Sri Lanka'da Devlet Başkanı Gotabaya Rajapaksa’nın, -yeni namıyla devrik diktatörün- 13 Temmuz günü askeri bir uçakla ülkeden kaçtığı bildirildi. Yansıyan haberlere göre devrik diktatörün hedefi Birleşik Arap Emirlikleri’ne gitmektir. Körfez şeyhlerine sığınmak zorunda kalan Rajapaksa, Tamil halkının özgürlük taleplerini kanla bastırarak işlediği savaş suçu başta olmak üzere arkasında kabarık bir suç dosyası bırakarak hesap vermekten kurtulmaya çalışıyor.
Gotabaya Rajapaksa’nın "devrik diktatörler" kervanına katılması, onlarca yıldır Sri Lanka’da egemen olan "Rajapaksa klanı"na dayalı rejimin çökmesi anlamına da geliyor. Nitekim Rajapaksa’nın maliye bakanı olan kardeşinin de kaçtığı bildirildi. Başbakan olan ve geçen 30 Mayıs’ta istifa etmek zorunda kalan diğer kardeşinin durumu hakkında ise net bilgiler bulunmuyor. Buna karşın Rajapaksa klanının partisi halen yönetimde etkin. Hatta ülkenin ‘en büyük partisi’ unvanı da taşıyor. Yani ‘diktatör yıkıldı, diktatörlük işbaşında’ durumu henüz tam aşılmış değil. Ülkede bir geçiş süreci yaşanıyor ve bu farklı olasılıklara açık bir durumun devam ettiğine işaret ediyor.
***
İsyan eden işçiler, emekçiler, gençler, kır emekçileri Rajapaksa’nın sarayını işgal edip diktatörü kovmayı başardılar. Sadece kolluk kuvvetlerini değil, Rajapaksa klanının beslediği çeteleri de eylemcilere saldırtan rejim, buna rağmen kaçınılmaz sonunu engelleyemedi. Rajapaksa’nın kaçması sorunların çözüldüğü ya da kitlelerin taleplerinin karşılandığı anlamına gelmiyor elbet. Halen bir tür ‘belirsizlikler içinde beklentiler’ dönemi var. Emekçiler somut kazanımlara ulaşmak istiyor. Düzenin temsilcileri ise, çok taviz vermeden işleri yeniden yoluna koyma arayışı içindeler.
Devrik diktatöre sınırsız yetkiler tanıyan anayasaya göre başbakanın ya da meclis başkanının devlet başkanı görevini devralması gerekiyor. Oysa bunlar kaçan Rajapaksa’nın suç ortaklarıdır. Başbakan yeni atanmış olsa da Rajapaksa klanının önde gelen adamlarından biridir. İlkin bir ‘geçiş süreci hükümeti’ kurulması için istifa edeceğini açıklamıştı. Ancak Rajapaksa’nın resmen istifa etmeden önce ülkeden kaçmasını gerekçe gösterip, Olağanüstü Hal (OHAL) ilan etti. Bu koşullarda işe yaraması kolay olmasa da başbakanın OHAL ilan etme cüreti göstermesi, rejimi koruma refleksinin halen güçlü olduğunu gösteriyor.
Geçiş süreci hükümeti kurma tartışmaları/pazarlıkları devam ederken başkent Kolombo’daki ABD büyükelçiliğinin devreye girdiğine dair haber yansımaya başladı. Elbette bu şaşırtıcı değil. Zira son günlerde halk isyanı boyutuna varan bir kitle hareketine ilgisiz kalmaları mümkün değil. Meselenin ABD başta olmak üzere emperyalist güçlerin masasında olduğundan kuşku duymamak gerek.
