NATO’nun kuruluşunun 70. yılında düzenlenen liderler toplantısından önce Fransa Devlet Başkanı, The Economist dergisiyle yaptığı söyleşide, örgütün durumunu tanımlamak için “beyin ölümü” kavramını kullanınca, ortalık karıştı. Durumu kavrayamayan biri “senin beynin ölmüş” derken, bir başkası “hakaret” olarak kabul ettiğini açıkladı. Halbuki Macron gerçek bir duruma işaret ediyordu: NATO stratejik düşünme, uzun dönemli hedef saptama yeteneğini kaybetti.
NATO toplantıdan, kuruluşun “siyasi boyutunu güçlendirmeye yönelik uzun dönemli bir düşünme sürecine” girmeye karar vererek, bir anlamda, Le Monde’un başyazısında vurguladığı gibi “beyninin ölmediğini kanıtlama planıyla” çıktı. NATO bunu başarabilir mi? Bence başaramaz!
‘Blok’ sorunu
NATO’nun uzun “dönemli düşünme” yeteneğine ilişkin kötümserliğimin arkasında yapısal bir etken var. NATO, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD hegemonyasının aracı ve ABD - Avrupa ortak yaşam alanının koruyucusu olarak kuruldu.
Başka türlü söylersem NATO bir “iktidar blokunun” küresel (emperyalist) çıkarlarını, bu blokun liderliğinin gözetimi altında, korumak üzere kuruldu. Şimdi ne bu iktidar blokunun ne de liderliğin “Soğuk Savaş” öncesindeki gibi tutarlı ve istikrarlı bir varlığa sahip olduğundan söz etmek olanaklı.
Örneğin hegemonyası hızla gerileyen ABD yönetimi, bir ticaret savaşları dönemine girdi. Siyasi çıkarlarını savunmak için ekonomik siyasi yaptırımlar gibi araçlara başvuruyor. Trump Avrupa Birliği’nin ekonomik ve siyasi olarak en etkili ülkesi Almanya’yı “düşman” olarak tanımladı. Blokun lider ülkesinin Başkanı Trump, Kanada Başbakanı’na “iki yüzlü” diyor. Daha da ilginci, Avrupalı gözlemciler Trump’ın politikalarının öncelikle Putin’in, ABD’yi ve Avrupa’yı hedef alan taktiklerine hizmet ettiğini, büyük şaşkınlık içinde görüyorlar.
Trump’ın acayiplikleri bir yana, ABD, daha Obama döneminde, dikkatini Avrupa’dan Uzakdoğuya çevirmeye başlamıştı. Avrupa’nın merkez ülkeleri, uluslararası jeopolitik gelişmelere bakarak bunu anlıyorlar ve uyum sağlamaya çalışıyorlar. Avrupa’nın doğu kıyısındaki eski Varşova Paktı üyesi ülkeleri ise Rusya karşısında giderek korumasız kalmakta olduklarını düşünüyorlar.
Liderlik ve farklılaşan çıkarlar
70. yıldönümü toplantısından önce, Le Monde başta olmak üzere Avrupa’nın kimi önde gelen gazetelerinde ABD liderliğine ilişkin kuşkuları dile getiren yorumlar yayımlandı. Birincisi, Avrupa liderliği, ABD’nin Suriye’deki tutumuna, Suudi petrol tesislerine yönelik saldırılardan sonra hareketsiz kalmasına bakarak, artık ABD’nin müttefiklerine gereken sadakati gösterme kapasitesine güvenmiyorlar. İkincisi, AB liderleri, ABD iç politik dünyasındaki derin yarılmaya bakarak, ABD kurulu düzeninin artık sağlıklı bir liderlik, sürekliliği olan bir dış politik üretme yeteneğini kaybettiğini düşünüyorlar. Bu nedenle de Almanya ve Fransa liderlikleri, sık sık “kendi gücüne güvenmekten”, “stratejik bağımsızlıktan” söz etmeye başladılar.
Bu eğilimin bir nedeni, özellikle, yeni yükselen güç ve giderek hegemonya adayı Çin karşısında farklılaşan çıkarlar. ABD’nin dikkatini Uzakdoğuya çevirmesinin arkasında, Çin’in ekonomik siyasi ve jeopolitik etkisinin artmaya başlamış olması yatıyor. ABD açısında bu gelişme stratejik öneme sahip. ABD açısından NATO, Rusya’yı sınırlama amacından daha çok, bu paradigma içine oturmaya başlıyor. Buna karşılık AB liderliği, Avrupa ekonomilerinin Çin ile ekonomik, finansal ve teknolojik bağları güçlenmeye devam ederken, bu iki devin arasındaki “Soğuk Savaş” türü bir kamplaşmanın dışında kalmak istiyor.
AB lider ülkelerinin “stratejik bağımsızlık” eğiliminin, NATO’nun geleceğini de ilgilendiren sonucu var. Fransa, Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Hollanda, Portekiz, İspanya ve Birleşik Krallık, Norveç ve İsveç, İtalya, birlikte, NATO dışında, belki de giderek onun yerini alacak bir askeri koalisyon kuruyorlar.
Sonuç olarak denebilir ki eğer, NATO’nun dayanacağı bir blok, NATO’yu yönlendirecek bir hegemonya merkezi kalmadıysa NATO’nun geleceği karanlık demektir. Eski “düzen” ölmeye devam ediyor.
Cumhuriyet / 09.12.19