Bazen dünya sınıf kavgaları çerçevesine giren ülkelere dikkat çekiyorum. Latin Amerika ön saftadır; Asya daha dingindir, ama suskun değil…
Geçenlerde Sri Lanka’da halk ayaklanmasına ve onu tetikleyen dış borç krizine göz attım (Sol Haber, 20 Mayıs ve 24 Haziran).
Bugün Hindistan’a komşu Myanmar’a (önceki adıyla Burma’ya) odaklanmak istedim. Bir buçuk yıldır vahşi bir askerî darbenin sancılarını yaşıyor. Gözümden kaçmış olabilir; ama (Sri Lanka’nın aksine) Türkiye basınında yer almadı.
Nüfus bakımından, Sri Lanka’nın iki buçuk mislidir (55 milyon); ama Güney Asya’nın yoksul ülkeleri arasındadır (2020’de kişi başına GSYH=1527 dolar).
Bu yoksul halkın sancılarını izlemeye çalıştım; ülkeyi de bir nebze öğrenebildim. Eksikleri, yanlışlıkları uzmanlar tamamlar; düzeltirler.
Tarihsel mirasın yükü
19’ncu yüzyıl boyunca süren İngiliz-Burma savaşları sonunda Myanmar 1886’da Britanya İmparatorluğu’na katıldı.
II’nci Dünya Savaşı’nda Japonya Burma’yı da işgal etti. Savaş döneminde İngiliz sömürgeciliğine ve Japon işgaline karşı silahlı direnme yürütüldüğünü ve Myanmar halkının 250.000’e yakın ölü verdiğini öğreniyoruz.
Burma’nın bağımsızlığı Ocak 1948’de kesinleşti. Halkın yüzde 88’i Budist’tir. Etnik çeşitlenme ise çok renklidir; 130 civarında etnik gruptan söz ediliyor. Çoğunluk, nüfusun %68’ini oluşturan Bamar topluluğundadır.
Şan, Karen, Rakhin topluluklarının yoğunlaştığı, fiilen yönettiği bölgeler var. Etnik, yerel ordular da vardır. Burma Komünist Partisi’nin de bir süre 20.000 kilometre karelik bir bölgeyi yönettiğini öğreniyoruz.
Anayasa ise merkezî yönetimi öngörmüştür. Etnik hareketleri denetlemek; ayrılıkçı güçlerle savaşmak, gerektiğinde ateşkes görüşmeleri yapmak da silahlı kuvvetler (“Tatmadaw” veya “Ordu”) tarafından üstlenilmiştir. Ordu, ulusal birliği sağlayan temel kurumdur. Bu özellik giderek ayrıcalıklı bir konuma dönüşecektir.
Bağımsızlık belgesini imzalayan U Nu başbakan oldu. Partisi sonraki dört seçimi kazandı. Başbakanlığı 1962’ye kadar sürdü.
Bağımsız Myanmar, etnik parçalanmışlığı ve Ordu’nun (“Tatmadaw”ın) özel konumunu devralarak kuruldu. Bu miras, sonraki yıllara da taşınacaktır.
Askerî darbeler dönemi…
General Ne Win, 1962’de bir darbe ile U Nu hükümetini iktidardan uzaklaştırdı. Bir tek parti rejimi kurdu; bağlantısızlar hareketine katıldı. Sonraki 16 yıl, iç politikada anti-komünist, Budist ideolojiyi yücelten baskıcı bir dönemdir. Ordu, birkaç yıllık aralıklarla Myanmar’ı bugüne kadar yönetecektir.
Ordu bürokrasisinin ekonomik, kurumsal ayrıcalıkları, neoliberalizmin katkılarıyla birleşince, rejim askerî bir faşizme dönüşmüştür. 2008 anayasası bu düzenlemeyi ayrıntılara bağlamış, parlamenter bir sistemle bütünleştirmiştir.
Subaylar, görevleriyle ilgili eylemlerde tam dokunulmazlık sahibidir. Parlamenterlerin dörtte biri ve içişleri, savunma, sınır güvenliği bakanlıkları Ordu tarafından atanır. “Ulusal güvenlik tehdidi” gerekçesiyle Ordu, hükümeti görevden alabilir.
Darbe hükümetleri, özelleştirme furyasına tam uyum sağlamış; komutanlar sermaye ile kaynaşmıştır. İki askerî holding (MEC ve MEHL) bünyesinde çok sayıda madencilik, inşaat, liman şirketi, değerli gayri menkuller yer alır. Kamusal varlıklar yönetici, bazen hissedar olarak yüksek rütbeli subaylar ve aileleri arasında paylaşılmıştır.
Ordu, zamanla ülkenin en büyük mafyasına dönüşmüştür. Yozlaşma, rütbeli askerler tarafından da doğrulanmaktadır. Örneğin bugünkü devlet başkanı General Min Aung Hlaing ailesinin yönettiği, sahip olduğu şirketlerin dökümü etkileyicidir. (BBC News, 9 Mart 2021; M. Zarni, Asia Times Online, 16-18 Ekim 2013 ve R.S. Ehrlich, Asia Times, 5 Şubat 2021).
Yükselen ‘demokrasi yıldızı’: Aung San Suu Kyi
Ağustos 1988’de Yangon Üniversitesi öğrencilerinden başlayan protestolar yüzbinlerin katıldığı bir kalkışmaya dönüştü. Ne Win istifa etti. Ordu, bir Konsey aracılığıyla yönetimi devraldı aldı; ayaklanmayı şiddetle bastırdı.