Eylemcilerin istifa etmesini istedikleri kişilerden biri de meclis başkanıdır. Ancak adam halen makamında oturuyor. Meclis Başkanı Mahinda Yapa Abeywardhane yaptığı açıklamada meclisi toplayarak devlet başkanlığı makamının boş olduğunu ilan edeceğini duyurdu. “Devlet başkanlığı için adaylar 19 Temmuz’da çağrılacak ve yeni devlet başkanının seçilmesi için 20 Temmuz’da parlamentoda oylama yapılacak” ifadelerini kullanan Abeywardhane, sistemin restorasyonunda rol almaya hevesli olduğu mesajını da veriyor.
‘Geçiş süreci hükümeti’ kurulması için yoğun pazarlıklar yapıldığı, makamların paylaşımı konusunda tartışmalar olduğu, 225 üyeli parlamentodaki tüm partilerin bu süreçte yer aldığı belirtiliyor. Meclisteki siyasi yelpazede sağcı, dinci, solcu partilerin yanı sıra birer temsilcisi olan Tamil ve Müslüman partileri de yer alıyor. Devrik diktatörün partisinin de aktif olduğu bir parlamentonun isyan eden kitlelerin hangi taleplerini karşılayacağı belli değil. Yansıyan bilgilere göre bu partiler IMF ile anlaşma yapılmasına olumlu bakıyor. Böyle olursa eğer, emekçilerin hiçbir sorunlarının çözülmesi söz konusu bile olamaz. Zira IMF’nin ‘istikrar programı’ diye sunacağı şey, çöküşün faturasının emekçilere ödetilmesini şart koşacaktır.
***
Kitle eylemlerine önderlik eden güçler taleplerin karşılanması yönünde beklentileri var. Ancak onlar da bunun kolay olmayacağının farkındalar. Bu ise mücadelenin bitmediği, yeni oluşan duruma göre devam etmesi gerektiği konusunda bir açıklık olduğuna işaret ediyor.
Nitekim eylemciler işgal ettikleri devlet kurumlarını halen terk etmiş değiller. Zira onlar da devrik diktatörün kaçmasıyla sorunların hal olmayacağını biliyorlar. Ülke fiilen iflas etmiş durumda ve yakıt, gıda, ilaç ve diğer temel ihtiyaç maddelerini satın alacak döviz rezervinden yoksun. Onlar da bunu biliyor ve bu konuda parlamentoya tam güvendikleri söylenemez. Kitle eylemlerinde, (milletvekilleri kastedilerek) “225 defol!” sloganının atılması, güvensizliğin boyutu hakkında fikir veriyor. Bu bağlamda gerekli dövizin sağlanabilmesi için faturayı kimin ödeyeceği önem taşıyor.
Eylemler şimdilik durulmuş gibi görünse de cumhurbaşkanı ile başbakanın ofis ve konutları halen eylemciler tarafından işgal altında tutuluyor. Devrik diktatörün adamlarından olan başbakan ve başka bazı önde gelen isimlerin istifa etmeleri talep ediliyor. İşçilerin, emekçilerin, kır emekçilerinin ve gençliğin ekonomik-sosyal-siyasal taleplerinin karşılanması isteniyor. Kitle hareketinde etkin rol oynayan güçler, kurulacak hükümette söz sahibi olmak da istiyorlar.
"Geçici hükümet" kurmak için pazarlık yapan güçlerin söylemlerine bakıldığında, sistemi restore etme eğiliminin güçlü olduğu görülüyor. İş kendi inisiyatifleriyle alacakları kararlara kalırsa, emekçiler lehine kayda değer adımların atılması mümkün değil. Mesele, kitle hareketinin yaratacağı basınca ve hareketin önderliğinin sergileyeceği kararlılığa bağlı olacaktır.
Diktatör nasıl kitlelerin meşru/fiili mücadeleleriyle devrildiyse, emekçilerin somut kazanımlara ulaşabilmeleri de yeni oluşan duruma uygun yöntem ve araçlarla ama aynı kararlılıkla mücadeleyi sürdürmelerine bağlı olacaktır.