Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla komik bir bilimkurgu kitabı (Evrenin Sonundaki Restoran) arasında bir ilişki kurulabilir mi?
Peygamberin ikinci gelişi
Otostopçunun Galaksi Rehberi (Douglas Adams) serisinin ikinci kitabı, “Evrenin Sonundaki Restoran”da, “vakitlerden kurtulmak için” peygamberin ikinci gelişini bekleyenlerle ilgili bir sahne var.
Uyanık bir girişimci, evrenin sonunda, bir “zaman köpüğünün” içinde bir restoran kurmuş, evrenin seçkinlerine, hiçbir risk almadan evrenin sonunu izleme olanağı sunuyor. Restorandaki müşteriler, tam evrenin sonunu izlemeye hazırlanırken, restoranın ortasına toz toprak içinde, saçı sakalı birbirine karışmış pejmürde bir adam düşüyor. “Peygamber” ikinci kez gelmiştir ama evrenin sonundan iki dakika önce ve evrenin sonundaki restorana...
Kapitalizmin tarihinde “1989” simgesel olarak, “peygamberin ikinci gelişi” düzeyinde bir öneme sahiptir. Berlin Duvarı’nın yıkıldığı gün, kapitalizm, hem teorik (Marx-Das Kapital) hem de politik, olarak “ötekiyle” ilk kez karşılaştığı coğrafyaya geri geliyordu. Dahası, bu “ikinci geliş”, yapısal bir kriz içinde yeni piyasalara, yatırım alanlarına, doğal kaynaklara ulaşma, dünyayı bir kapitalist ütopyaya (ABD hegemonyası altında bütünleşmiş bir küresel ekonomi) taşıma vaadini de beraberinde getiriyordu.
Ne ki, kapitalizm, “öteki”nden kurtulmayı kutlarken, insanlık, 20 yıl (uygarlık tarihine kıyasla birkaç dakika) içinde yalnızca uygarlığın (artık tek bir kapitalist uygarlık var) değil, gezegenin de sonuna ilişkin sahneler izlemeye başladı.
Küreselleşmeden sonra
Kapitalizmin oraya ikinci gelişiyle, sermayenin, özellikle finansal sermayenin, malların dünya üzerindeki dolaşımı, yeni dijital-bilişim teknolojilerinin gelişmesini de besleyerek yaygınlaştı, görülmemiş bir hıza ulaştı. Böylece kapitalizm, yapısal krizinin dışavurumu olan aşırı üretim/talep yetersizliği sorununa karşı, tüketimi hızlandırıyor, bunu finansallaşma (kredi ve spekülasyon piyasaları) ile besliyordu.
“Peygamberin” gelişinin ilk on yılının sonunda, 2000’lere geldiğimizde, geriye bakınca, kapitalizmin tüketimi artırma çabalarının iki acı sonucuyla karşılaşıyoruz. (1) Küresel ısınmaya yol açan sera gazlarında, özellikle CO2’nin üretiminde baş döndürücü bir artış gerçekleşmiş, küresel ısınma artık bir iklim krizine dönüştürmüştür. (2) Finansallaşmanın yarattığı yaklaşık 800 trilyon dolarlık türev piyasaları ve 84 triyon dolardan 250 triyon dolara tırmanan toplam küresel borç, kronik yavaş büyüme dönemine açılacak bir finansal krizi gündeme getirmiştir.
Finansal krizin ilk sarsıntısı geride kalırken, artık, küreselleşmeyi taşıyan ekonomik model tükenmişti; küreselleşme sürecinin tersine dönmesinden söz ediliyordu. Bu model gelir dağılımındaki dengesizlikler, müstehcen servetleri dayanılmaz bir düzeye taşımıştı. ABD ve Avrupa’da yönetici sınıflara ve yabancılara yönelik bir öfke dalgası, milliyetçiliği, ırkçılığı, Yeni Faşist akımları besleyerek yükseliyordu.
İngiltere’de Brexit başlıyor, ABD’de Trump başkan seçiliyordu. Kronik düşük büyüme döneminde, Çin “büyük güç” düzeyine ulaşıyor, Rusya’nın ekonomik, askeri hatta siyasi etkisi Avrupa ve Ortadoğu’da giderek daha çok hissediliyordu. Devletler arası ilişkilerde işbirliği yerini çatışmaya bırakıyor, dünya, büyük güçler arası denge ve rekabet dönemine giriyor, yerel savaşların yanı sıra “büyük savaş” olasılıkları üzerinde duruluyordu.
BM Genel Kurulu’nun Kasım 2019 toplantısında, Brezilya’nın Yeni Faşist devlet başkanı, dünyanın akciğerleri olarak anılan Amazon ormanlarının yok edilmesine itiraz edenlere karşı milliyetçi bir çıkış yapıyor, bir başka iklim krizi inkârcısı, Trump, “gelecek küreselleşmecilerin değil, yurtseverlerindir” diyordu.
Adeta 20. yüzyılın, büyük felaketlere tanık olan ilk yarısına, ama daha büyük ölçekte, çok daha etkili, denetleme ve imha teknolojileriyle, giderek hızlanan bir iklim krizi içinde geri dönüyorduk. Douglas Adams’ın kara komedisinde olduğu gibi, peygamber 1989’da ikinci kez gelmişti, ama galiba uygarlığın, hatta gezegenin sonundan “iki dakika önce”...
Cumhuriyet / 18.11.19