyor. Ayrıca ‘terörün, teröristin, terörist grubun’ tanımları konusunda iki tarafın mutabık olması gerekiyor. Ki, iki başkent arasında olası kriz noktaları da bundan sonra başlıyor.
Çünkü;
-Ankara’ya göre Suriye’nin kuzeyindeki, Fırat’ın doğusundaki öz yönetim ve silahlı kanadı olan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tamamen PKK’nın Suriye’deki siyasi ve silahlı kanatları. Ancak Şam, SDG’yi de öz yönetimi de Ankara gibi görmüyor. Şam, öz yönetimin ve SDG’nin fikri zemini büyük ölçüde Suriye Kürtleri tarafından kurulmuş olsa da bu yapıların ana bileşenlerinin Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Hristiyanlar, Müslümanlar; velhasıl o bölgede yaşayan dini ve etnik yapılar olduğunu biliyor.
-Şam, bu yapıların ABD ile ilişkileri başta olmak üzere bazı politikalarından oldukça rahatsız olsa da şimdiye kadar resmi olarak ne SDG’ye ne de öz yönetime terörist dedi. Çünkü, Şam ülkenin kuzeyindeki Kürtlerin ayaklanmanın başında bir yerlerden ışınlanmadığının, oranın yerleşik halkı olduğunun ve politik açıdan kimlik almak gibi mücadeleler yürüttüğünün farkında.
-Şam’a göre bu silahlı ve siyasi kanatlar ülkenin kuzey sınırlarının en azından bir kısmını IŞİD’den korudu. Ayrıca sıcak savaş bütün şiddeti ile devam ederken Şam’a karşı bir cephe açmayarak Suriye ordusuna dolaylı destek verilmiş oldu.
-Tahıl, petrol, gümrük gelirlerinin bir kısmı gibi önemli ekonomik kaynaklar konusunda Şam ile öz yönetim arasında gerginlikler var. Ancak Şam’a göre, SDG’nin kontrol ettiği bölgeler ve kaynaklar konusunda sürekli bir müzakere açık savaştan daha faydalı.
-Yine Şam’da son 5-6 yıldır idrak edilmiş olan önemli nokta şu; Kürtlerin fikri esaslarını oluşturduğu ve bütün aksaklıklarına rağmen işleyen bir sistem kuruldu. Bu modelin Şam’a göre gerekli düzenlemeler yapılarak ülkenin başka yerlerinde uygulanması dahi zaman zaman konuşuluyor.
-SDG üzerinde ve genel olarak Fırat’ın doğusunda bir PKK varlığı var mı, var. Ancak bu durum, Kürtlerden, Araplardan ve o bölgelerde yaşayan insanlardan müteşekkil yapıların kendilerini korumak üzere silahlandıkları gerçeğini değiştirmez. Türkiye’de bugün bile Suriye’de olan bitenlere dair korkunç bir karartma ve çarpıtma söz konusu olduğu için milyonlarca insanın can derdine düşüp silahlandığı, bütün etnik ve dini grupların mahallelerini, bölgelerini koruyabilmek için askerlere dönüştüğü göz önüne alınmıyor. SDG’nin öncülü olan YPG içinde çok sayıda okulunu bırakan üniversite öğrencisi, yapacak bir işi, ekecek bir tarlası kalmadığı için düzenli maaş almak; en önemlisi de kendisi dahil en yakınlarını korumak üzere silahlanan yerel halk var.
-Araya giren yıllar olayların, gelişmelerin arka planlarını unutturmamalı. Çünkü çarpık yaklaşımlar üzerine kurulu düzeltme girişimleri de yanlışa götürür. IŞİD ve IŞİD’in daha adı duyulmamışken Nusra Cephesi’nin kana boğduğu Suriye’nin kuzeyindeki önemli isimlere, mesela Salih Müslim’e Ankara’nın yaklaşımı da göz önüne alınmalı. Politize olmaları sebebiyle hızlı bir şekilde silahlı yapılar oluşturan Suriye Kürtleri Şam’a karşı ÖSO’ya katılmayı kabul etseydi muhtemelen bugün çok başka şeyler konuşuyor olurduk.
-Hem Şam hem de Suriye Kürtleri “Bu mesele, bizim iç meselemiz” derken Ankara’nın yerel dinamikleri daha yakından okumaya çalışmak yerine ‘barışın şartı bir savaş’ yaklaşımı ile hareket etmesi pek işlevsel değil.
-Şam, Kürtler başta olmak üzere Fırat’ın doğusundaki bütün oluşumlarla sert ya da yumuşak fark etmez müzakere yoluyla sorununu çözmek istiyor. Çünkü burada Ankara’nın aksine Şam, “Kürt Suriye’nin Kürt’ü, sorun da Suriye sorunu” diyor. Şam’ın 2011’e kadar Suriye Kürtleri başta olmak üzere hak talebinde bulunanlara yönelik tavrı ve politikaları oldukça sertti. Bu nedenle aynı hataya düşmemek ve yerel hak mücadelesini bölgesel bir silahlı mücadeleye dönüştürmemek için müzakerenin öncelikli olduğu görüşü ağırlıkta.
Velhasıl, Şam’ın Ankara’ya Adana Anlaşması’nı adres göstermesinin Ankara açısından yeni bir askeri operasyona yeşil ışık olarak değerlendirilmesi yeni bir yanlışa kapı açacak gibi duruyor.
Türkiye sınırından 5 değil 10 km içlerine kadar Suriye ordusunun yerleşmesi ya da Suriye ordusu ile SDG’nin ortak karargah oluşturması gibi daha önce uygulanan pek çok yöntem var. Bu yöntemler Türkiye’nin PKK’ya karşı Suriye’ye operasyon girişimlerini boşa düşürebilir.
Kaldı ki, Türkiye’nin PKK ya da Kürt sorununu başka ülkelerin topraklarında çözmeye çalışması yıllardır denenen ancak sonuç getirmeyen bir yaklaşım.
Türkiye, Orta Doğu ve Suriye politikasını değiştirmişken daha yapıcı ve demokratikleşme süreçlerine katkıda bulunmayı hedefleyen yeni adımlar atabilir. Ancak bunun için öncelikle her Kürt’ü bölücü, yıkıcı, potansiyel tehdit olarak gören bakış açısından kurtulmak gerekiyor.
Kısacası; önce Türkiye’nin kendi Kürt ve hatta PKK sorununu sınırların ötesine uzanmaya gerek kalmadan çözebileceği girişimler gerekli. Ki, bu sorunun çözümü Ankara’da ve daha önce girişilip sonra seçimlere kurban edilen müzakere masaları yeniden kurulabilir.
Tabii niyet gerçekten sorunu çözmekse!
Elbette Şam ile birlikte çözülmesi gereken çok daha önemli sorunlar da var; mesela İdlip’te sıkışıp kalmış on binlerce cihatçı ve Türkiye’nin desteklediği on binlerce silahlı milis gibi…
Evrensel / 25.08.22