Bugün, Birleşik Krallık (İngiltere) seçmeni “ileri” doğru bir adım atmakla, uçurumun kenarından geri dönmek arasında bir seçim yapıyor. Seçimlerden iki gün önce, sağ ve sol yorumcular arasında iki olasılık genel kabul görüyordu: Ya bir Muhafazakâr Parti çoğunluk hükümeti ya da bir İşçi Partisi azınlık hükümeti. Bir İşçi Partisi çoğunluk hükümeti çok uzak bir olasılık. Bir Muhafazakâr Parti çoğunluk hükümeti kurulursa, seçmen “ileri” doğru büyük bir adım atmış demektir.
Tarihsel genel seçimler
İngiltere tarihinde, yeni bir ekonomik model getiren iki seçim var. Birincisi, II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından herkese ücretsiz hizmet verecek ulusal bir sağlık sisteminin ve genel olarak “refah devletinin” kurulma sürecini başlatan 1945 seçimleri.
İkincisi, Margaret Thatcher’i iktidara getiren, neo-liberal dönemi başlatan 1979 seçimleridir. Bugün yapılmakta olan seçimler, neo-liberal dönemi kapatarak yeni bir ekonomik modele geçilmesinin ya da Singapur tarzı dizginlerinden boşanmış, “Yeni Faşizme” doğru koşan bir kapitalizmin yolunu açacaktır.
Bir İşçi Partisi hükümeti, refah devletinin restorasyonu, demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, ulaşım, telekomünikasyon, enerji, eğitim sektörlerini yeniden devletleştirerek toplumun altyapısının yenilenmesi, yeni bir ekonomik modele geçilmesi anlamına gelecektir. Bu genel olarak İngiltere kapitalizminin, talep yetersizliği, düşük verimlilik, toplumsal mutabakat gibi sorunlarına uygundur; çalışanların yaşam koşullarında da önemli iyileştirmeler getirecek, ikinci bir Brexit referandumuyla toplumsal mutabakatı yeniden oluşturma şansı yakalayabilecektir. Bu model başarılı olduğu takdirde, İskoçya’nın ayrılma arzusu, İrlanda barış sürecine yönelik tehlikeler zayıflayabilir. İkinci seçeneğe daha yakından bakmak gerekiyor.
‘Yeni Faşizme’ doğru
Boris Johnson, Muhafazakâr Parti liderliği içindeki bütün ılımlıları, bir anlamda hareketin “duayenlerini” tasfiye etti. Böylece parti, “European Research Group” adlı örgütün “sağcı reaksiyoner” seçkinlerinin eline geçti. Columbia Üniversitesi’nden Prof. Mark Lilla’nın vurguladığı gibi “muhafazakâr” var olanı, ufak, kozmetik değişikliklerle korumaya çalışır. “Reaksiyoner”, nostaljiktir, var olanı yıkarak bir “mükemmel” geçmiş dönemi yeniden yaratmaya çalışır, faşist hareketler gibi...
Muhafazakâr Parti’nin seçim manifestosunda, bu geriye dönme niyetinin ipuçları var. Yürütme, yasama ve yargı arasındaki ilişki, yürütmeyi güçlendirecek biçimde yeniden düzenlenecek, “insan hakları” yasaları ulusal güvenliğe öncelik verecek yönde değişecek. Ülkedeki göçmenlerin sayısını azaltacak. Manifestoda yok, ama partinin kimi önde gelen politikacıları, seçim kampanyası sürecinde göreli bir bağımsızlık sergileyen, yalan söylemeyi zorlaştıran, BBC ve Kanal-4 televizyonlarının lisanslarının gözden geçirilmesi gerektiğini savunuyorlar. Diğer bir deyişle Johnson hükümeti, basını da “hizaya” sokmaya kararlı.
Brexit üzerine yalanlara dayalı Muhafazakâr Parti kampanyası finiş çizgisine yakınlaştıkça “göçmenler burasını kendi ülkeleri sanıyorlar” gibi açıkça ırkçı ifadeler de öne çıkmaya başladı. Hak ve özgürlüklere saldırmaya, ekonomide tüm denetimleri kaldırmaya niyetli, “anlaşmasız Brexit” konusunda kararlı bir hükümet olasılığı var.
Financial Times, The Times gibi iş çevrelerinin geleneksel gazetelerin ekonomi yorumcuları kaygılı. Peki, öyleyse bu “Muhafazakâr Parti neyi temsil ediyor?” Bu soruya, May’in maliye bakanı Hammond, “İş çevrelerini değil Londra mali piyasasındaki küçük bir azınlığı” diye cevap veriyor. The Guardian’daki bir yorum, kampanya boyunca Muhafazakâr Parti’ye yapılan, 7 bin 500 sterlinin üzerindekilerden oluşan 12 milyon sterlinlik bağışa (İşçi Partisi’ninki, toplam 3.7 sterlin) bakarak “ufak bir grubun temsilcisidir” diyor. Ekonomist F. Coppola da 50 bin sterlinden büyük bağışların yüzde 80’inin son yıllarda partiye 130 milyon sterlinden fazla bağış yapmış “Liderler Grubu” denen bir yapılanmanın üyelerinden geldiğine dikkat çekiyor. Benim de aklıma, Dimitrov’un “sermayenin en gerici kesiminin iktidarı” sözleri geliyor.
Cumhuriyet / 12.12.19