Irkçı, gerici, demagog Trump, başkan seçildikten sonra canlanan “faşizm” tartışmaların içinde bir tarihçi, 1930’larda Almanya’da Naziler iktidara gelmeden önceki Demokratik Weimar Cumhuriyeti’nin siyasi ve kültürel canlılığını “yanardağın kıyısında dans etmeye” benzetmişti.
İyimserliğe pek itibar etmeyen biri olarak, dünyanın son durumuna, Weimar döneminin merceğinden bakınca, acaba son on yıldır insanlık da mı “her an patlayabilecek bir yanardağın kıyısında dans ediyor?” diye düşündüm. Bu olasılığa 2018 yılının ekim ayında yayımlanan bir yazımda “Bir küresel Weimar dönemi biterken” başlığıyla değerlendirmiştim. Aradan geçen dönemde bu “bitiş süreci” daha da derinleşti, hızlandı ve sanırım artık geri dönüş çizgisi geçildi.
‘Biliyorlar ama yapmaya devam ediyorlar!’
Bu sürece, mümkün olduğunca büyük bir kesimini görebilmek için en yüksek noktadan bakmakta yarar var. Bu en yüksek nokta, bence “iklim krizidir”. Hâlâ örnek vermek gerekir mi bilemiyorum. Aralık ayı için tarihsel ortalaması “0” derece olan İskoçya da sıcaklık geçen pazar gecesi 16 dereceyi gördü. Avustralya alevler ve dumanlar içinde sıcaklık 45 derece dolayında seyrediyor. Yangınların ekonomik maliyeti ekim ayından bu yana 165 milyon dolara ulaştı ve artmaya devam ediyor. Ek olarak Tasmanya bölgesinde krizin sağlık alanına getirdiği ek yük 20 milyon dolara ulaştı...
Bir taraftan küresel iklim krizinin dünya ekonomisi üzerinde yarattığı yıkımın maliyeti artıyor, diğer taraftan bu krizi önleyecek önlemleri almaya sıra geldiğinde, devletlerin ve kapitalist sınıfın, geride kalan 20 yıl boyunca, ellerini ceplerine atmakta son derece isteksiz oldukları görülüyor. Bu da düşük büyüme, yüksek borç ve sertleşen jeopolitik rekabet ortamında kapitalizmin, alınacak önlemlerin yükünü kaldıramayacağını düşündürüyor.
Hiç kendimizi aldatmayalım. İklim krizinin gerçek olduğunu, egemen sınıflar, en şüpheci havalara yatanlar, aklını, kalemini, enerji şirketlerine satmış olanlar bile biliyor. NASA, Pentagon iklim krizi çalışmalarına, son NATO toplantısındaki havaya bakınca bunların, artık geri dönüş noktasının geride kaldığına inandıklarını düşünmek olanaklı.
Sloterdijk’in bir saptamasıyla, “Biliyorlar ama yapmaya devam ediyorlar”. Çünkü egemen sınıflardan insanlar, egemenliğin kaynağındaki ekonomik ilişkilerin koyduğu sınırları, sınıfsal konumlarından vazgeçmeden aşamazlar.
Peki, korkmuyorlar mı?
Demek ki toplumun yüzde 1’i de bir yanardağın kenarında dans ediyor. Bunu onlar da biliyor ve tabii ki korkuyorlar. Birinci korku, kendi yaşam tarzlarının, ayrıcalıklarının ve kapitalizmin geleceğiyle ilgili. The Economist ve Financial Times yazarları en azından bir kapitalizmin bu durumunun “sürdürülemez” olduğunu anlamaya çalışıyorlar.
İkinci korku da iklim krizine karşı, dünya çapında yayılarak yükselen protestolarla ilgili. Ya bu eylemler içinde yetişen yeni kuşak gezegende yaşamı yok olmaya doğru iten bu sürecin durdurulmasının önündeki engelin, kapitalist üretim/tüketim tarzı ve onun egemen sınıfları (iktidar ilişkileri) olduğunun ayırdına varırsa? O zaman, o yüzde 1, ışıkların altında çırılçıplak kalmayacak mı?
Birinci korkuya çare olarak, en az etkilenecek coğrafyalara gidip koruyucu barınaklar yapıyor, silah, gıda stokluyorlar, bu barınaklarda sığındıklarında, dışarıdan gelecek tehditlere karşı kiralayacakları silahlı adamları kontrol altında tutmanın, isyan etmelerini önlemenin yolları, teknolojileri üzerine kafa yoruyorlar.
İkinci korku akla, “disiplin ve cezalandırma” teknolojilerinin ötesinde, toplumsal ideolojik çözümleri, 1924’te III. Enternasyonal’de benimsenmiş (bugün yetersiz, indirgemeci bulsak da hâlâ anlamlı) bir tanımı getiriyor: “Faşizm, burjuvazinin, proletaryaya karşı savaşırken, devletin elindeki baskı araçları yetersiz kaldığında başvurduğu araçtır.”
Boşuna mı gündemde “Yeni Faşizm”, ABD büyük sermayesinin Avrupa “aşırı sağına” kaynak aktardığına ilişkin haberler var. “Büyük insanlık”, iklim krizini durdurmak için geç kalmış olabilir. Ancak, bu krize uyum sağlamaya olanak verecek kaynakları “büyük insanlık” yararına kullanılmanın yolunu bulmak, faşist seçeneği gündemden çıkarmak için hâlâ yeterince vakit var...
Cumhuriyet / 02.01.20