Ayaklanma günlerinde ve sonrasında 43 yaşında bir siyasetçi kadın, Aung San Suu Kyi, ilkeli, cesur tutumuyla bir “demokrasi yıldızı” olarak sivrildi. Konsey, iki yıl sonra parlamento seçimlerine izin verdi. Suu Kyi’nin Ulusal Demokrasi Birliği (NLD), 1990 seçimlerini ezici çoğunlukla kazandı.
Ne var ki Ordu, iktidarı NLD’ye devretmeyi reddedecek; Suu Kyi’yi 2010’a kadar evinde, göz hapsinde tutacaktır. 1991 Nobel Barış Ödülü de “demokrasi ve insan hakları için sürdürdüğü barışçı mücadele” gerekçesiyle Suu Kyi’ye verilecektir.
Ordu, 2015 seçimlerine NLD ve Suu Kyi’nin katılmasını kabul etti. NLD parlamentoda yüzde 86’lık bir çoğunluk kazandı. Kocası Britanya vatandaşı olduğu için Suu Kyi cumhurbaşkanı olamıyordu; ama hükümeti yönetmesini sağlayacak yasal bir düzenleme yapıldı. Kasım 2020 seçimlerine kadar Myanmar’ı Suu Kyi yönetti; ama hayal kırıklıkları yaratarak…
Suu Kyi’nin askerlerle işbirliği, anayasal zorunlulukların ötesine gitti. Yetkilerini demokratikleşme doğrultusunda kullanmadı. Daha da kötüsü Rakhin eyaletinin 1,5 milyonluk müslüman Rohingya topluluğuna uygulanan baskı ve kıyımların suç ortağı oldu.
Rohingya halkı, yurttaşlık haklarından yoksun tutuldu; güvenlik güçlerinin şiddetine karşı korumasız bırakıldı. Nüfuslarının yarısı Bangladeş’e göç etmeye zorlandı. Bu topluluğa dönük “cihatçı terör eylemcilerinin odaklanması” suçlaması ise geçersizdir (V. Prashad, Alternet, 14 Ocak 2018).
Myanmar, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılandı. Suu Kyi Aralık 2019’daki duruşmada, hükümetinin Rohingya’ya uyguladığı yöntemleri açıkça savundu. En azından yobaz Budizm milliyetçiliğini paylaştığı ortaya çıktı.
Kasım 2020 seçimleri, yeni darbe ve sonrası
Ordu, Kasım 2020 seçimlerini engellemedi; NLD, beş yıl öncesindeki çoğunluğu artırarak parlamentoya girdi. 2008 Anayasası’nı değiştirmek hedefini seçim arifesinde açıklamıştı. Ordu’nun kurumsal güvencelerinin tasfiyesi öngörülüyordu. Kabul edilebilir miydi?
Yanıt, 1 Şubat 2021’de verildi. Ordu komutanı Min Aung Hlaing yönetime el koydu. Suu Kyi gözaltına alındı. Düzmece suçlamalarla yargılanmaya başladı. Yıl sonuna doğru 4 yıl hapis cezası aldı.
İlk açık tepki sendikalardan, meslek örgütlerinden geldi. Darbenin hemen sonrasında işçiler, memurlar greve gitti (IndustriAll, 1 Şubat 2022). 27 Mart, Myanmar’da Silahlı Kuvvetler Günü’dür. Filizlenmeye başlayan direnme hareketi, darbeyi izleyen 27 Mart’ı “Faşizme Karşı Direnme Günü” olarak ilan etti; yüzbinlerce protestocu sokakları doldurdu.
Ordu’nun tepkisi sonraki gelişmeleri belirleyecektir. Gösteriler şiddetle, silahla bastırılacaktır. Gözaltında ölenlerin cesetleri, otopsi yapılmadan teslim edilecektir. Şüpheliler konutlarından toplanacak; bir kısmı “yok olacaktır” (AP, 27 Mayıs 2021).
Haziran 2022’de BM Mülteciler Komiserliği (UNHCR), kayıtlı 13280 tutuklu olduğunu; 40200 Myanmar’lının komşu ülkelere sığındığını açıklıyor. Bir milyon insan konutlarında bulunmuyor (“internally displaced”); büyük çoğunluğu “firardadır” (Peoples Dispatch, 27 Mayıs 2022). Yerel medya verilerini derleyen ACLED, bir yılda 12.000 kişinin öldürüldüğünü tahmin ediyor (BBC News, 1 Şubat 2022).
Darbe karşıtı eylemlerin köylere de yayıldığı anlaşılıyor. BM, güvenlik güçlerinin 12.000 konutu yaktığını belirleyebilmiş. Myanmar Today’de yer alan haberlere göre ordu, bazen tüm köyleri yakarak tepki gösteriyor.
Suu Kyi ve NLD yöneticileri gözaltındadır; ama gösteriler kentlerde, kasaba ve köylerde aktif direnmeye dönüşecek, örgütlenme yoğunlaşacaktır. Silahlı direnme, “Halk Savunma Güçleri” (People Defence Forces / PDF) adı altında toplanmaya başlayacaktır.
NLD, siyasal muhalefetin örgütlenmesinde öne çıkacak; 16 Nisan 2021’de diğer muhalif çevreleri de içeren “Ulusal Birlik Hükümeti”ni (National Unity Government / NUG) oluşturacaktır.
Askerî faşizme karşı direnmenin sorunları? Sınıfsal özellikleri? Ne tür bir zafer olasıdır? Myanmar’ı izlemeyi sürdürüyorum. Bu soruları yanıtlamaya çalışacağım. İlgilenen arkadaşlarımızın da katkılarıyla…
soL / 08.07.22