Savaş ve saldırganlık örgütü NATO’nun, savaş ve silahlanma karşıtı güçlerin protestolarının gölgesinde başlayan Londra zirvesi, paktın iç çatışmalarını bastırma başarısı gösteremeden tamamlandı. NATO’nun geleceğine dair tartışmalar ise devam ediyor.
70 yıl önce SSCB, Çin Halk Cumhuriyeti ve yükselmekte olan sosyalist ve ulusal kurtuluş hareketlerine karşı, ABD’nin hegemonyası altında bir savaş ve iç savaş örgütü olarak kuruldu NATO. SSCB’nin tasfiyesi ve ÇHC’nin kapitalist sisteme entegre olmasıyla birlikte, emperyalist ittifakı bir arada tutan dış faktör de büyük oranda ortadan kalktı. ABD’nin kapitalist emperyalist blok üzerinde hakimiyetinin sürdüğü tek kutuplu dünya sürecinde de hegemonik bir güç olarak ABD’nin ağırlığı sürdü. ABD'nin kontrolündeki NATO, emperyalist devletler arasında keskinleşen çıkar çatışmalarını bastırıp, sınırlayıcı bir güç olarak işlevsel oluyor, kapitalist dünyaya kendi düzenini/düzensizliğini dikte ederek bloku bir arada tutabiliyordu. Her siyasal kurum, birlik vb. gibi, emperyalist blokun bu ilişki biçiminin de bir sonu olacaktı. Bu durum ebedi olarak süremezdi. “Çünkü kapitalizm koşullarında sömürgelerin, çıkar ve nüfuz alanlarının vs. paylaşımı için katılanların gücünden, genel ekonomik, mali, askeri vb. gücünden başka bir şey düşünülemez. Ama katılanların gücü, dengesiz değişir. Çünkü kapitalizm koşullarında tek tek işletmelerin, tröstlerin, sanayi dallarının ve ülkelerin eşit bir gelişmesi olamaz.” (Lenin, Eserler Cilt 22, s. 300, Almanca.)
Emperyalist ülkeler arasındaki güç ilişkilerinde son yirmi yılda önemli gelişmeler ve değişiklikler yaşandı. Para ve mali birliğini gerçekleştiren AB, Avrupa’nın küçük ülkeleri aleyhine, büyük emperyalist güçlerin lehine büyük fırsatlar yarattı. Doğu Almanya’yı istila edip toprak, nüfus ve ekonomik açılardan büyüyen Almanya, AB’deki hakimiyet savaşında öne çıktı. Fransa’yı da yanına alan Almanya, İngiltere’yi AB’den dışlayarak, durumunu daha da güçlendirdi. Bir önceki NATO zirvesinde Merkel şahsında Trump’ın aşağılamasına maruz kalan Alman tekelleri, zaman kazanmak adına durumu sineye çekseler de boş durmadılar. Silahlanma konusunda ve askerlik yasalarında köklü değişiklikler yaparak yollarına devam ettiler. AB’nin güvenliğini sağlamak için AB silahlı güçlerinin yaratılması yolunda karalılıkla yürüdüler. Almanya, NATO ülkelerinin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’larının en az yüzde 2'sini savaş harcaması olarak NATO’ya verme yükümlülüğünü yerine getiren devletlerin başında yer alarak, Londra zirvesine ev ödevini yerine getirmenin verdiği özgüvenle katıldı.
Diğer yandan kapitalist sisteme eklemlenen Çin ve bir dönem zorluklarından dolayı geriye çekilen Rusya doğuda yükselen emperyalist güçler olarak öne çıktılar. Artık ne Rusya’da ve ne de Çin’de yıkılacak bir sistem vardı. Bunun yerine, dünya kapitalist pazarında güçleri oranında “hakkı” olanı isteyen güçler vardı. Buna karşılık Batı emperyalist bloku içerisinde gücü sarsılan, hegemonyası zayıflayan bir ABD var. ABD’nin başlattığı ticaret savaşları, NATO bloku içerisinde bile, tam destek bulmak bir yana, itirazlarla karşılanıyor. İtiraz sahipleri, İran’a uygulanan ticaret ambargosuna açıktan karşı gelemeseler de bu engelleri aşmak için olmadık hilelere başvuruyorlar. ABD’nin ambargosunu kendileri için çok daha kârlı bir araca dönüştürmenin yollarını arıyorlar.
Çin korkusu itaat etmeyi sağlamaya yetecek mi?
Londra zirvesinde, “Çin’in artan etkisinin ve uluslararası politikalarının ittifakın bütünlüklü halde cevap vermesi gereken fırsatlar ve zorluklar yarattığını biliyoruz” ifadeleriyle, yeni bir düşmana karşı NATO’nun artan önemine işaret edildi. Fakat Çin ile ilişkilerde her bir ülkenin kendi önceliklerinin olduğu dikkate alınırsa, Çin korkusunun NATO’nun diğer büyük güçlerini ABD’ye itaate zorlamakta yetersiz kalacağını söyleyebiliriz.
