23 Şubat 2022’de RT’de Sergey Karaganov imzalı “Rusya’nın yeni dış siyaseti” başlıklı bir yazı yayımlandı. Yazıya bir alt-başlık da eklenmiş: “Putin Doktrini”…
Yazarın Moskova’daki Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Fakültesi Dekanı ve Rusya Dış Siyaset ve Savunma Konseyi üyesi olduğunu, ayrıca Vladimir Putin’in danışmanları arasında yer aldığını öğreniyoruz.
Yazı, Putin’in dünya görüşüne ışık tutuyor; bu yüzden önem taşıyor.
'Yapıcı yıkım': Putin’in dış siyaseti
Yazı, Putin’in 2007’de Münih Güvenlik Konferansı’ndaki konuşması ile Rus dış siyasetini yeni bir yörüngeye oturttuğunu ileri sürüyor ve bunu “yapıcı yıkım dönemi” olarak adlandırıyor. Putin bu konuşmada uluslararası ilişkilerde ABD hegemonyasını ve NATO’nun Doğu’ya doğru genişlemesini sert bir üslupla eleştirmişti.
Karaganov’a göre, SSCB’nin son bulmasını izleyen on beş yıl boyunca Rusya, Batı sistemiyle bütünleşmek için gayret etmiş; kabul görmemişti. Putin’in Münih çıkışı bu dönemin son bulduğuna işaret etmiştir.
Yeni dönem, Rusya’nın Batı ile bütünleşme çabalarına son vermelidir. “Özü itibariyle bizim aleyhimize olan bu sistemin içinde yer almayı ve onun köhneleşmiş kurallarına uymayı reddetmeliyiz. Rusya için Avrasya diplomasisi öncelik taşımalı; Batı yörüngesi ikincil olmalıdır.”
“Batı, iç ve dış siyasetinde, hatta iktisadî olarak tedricî, kaçınılmaz bir çürüme süreci içindedir. Dünya siyasetine, ekonomisine ve kültürüne beş yüzyıl hükmettikten sonra yeni soğuk savaşı bu yüzden başlatmıştır.”
Karaganov, Batı’nın zaman içinde dünya sisteminde liderlik iddiasından vazgeçeceğini düşünüyor. Bu süreci hızlandırmak için Rusya “giderek daha güçlenen dost Çin’le ilişkilerini dengelemelidir.”
Yazı, Rusya-Çin ilişkilerini stratejik bir ortaklıktan ziyade, Batı’nın başlattığı soğuk savaş dönemiyle sınırlı bir ittifak olarak önermektedir. Çin’in “komşularını vassallaştıran” tarihsel sicili hatırlatılıyor; ancak, soğuk savaş ortamı içinde “Çin’le beş yıllık geçici bir savunma anlaşmasının” yararlı olabileceği düşünülüyor.
Ukrayna sorunu
Putin’in başlattığı yeni dış politika Batı ile yapıcı, ilişkileri koruyacak; hatta Rusya’nın Büyük Avrasya ile bütünleşmesini kolaylaştıracaktır.
“Yapıcı yıkım saldırgan değildir. Rusya kimseye saldırmayacağını belirtmektedir. Tek bir istisna hariç: NATO’nun genişlemesi ve Ukrayna’yı bir biçimde içermesi Rusya’nın güvenliği için bir risktir; kabul edilemez.”
Yazı, Ukrayna işgali arifesinde yayımlandı. Karaganov, yukarıdaki ifadelerle Rusya’nın askerî harekâta başlayacağından haberdar olduğunu belirtmiş oluyor. İşgalin hedefleri üzerinde de ipuçları var mı?
Yazara göre Ukrayna Lenin’in yarattığı, Stalin’in Batı’ya doğru genişlettiği yapay bir siyasal oluşumdur. “Ukrayna’sız Rusya’nın büyük bir güç olamayacağı iddiası yanlıştır. Tam aksine Rusya Sibirya’yı alınca büyük bir güç olmuştu; giderek hantallaşan Ukrayna yükünü taşıdıkça değil…”
Putin’in bu tespiti paylaştığını düşünürsek, Ukrayna işgali ilhaka dönüşmeyecek; Rusya’nın temel taleplerini karşılayan bir anlaşmayla son bulacaktır.
Rusya nasıl dışlandı?
Karaganov, Sovyetler Birliği’nin bilançosunu, Rusya tarihinin lekeli, hatta kayıp bir dönemi olarak görmektedir:
“Biz Ruslar, herkesten iyi biliriz ki, servet artırmak isteyen müteşebbislerden ve kapitalistlerden kurtulma çabaları toplum için felaketlerle sonuçlanacaktır.”
Yazar, Yeltsin döneminde Rusya’nın kapitalizme geçişini bu cümleyle özetliyor. Amerikalı uzmanların yönettiği bir “şok terapisi” sonunda yeni kapitalistlerin (“oligarkların”) Rusya’sı oluşmuştur.
Bu dönüşüm karşılığında önce Yeltsin, 2007’ye kadar da Putin, Rusya’nın Batı ittifakı tarafından “ödüllendirilmesini”, NATO’ya alınmasını bekledi. ABD ise Rusya’yı bağımlı, marjinal bir konumda tutmayı; ama “dışlandığını” açıklamamayı kararlaştırdı.
