Eski hesapların kapanma vakti!- Hediye Levent

Türkiye’nin ise, bölgedeki varlığını ve süreçlere dahlini sağlayabilecek tek yol bölge ülkeleri ile buzları kırmak. Elbette Türkiye’de seçim söylentilerinin arttığı bir dönemde dışarıdan gelecek sıcak paranın ve yatırımın taze kan etkisi yaratması beklentilerini de yabana atmamak gerek.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 28 Nisan 2022
  • 09:15

Bu yazı yazıldığı saatlerde henüz Türkiye ve Suudi Arabistan taraflarından resmi onaylama gelmemişti ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ramazan Bayramı namazını kutsal topraklarda kılmasını da içeren bir seyahat yapacağı haberi ajanslara düşmeye başladı. Bu haberler resmi olarak da henüz yalanlanmadı.

En azından son birkaç ayda meydana gelen gelişmelere bakılırsa haberlere konu olan ziyaretin cuma günü değilse de bayram sonrası, Ramazan Bayramı’nda olmasa da sonrasında, ancak birkaç ay içinde gerçekleşmesinin kesin olduğu söylenebilir.

Şüphesiz bu gelişmelerin en yakın tarihte gerçekleşeni ve en çarpıcı olanı Kaşıkçı davasının Suudi Arabistan’a devredildiğinin duyurulması oldu.

Dava Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim 2018’de Suudi Arabistan’ın İstanbul Konslosluğu’nda katledildiğinden beri siyasi bir davaydı.

Cinayetin gerçekleştirildiği dönemde uluslararası medyada Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman’ın ülkeyi demokratikleştirecek ve modern dünyaya açacak tek profil olduğuna dair dikkat çekici bir eğilim vardı. Aynı dönemde Bin Salman ülke içindeki çok sayıda şirketin el değiştirmesini, milyarderlerin tutuklanması, hatta bir kısmının ortadan kaybolması gibi hummalı bir ‘gücü elinde toplama’ çabalarıyla meşguldü.

Ancak Bin Salman’ı meşgul eden tek mesele Suudi Arabistan içinde sermayenin ve gücün el değiştirmesi değildi. Bölgede de çok önemli gelişmeler yaşanıyordu. Zaten Türkiye ile Suudi Arabistan ilişkilerinin krize girmesine de Kaşıkçı davasının ilk andan itibaren siyasi bir davaya dönüşmesine de bu gelişmeler yol açtı.

Kısacası, Kaşıkçı cinayeti Türkiye’nin Suudi Arabistan ile ilişkilerinde krizlerin iyice su üstüne çıktığı, özellikle de Muhammed Bin Salman’a yönelik baskı arayışında olduğu bir dönemde gerçekleşti.

Uluslararası düzeyde Bin Salman’ın yıldızının parladığı, parlatıldığı bir dönemde Türkiye’nin Kaşıkçı cinayetini yüksek sesle gündemde tutması ABD’nin bile Türkiye’nin elindeki verileri doğrulayan bir rapor açıklamasına yol açtı.

Peki Arap Ayaklanması’nın başında neredeyse siyasi açıdan koordinasyon halinde hareket eden, Arap dünyasında NATO benzeri bir ordu kurulmasını bile konuşacak kadar yakın olan iki ülke ilişkileri nasıl krize girdi?

Temel sebep Müslüman Kardeşler!

Birçok ülke gibi Suudi Arabistan’ın da derdi demokrasi değildi elbette. Demokrasi söylemleri ile kaynayan bölge ülkelerinin kendi dertlerine düşmeleri bölgede siyasi gücün ve bölge ülkelerinin on yıllardır üstlendikleri rollerin değişmesine de sebep olmuştu. Suudi Arabistan’ın amacı nüfuzunu derinleştirmek ve yaymaktı. Ancak Mısır başta olmak üzere ayaklanmanın sarstığı ülkelerde Müslüman Kardeşler lehine bir rüzgar esmeye başlaması hesapları bozdu.

Bugün hâlâ Mısır’da Müslüman Kardeşlerin ve Muhammed Mursi’nin devrilmesine uzanan darbe sürecinin arkasında Suudi Arabistan’ın ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin olduğu iddiaları oldukça yaygın. Ki, bu iddiaların gerçeklik paylarının yüksek olduğu söylenebilir. Çünkü her iki ülke de Müslüman Kardeşler örgütünü çok uzun süredir terörist organizasyonlar olarak tanıyor.

Ancak ayaklanma döneminde Türkiye dış politikası Müslüman Kardeşler’i destekler nitelikteydi. Bu nedenle, Mısır’da Mursi darbe ile devrildikten sonra Türkiye-Mısır ilişkileri de kopma noktasına geldi.

Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri Müslüman Kardeşler lehine esen rüzgarın bölge ülkelerinin girişimleri ile tersine dönmeye başladığı dönemde çatırdamaya başladı.

Bu arada Suudi Arabistan’ın bölgede Müslüman Kardeşlerin açık destekçisi olan Katar’a yönelik tavrı da oldukça sert oldu. Katar, Suudi Arabistan’ın Mısır’ı, BAE’yi, Bahreyn’i ve bölge ülkelerinin bir kısmını yanına aldığı 3,5 yıllık ekonomik, siyasi, diplomatik izolasyona maruz kaldı.

Bu arada Cemal Kaşıkçı’nın neden katledildiğine ilişkin Arap basınında kesin bilgi olmamakla birlikte yine sebebin Müslüman Kardeşler meselesi olduğuna dair yaygın kanı hakim. Kaşıkçı’nın Müslüman Kardeşler’e yakın olduğu, bu sebeple uzun yıllar iyi ilişkilerini koruduğu Suud üst yönetimi ile arasının açıldığı ve Avrupa veya ABD’de mevcut Suud yönetimini ve Veliaht Prens Bin Salman’ı oldukça zorlayacak bir düşünce platformu kurmaya hazırlandığı yönünde iddialar dile getiriliyor.

Velhasıl Kaşıkçı, Suudi konsolosluğunda katledilmemiş olsaydı da Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri muhtemelen kopma noktasına gelecekti. BAE ve Mısır ile olduğu gibi.

Cinayetin ardından Bin Salman’a yönelik uluslararası toplumdan ciddi tepkiler gelmeye başladı. Ancak bu durum ABD, Rusya, Avrupa ülkeleri ve Asya ülkeleri ile Suudi Arabistan ilişkilerinin askıya alınması noktasına ulaşmadı.

Aksine Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile birlikte Rusya’nın enerji tedarikçiliği rolünü üstlenmesi için Suudi Arabistan’a hem ABD’den hem de İngiltere başta olmak üzere birçok ülkeden resmi talep yapıldı. Yabancı dışişleri bakanları Riyad’a üst üste ziyaretler gerçekleştirmeye başladı.

Diğer taraftan Türkiye, Mısır ile ilişkileri düzeltmek için Müslüman Kardeşler’e yönelik desteğini çekebileceğini somut eylemlerle de gösterdi. Ayrıca BAE ve İsrail gibi yıllardır krizlerin hakim olduğu ilişkilerini düzeltme arzusunu birçok kez dile getirdi.

Şimdilerde “Türkiye, Kaşıkçı davasını nasıl Suudi Arabistan’a devreder?” şeklinde eleştirilere sıkça rastlanıyor. Ancak ne yazık ki dava başından beri siyasi bir davaydı ve hem bölgede Suudi Arabistan’ın korkusu olan Müslüman Kardeşler dönemi biteli çok oldu hem de Ukrayna savaşı sebebiyle Bin Salman’ın yıldızı yeniden parlamaya başladı. Dolayısıyla Kaşıkçı davasının Türkiye’ye kazandıracağı pek bir şey kalmamıştı! Keşke Türkiye ideal olanı yapsaydı ve ilkesel duruşunu koruyarak davanın devamı için kararlılık gösterseydi ancak ne yazık ki doğrular ve gerçekler çok nadir örtüşüyor.

Suudi Arabistan ile barışma sinyalleri epeydir geliyordu. Elbette Türkiye’nin önceliği ekonomi. Suudi Arabistan’ın Türkiye açısından ne kadar önemli bir pazar olduğu Türk mallarına uygulanan boykotun neticelerinden bile anlaşılıyor. Ayrıca ayaklanmanın başladığı 2011’den bu yana bölgede köprülerin altından çok su aktı. Artık yeni şartların, yeni korkuların, yeni motivasyonların hakim olduğu şartlar var. Bu nedenle, Suudi Arabistan da, bölgedeki ‘barış trendinin zorlamasıyla’ ve Bin Salman hoşnut olmasa da Türkiye ile buzları kırmak zorunda. Zaten BAE, Mısır, İsrail gibi bölgenin önemli ülkeleri bu yönde adım atmışken yalnızlaşmak işine gelmeyecektir.

Türkiye’nin ise, bölgedeki varlığını ve süreçlere dahlini sağlayabilecek tek yol bölge ülkeleri ile buzları kırmak. Elbette Türkiye’de seçim söylentilerinin arttığı bir dönemde dışarıdan gelecek sıcak paranın ve yatırımın taze kan etkisi yaratması beklentilerini de yabana atmamak gerek.

Evrensel / 28.04.22