NATO’nun “beyin ölümünün” gerçekleştiğini söyleyen Macron, Fransa büyükelçilerine yaptığı konuşmada, “Batı’nın dünya üzerindeki hegemonyasının sonunu görüyoruz. Koşullar değişiyor... Bugün dünya arenasında ‘yeni ülkeler’ güçleniyor. Çin ilk sıralara yerleşti, Rusya da stratejisinde büyük başarılar elde ediyor.” diyerek, yeni ilişkiler, birlikler ve ittifakların ön işaretlerini veriyor. Dolaylı ama açık olarak, NATO’nun, Avrupa’nın güvenliğini sağlamak için yeterli olmayacağını, “Rusya ile daha barışçıl ilişkiler elde edemezsek ve ilişkilerimize açıklık getiremezsek Avrupa kıtası hiçbir zaman istikrarlı olmayacak, biz hiçbir zaman güvende olmayacağız.” cümlesiyle açıklıyor.
Almanya Savaş Bakanı, CDU’nun yeni kadın genel başkanı ve geleceğin başbakanı gözüyle bakılan Annegret Kramp-Karrenbauer ise, “Endişeli olduğumuz, büyük bir endişeyle izlediğimiz, yani izlediğimiz sözünü artık dinleyemiyorum bile… Güçlüyüz, iş bize düşüyor ve artık nihayet siyasi yanıtlar vermek zorundayız.” (abç) ifadeleriyle Alman tekellerinin gelecek perspektiflerini açıklıyor ve ekliyor: “NATO içerisinde Almanya kaynaklı bir Avrupa atılımı mantıklıdır.”
Londra zirvesinden önce söylenen bu sözleri, Londra zirvesini değerlendiren Alman basını da aynı paralelde değerlendiriyordu: “Almanya'nın uluslararası ittifaklarda kendine biçtiği arabulucu ve uzlaştırıcı rol saygı duyulması gereken bir çizgi. Ancak bu artık yeterli olmuyor. Almanya uluslararası siyasette liderlik rolünü üstlenmek zorunda… Aynı zamanda bu ittifakların eylem kabiliyetini ayakta tutmak açısından önemli. Almanya için en büyük güvenlik riski bu ittifakların çökmesi. Avrupa Birliği ortadan kalkar ise, ekonomik anlamda çaresiz kalırız. NATO'nun olmadığı bir dünyada da ABD, Rusya ve Çin gibi küresel güçlerin arasında korumasız bir devlet durumuna düşeriz.” (abç)
Küçük beyinler için küçük bir parantez
Londra zirvesinin en matrak figürü diyebiliriz ki AKP’nin “Reis”i olmuştur. Londra’ya giderken atıp-tutan, esip-gürleyen AKP şefi, NATO’nun genişleme planlarını, hiçbir itiraz göstermeden, uslu uslu imzalamıştır. Emperyalist yayılma histerisiyle yanıp tutuşan Erdoğanlar, bırakalım anti-emperyalist olmayı, anti-Amerikancı bile olamazlar. Onların dayandıkları emperyalist sistemin parçası olan kapitalist düzenlerinde romantizme yer yoktur. Zira ilişkiler, çıkarlar ve çatışmalar çok gerçekçidir. Onlar, güçlü olanın eteğine yapışmayı yaşamlarının gayesi yapmışlardır. Macron’un beyin ölümü göndermesine, NATO’nun patronu Trump’ın gözüne girmek için, “Sen önce kendi beynini kontrol ettir” diyerek, önden saldırıya geçmelerinin nedeni de budur. Trump, “Erdoğan’ı seviyorum, iyi iş çıkardı” diyerek, AKP şefinin sırtını sıvazlayıp, hizmetini karşılıksız bırakmadı. Ne de olsa “Her at sahibine göre kişner.”
Zarf-mazruf meselesi
Londra zirvesini değerlendiren Le Monde gazetesi, “NATO beyninin ölmediğini kanıtlama planıyla çıktı.” diyordu. Le Monde’un bu değerlendirmesi bize, önemli olan “zarf mı, mazruf mu” sözünü hatırlatıyor.
New York Times gazetesinin haberine göre Merkel, “Parçaları toplamaktan yoruldum. Oturup yeniden birlikte çay içebilelim diye sürekli kırdığınız fincanları yapıştırıp birleştirmek zorunda kalıyorum” diyerek, Macron’nun patavatsızlığını dile getirse de aslında partnerinin ortalığı karıştırmasından oldukça memnun. Nihayetinde “sular bulanmadan durulmaz.”