Irak bir kez daha karıştı. Bu kez Şii siyasi hareketler arasında yıllardır süren ancak birkaç aydır gerginlik boyutuna ulaşan çekişmeler siyaset, koridorlardan taştı. Tarafların silahlı kanatları sokaklarda çatışmaya başladı.
Peki Irak’ta bütün bunlar neden yaşandı ve yaşanıyor?
Mezhepçilik: Saddam dönemi Irak’ında nüfus olarak çoğunluğu oluşturan Şiiler siyasetten ve devlet yönetiminden uzaklaştırılmıştı. Aynı şekilde Kürtler ve Şiiler keyfi tutuklama, ağır işkenceler, kaybetmeler, açık infazlar ve Halepçe Katliamı gibi kimyasal silah kullanılan baskılar altındaydı. ABD işgalinin ardından ülke içindeki bütün tarafların temsil edilmesini sağlayan bir anayasa yürürlüğe girdi. İdeal olarak süper ancak pratikte oldukça kaotik sonuçlar doğuran bu tip mezhepçi anayasaların en kısa sürede değiştirilmesi gerekiyor ancak Lübnan’da olduğu gibi Irak’ta da kalıcı oldu. Saddam dönemi ayrıcalıklarını, gücünü, pozisyonunu kaybedenler 2003 sonrası dönemde Şiileri ve Kürtleri intikam almakla suçlamaya başladı. 2003 sonrası Irak siyasetini ağırlıklı olarak Şiilerin domine etmesi, bazı Şii siyasetçilerin ve siyasi hareketlerin bütüncül dil yerine mezhepçiliğe varan yaklaşımlar ve politikalar yürütmesi durumu daha da kötüleştirdi. Mezhepçilik bir kez daha sadece Irak siyasetini değil özel sektörden toplum içindeki ilişkilere kadar her alanı esir aldı.
Yetersiz ordu: ABD, işgal döneminde önce Irak ordusunu hedef aldı. Güvenlik başta olmak üzere kurumsal yapı yerle bir edildi ancak yerine yenisi de konulmadı. Irak topraklarında El Kaide dahil radikal örgütler zaten vardı. Ordunun ve güvenlik birimlerinin zayıflığı bu örgütlerin gücüne güç katmasını sağladı. Diğer taraftan radikal örgütlere, mezhepçi gerilimlere karşı kendilerini koruyacak bir ordu olmadığını düşünen farklı kesimler ya halihazırda örgütlenmiş olan oluşumlara katıldı ya da kendi silahlı yapılarını kurdu. Bu oluşumlar arasında El Kaide de var İran destekli ve çoğunluğunu Şii’lerin oluşturduğu Haşd Şaabi de… Irak ordusunun zayıflığı illegal-legal-paralel silahlı yapıların doğmasına ve güçlenmesine sebep olurken, bu yapıların güçlenmesi Irak ordusunu daha da zayıflattı. Tam bir kısır döngü…
Zayıf devlet yapısı: Saddam döneminde iyi-kötü işleyen ve ülkenin her yerine eşit olarak dağıtılmasa da kamu hizmetlerinden sorumlu kurumsal yapı 2003 yılından sonra tamamen ortadan kalktı. Eğitim kalitesinin düşüşü, beyin göçü, fakirleşme, yolsuzluğun derinleşmesi, devlette çok başlılık, nepotizm, atamaların liyakate göre yapılmaması ve daha birçok sebep darmadağınık durumdaki devleti ayağa kalkamayacak hale getirdi.