Karaganov, bu dönemde Rusya’nın nasıl oyalandığını ayrıntılarıyla anlatıyor. 1993’te Yeltsin “Polonya’nın NATO’ya katılma planını anlayışla karşıladığını” açıklayacak; NATO, Rusya dışındaki Varşova Paktı üyelerini alarak genişleyecektir. Rusya-NATO ilişkileri ise tümüyle sembolik bir dizi bağlantı ile sınırlı tutulacaktır.
Ukrayna işgali arifesinde Putin’in çıkardığı sonuçlar yazıda özetleniyor:
“Yugoslavya’nın kalıntılarına karşı, Irak ve Libya’da başlattığı bir dizi silahlı kampanya göstermiştir ki NATO, çok sayıda savaş suçu işleyen saldırgan bir örgüt olmuştur. Batı sınırlarımızda çatışmaları tetiklemekte, tırmandırmaktadır.”
“NATO, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü ile birlikte Batı değerlerini yerleştirmek için kullanılmaktadır. Birleşmiş Milletler kurumları fiilen Avrupa’dan dışlanmıştır. NATO’nun ahlâkî ve siyasal meşruiyetini reddetmeli, askerî iletişim dışında kurumsal bağlantılara son vermeliyiz.”
Rus milliyetçiliği nereye?
Karaganov’un yazısı, böylece, ABD yönetimindeki Batı ittifakının lekeli sicilini, Rusya’yı içeren olumlu bir perspektiften yoksun olduğunu gösteriyor. Peki, bu durumu algılayan Putin, Rusya için ne tür bir gelecek tasarlamaktadır?
Karaganov, yazısının bir yerinde, “Marksizmi reddettik ve iyi yaptık. Ama, diğer akımlardan bezdikçe sabırsızlık ettiğimizi fark ediyoruz. Marx, Engels ve Lenin’in emperyalizm kuramları, işimize yarayacak sağlam fikirler içeriyor” diyor.
Yazar Marx ve takipçilerini gerçekten izleseydi fark ederdi ki, kapitalizmin savaşları ve emperyalizmin saldırganlığı Avrupa’da ve sömürgelerde farklı siyasal sonuçlara yol açmıştır.
Avrupa savaşlarının “mağduriyetleri”, 18’nci Brumaire sorasında Fransa’da bir tür “erken-faşizmi”, Almanya ve İtalya’da geleneksel faşizmi beslemiştir. Tam ve yarı-sömürgelerde ise emperyalizm, ulus bilincine, yurtseverliğe ve anti-kapitalist tepkiler içeren kurtuluş savaşlarına, bazen devrimlere yol açmıştır.
Batı’dan dışlanıp Ukrayna’ya giren Rusya’nın milliyetçi tepkisi hangi türe girer? Karaganov’un yazısında tehlikeli ipuçları gözleniyor.
Yazının çeşitli kesimlerinde “Rusya’nın Doğu’ya odaklanması ve daha büyük bir Avrasya ile bütünleşmesi” stratejik bir öncelik olarak ifade ediliyor. Bir Avrasya önceliğinin eski Rus İmparatorluğu’nun ve SSCB’nin parçaları olan Orta Asya’yı, Kafkasları dışlaması düşünülebilir mi?
Bu coğrafyaya değindiğinde Karaganov, “tarihin bizi zorlayacağı ‘birleşme’ tartışmasını erteleyelim” diyor. Nedenlerini açıklarken tepeden bakan üslubu dikkat çekiyor: “Devlet inşa etmenin tarihsel, kültürel deneyiminden, ulusal bir ülküden yoksun, uluslarının çekirdeği olamayan, ülkelerini çıkarları için satan” elitlerin, liderlerin yönettiği ülkeler, toplumlar… “Çoğu, Baltık ülkeleri gibi dış denetime girecek veya denetim dışına çıkarak çok tehlikeli olabilecektir.”
Karaganov’un Orta Asya için tutumu, Rudyard Kipling’in Asya’daki sömürge halklarına karşı Britanya’yı sorumlu gören “beyaz adamın yükü” perspektifinin dahi gerisindedir. Kipling, erken emperyalizme en azından inşacı bir “uygarlaştırma” işlevi yüklemekteydi. Karaganov ise, eski Sovyet cumhuriyetlerine nefesi tükenmiş bir Rus milliyetçiliği gözlüğü ile bakıyor.
Bolşevik devriminin bu toplumlara katkılarını, Karaganov (ve anlaşılan Putin) “odakta yer alan Rus halkına ağır maliyeti” olarak görmektedir.
Bu türden bir perspektif taşıdıkça, Rusya’nın “büyük Avrasya’yla bütünleşme ve Doğu’ya odaklanma” stratejisi, yapıcı, eşitler-arası ortaklık içeren, ilerici bir program olamaz. Tam aksine, Rus milliyetçiliği kaba bir emperyalist tasarıya yatkın görünüyor. Batı ittifakı Rusya’yı bir alt-emperyalist konuma layık görmemişti. Putin, Doğu’da terfi peşindedir.
Karaganov’a göre, “yarının Rusya’sı için ruhsal bir omurga, ileriye ışık tutan ulusal bir ülkü, bir ideoloji inşa etmemiz gerekir. Çekirdeklerinde böyle bir ülkü yoksa büyük milletler gerçekten büyük olamaz.”
Sergey Karaganov’un, “Rus ülküsü vizyonunu” içeren bir çalışması varmış. Haddini bilememiş. Bu tür bir katkıyı Rus milletinin lideri Putin’den beklemeliydi.
soL / 18.03.22