Arap Baharı: Irak Arap Baharı’nın yaşanmadığı ancak en ağır sonuçları doğurduğu ülkelerden biri. Bölünen El Kaide’den doğan IŞİD mezhepçilik, yoksulluk, güvenliğin olmayışı, yolsuzluk gibi birçok durumu lehine kullandı. Irak bir kez daha yıkıldı. IŞİD’den Musul’un geri alınması ile birlikte Irak içinde ümitler de doğmaya başlamıştı. Ancak sel suları çekilmeye başladıktan sonra IŞİD’in geride bıraktığı yıkımla yüzleşmek zorunda kalan Iraklıların ümitleri tükenmeye başladı. Geride IŞİD’e mecburiyetten ya da gönül bağı olduğu için katılan on binlerce insan, radikal örgütlerle birlikte yıllarca yaşamış binlerce kadın-çocuk yetişkin kalmıştı. Bu insanlar IŞİD tarafından yakınları katledilen insanlarla birlikte yaşamaya devam ediyor. Ayrıca Irak içindeki mezhepçilik “IŞİD’i Sünniler destekledi”, “Hayır, Şiilerin hatalı politikaları yüzünden oldu bunlar” tartışmaları ile birlikte yeni ve tehlikeli bir boyuta ulaştı.
Değişime direnç: Elbette mezhepçiliğin kılcal damarlarına kadar sirayet ettiği, zayıf bir devletin ve ordunun olduğu, sınırları delik deşik ve hatta başkentini korumaktan aciz Irak çok sert bir nüfuz savaşının sahasına dönüştü. Yanı başındaki İran, Suudi Arabistan, ABD, yenilerde ve çok öne çıkmadan Rusya, PKK gerekçesi üzerinden Türkiye dahil birçok ülke doğrudan veya dolaylı olarak nüfuz savaşına girişti. Nüfuz savaşının tarafları artık binlerce insanı silahlandırıp sahaya sürmektense hükümetleri şekillendirmek, bunu yapamıyorsa süreçleri bloke etmek gibi yollara başvurmaya başladı.
Ancak aşağıda büyük kısmını gençlerin oluşturduğu milyonlar işsizlik, yoksulluk, açlık, en temel kamu hizmetlerinden mahrumiyet gibi sorunlarla boğuşuyor. Nitekim, 2017’den 2019 yılına kadar yüz binlerce insanın sokağa indiği kitlesel gösteriler dönemi başladı. Ancak kimilerine göre Irak ordusu, kimilerine göre paralel silahlı yapılar tarafından hedef alınan göstericilerden 600’ü öldürüldü, yüzlerce insan yaralandı, binlercesi ülkeyi terk etti. Bu insanların talepleri mezhepçi siyasetin bitmesi, yolsuzlukla etkili mücadele, hukuk sisteminin inşası gibi temel vatandaşlık hakları ve taleplerinden ibaretti ancak bedelini canlarıyla ödemek zorunda kaldılar.
Yukarıda kıyasıya devam eden nüfuz savaşlarının tarafları ise, eski tas eski hamam sistemin devam etmesini istiyorlar.
Sadr ne istiyor?: Irak sahasında bütün bunlar olurken Mukteda Es Sadr hep siyasetin ve gerek ABD’ye ve gerekse IŞİD’e karşı silahlı mücadelenin bir parçasıydı. Sadr, gösterileri destekledi, göstericilerin dile getirdiği talepleri hâlâ her platformda vurgulamaya devam ediyor. Dili bunları söylese de arkada ikinci bir ajandası olduğundan şüphelenenler de var ancak Sadr’ın diğer Şii hareketlerin aksine Sünnilerle, Kürtlerle, sekülerlerle, komünistlerle birlikte seçime girmesi gücünü arttırdı. Sadr, Irak’taki İran, ABD ve Türkiye fiili varlığına karşı sert açıklamalar yapan diğer Şii grupları İran ajandasını yürütmekle suçlayan bir siyasetçi. Parlamentoda herkesin temsilini sağlayan ancak muhalefetin olmadığı sistemin değişmesini, yeni seçimlerin yapılmasını, resmi ordu dışında bütün silahlı yapıların lağvedilmesi gerektiğini ve en önemlisi de kendisi de dahil 2003 ABD işgalinden beri Irak siyasetinde olan herkesin çekilmesi gerektiğini söylüyor. Sözlerinde ne kadar samimi, gerçekten Irak milliyetçisi mi, rakiplerini lağvedip tek güç mü olmaya çalışıyor, bilinmez. Ancak her halükarda Sadr’ın huzursuz sokaklar üzerinde ciddi bir etkisi olduğu ve hükümet kuramasa da siyasetin Sadr’sız devam edemeyeceği de açık.
Evrensel / 01.10.22